17 Kasım 2020 23:31

1807 hücceti: Garip olayların en garibi

Fotoğraf: Wikimedia Commons

Paylaş

1807’de merkezi devlet erkanı Anadolu ve Rumeli âyanıyla beraber Rusya’ya karşı yürürken İstanbul’daki gerilim artıyordu. İngiliz Vakası esnasında Boğaz’ı korumaları için Karadeniz’den getirtilen yamaklar kentteki Yeniçerilerle birleşmişti. Nizâm-ı Cedîdçilerin yamaklara mavi-kırmızı üniforma giydirip, onları Nizâm-ı Cedîd ordusuna dahil etme girişimi tepkiye neden olmuştu. Bardağı taşıran damla Nizâm-ı Cedîdçi Mahmud Raif’in bizzat Rumeli Feneri’ne gidip yamakları üniforma giymeye ikna etmeye çalışırken öldürülmesi oldu. Bazı kaynaklar Sadrazam Kaymakamı Köse Musa ve Şeyhülislam Ataullah’ın Şehzade Mustafa’ya yakın bazı görevlilerle beraber bir komplo kurarak yamakları kışkırttıklarını öne sürüyor. Ahmet Cevdet Paşa’nın tarihi ve onu takip eden Osmanlı-Cumhuriyet tarihyazımı (örneğin daha önce bahsettiğim Reşat Ekrem Koçu) bu yorumu benimsemiş.

Komplo iddiası doğru olsa bile isyanın çıkışını ve gelişimini sadece bir komployla açıklayabilmek mümkün değil. Nitekim önce Edirne Vakası, ardından İngiliz Vakası’yla III. Selim İstanbul kamuoyunda bir hayli kan kaybetmişti. Rusya’yla savaş bunların üstüne tuz biber ekmiş, ekmek fiyatları alıp yürümüştü. Mahmud Raif’in hesabının kendilerinden sorulacağından korkan yamaklar işte böyle bir ortamda, 26 Mayıs’ta İstanbul’a doğru yürüyüşe geçtiler. Büyükdere’de Kabakçı Mustafa’yı lider seçtiler, hedeflerinin Nizâm-ı Cedîd’i kaldırmak olduğunu ilan ettiler ve kimseye zarar vermeyeceklerine dair ant içtiler. Böylece yamaklar halkı temsil ettiklerini iddia ediyorlardı.

27 Mayıs’ta büyük bir kalabalık Aksaray’da Yeniçeri kışlasının önündeki Et Meydanı’nda toplandı. Ali Yaycıoğlu, amatör bir tarihçi olan Câbî Efendi’nin gözlemlerinin altını çiziyor: Kalabalık içinde çocuklar, kadınlar, gençler, yaşlılar ve hatta fahişelerin olduğunu; Bu ortamda kadınlara yönelik hiçbir tacizin yaşanmadığını ve kalabalığın gayet disiplinli hareket ettiğini öğreniyoruz.

Bu sokak hareketi karşısında III. Selim derhal Nizâm-ı Cedîd ve Hazine-i Cedîd’in kaldırıldığını ilan etse de kalabalık Nizâm-ı Cedîd liderlerinin idamını talep ediyordu. Kalabalığa konuşan Kabakçı Mustafa doğrudan Nizâm-ı Cedîd’in tahıl yönetimini hedef aldı: Elinde biri taze biri bayat iki ekmekle halkın karşına çıkan Mustafa, Nizâm-ı Cedîd’i taze halkı da bayat ekmekle özdeşleştirerek İstanbul’un ekmek meselesini doğrudan rejimle ilişkilendiriyordu. Nizâm-ı Cedîdçilerin lüks hayat tarzını ve yoksulluğu hedefe koyan Mustafa böylece Yeniçerileri şehrin yoksullarıyla birleştiriyordu.

29 Mayıs Cuma günü kalabalık Şehzade Mustafa için tezahürata başladı ve -tıpkı son Yeniçeri ayaklanması olan Patrona Halil isyanında olduğu gibi- Et Meydanı’ndan At Meydanı’na (Sultanahmet Meydanı’na) yürüdü. Bu hareket kalabalığın artık padişahı tahttan indirme kararının bir göstergesiydi. Nitekim Şeyhülislam Ataullah’ın III. Selim’i hal eden fetvası halka okundu. Selim iktidardan inmeyi kabul ederken, yirmi sekiz yaşındaki Şehzade Mustafa sarayın avlusunda düzenlenen biat töreniyle padişah ilan edildi ve cuma namazında halkın karşısına çıktı. İstanbul’daki cuma hutbelerinde sultan IV. Mustafa’nın adının okunmasıyla iktidar değişimi tamamlanmış oldu. Padişahın ilk işlerinden biri Kabakçı Mustafa’yı turnacıbaşı (altı Yeniçeri ocak ağalarından en küçük rütbelisi) olarak atamak oldu.

31 Mayıs’ta ulemadan Münib Efendi’nin bir senet şeklinde hazırladığı hüccet 2 Haziran’da halka okundu. Buna göre olayların sebebi Hristiyanlara özenip Müslümanlara zulmeden Nizâm-ı Cedîd’di. Hüccet şeyhülislam tarafından okunduktan sonra kalabalık tarafından onaylandı. Kolektif öznelerin otoriteyle yaptığı sözleşmeler yeni değildi. 18inci yüzyıl boyunca bu tip sözleşmeler giderek yaygınlaşmıştı. Ancak ilk defa İstanbul’daki bir isyan ertesinde halk ve devlet arasındaki ilişki hukuki bir belgeyle kayıt altına alınıyordu. Yaycıoğlu’nun aktardığı Saray Tarihçisi Mütercim Ahmed Asım bu belgeden “agreb-ül garaib” (garip olayların en garibi) olarak bahsediyor. Bu açıdan ulemanın ara buluculuğuyla İstanbul halkı ve saray arasında bir sözleşme olan 1807 hücceti, 1808’de âyan ve saray arasında imzalanacak Sened-i İttifak’ın bir öncülüdür. Her iki sözleşme de anayasal bir metin olarak kabul edilebilir, ancak sözleşmenin tarafları, yani kolektif özneler, farklıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...