31 Ekim 2020 00:25

Cumhuriyeti önce bir anlayalım

Atatürk ve Fevzi Çakmak TBMM'den çıkarken. 28 Ekim 1930

Fotoğraf Wikimedia Commons'dan alınmıştır.

Paylaş

Yine bir ulusal bayram günü yine türlü bahanelerle getirilen yasaklar. İktidarın cumhuriyetle kavgası aslında Türkiye devleti ve Türk halkı ile olduğu kadar, modern devlet ilkeleri ile kavgası anlamını taşır. Devletin kurucu partisinin ünlü altı okuna karşı açılan savaş salt modern devlet anlayışından öte, aslında topyekün halka açılan savaştır. Bu savı irdelemek için bakalım okların hikmeti ne imiş!

Cumhuriyetçilik oku, Fransız Devriminde feodaliteden ulus devlet modeline geçişin, hükümranlık hakkının kraldan halka geçişi anlamını taşır. Var olan siyasi yapı tüm kamu örgütlerini ve bütçeyi uhdesinde toplamaya yeltenmesi halka karşı kişisel güç kullanma iradesini simgeler. Oysa cumhuriyet parti ya da şahıs gücünü değil, halk gücünü simgeler. Cumhuriyet yönetiminde siyasi iradeye gücü halk verir, gereği zamanında da halk bu iradeyi geri alır. Bundan dolayı belirli aralıklarla seçim yapılır. İki seçim arasında bariz bir oy kaybı algılandığında her haysiyetli iktidar katı usule değil, siyasi etiğe dayanarak seçimle irade tazelemeye ve gereğinde yerini başka iradeye bırakmaya yatkın olmalıdır. Hem halk oyları ile iktidara gelmek hem de halka karşı olmak halk iradesine karşı örtülü mücadele, hatta halk iradesine karşı çıkış anlamı taşır ki, bunun diğer anlamı da ya seçimler rafa kaldırılmaya çalışılıyor ya da bu ortamda sonucu önceden belli seçimler tasarlanıyor demektir.           

Diğer ilke ise laikliktir. Laiklik ilkesi ulus devlet sistemine geçerken feodaliteye arka çıkan kilisenin ilga edilmeyip, otoritesini zayıflatmaya yöneliktir. Maalesef, Türkiye’de durumun tam tersi yönde seyrettiğini görmekteyiz. Laiklik ilkesinin dinsizlikle bir ilgisi yoktur, ancak inancın halkın iradesine tevdi edilmesini ve din kural ve yönetiminin toplumsal yönetime ve kamu yönetimine hakim olmamasını ifade eder. Türkiye’de okul düzeyinde imam hatipleşme, toplumsal siyaset düzeyinde siyasilerin Diyanet İşleri Başkanı ile kol kola olması salt laikliğe aykırı olmakla kalmaz, aynı zamanda halkın kutsal duygularının sömürülmesi anlamını da ifade eder. Laiklik ilkesi o denli bizzat halkların kutsalını korur ki, herhangi bir işte ya da siyasette kutsallığa sığınarak hak edilmedik mevki ve makamlara geçilmesini önleyerek, işlerin gereği ve hak ediş şekline göre yapılmasına olanak sağlar. Kısacası laiklik bizzat halkların kutsallığını politikacıların pespaye amaçlarının altında ezilmemesini sağlayan kuraldır. Bu ilkeyi felsefi boyutuyla kavrayan halkımızın bizzat kendi kutsalını politikacıların çirkin emellerine alet etmeyeceği inancındayım. 

Halkçılık ilkesi ise devletin karşısında tüm vatandaşların eşit olduğunu ifade eder. Bu ilkenin gereği biçimde uygulanabilmesi için ekonomik sistemin buna uygun olması gereklidir. Gelir dağılımı bozulduğunda ise, varsıl ile yoksul ne karakolda, ne yargıda, ne siyasette, hatta ne vergi yükünde hakça muameleye tabi olabilir. Pandemi olayında gördük ki, millete küfredenler devletten dolar bazında yaptıkları anlaşmalara dayalı paraları alırken, olağanüstü koşullarda vatandaşına bakmakla sorumlu devleti halkın karşısında çaresiz bırakabilmektedir. O zaman varsıl ile yoksula devletin yaklaşımı cumhuriyetçilik ilkesini de çiğnercesine gerçekleşmektedir. Kapitalist sistemlerde halkçılık ilkesi ancak göstermelik ve oy tabanını konsolide etmek için belirli zamanlarda politikacılar tarafından isteksizce devreye alınır. Zira kapitalist devlet şefkatli ve bol kese yüzünü sermayeye döner, ancak toplumsal sorunlar yükseldiğinde sükuneti sağlamak ve kapitalizmi tehlikeye atmamak üzere olağanüstü dönemlerde arka yüzünden halka sus payı dağıtır. Sus payının pahalıya patlamaması için de önce dincilik devreye girer, bunun yetmediği yerde de yerdeki emekçiye tekme de reva görülebilir. Bu politikanın amacı da sistemi ve uygulamaları önce yumuşaklıkla, anlaşılmadığı durumda da zor kullanılarak meşrulaştırmaktır.

Devletin halk karşı samimi olabilmesi ancak kalıcı politikalarla belli olur. Bunların başında da devletçilik gelir. Devletçilik özel sermayenin gelir dağılımını ve siyasi dengeyi bozucu etkisine karşı halkın adına devletin devrede olmasını sağlar. İstihdam, ücret politikası, sömürünün hafifletilmesi ve yaratılan artık değerin kamusal alanda kullanılması ancak ve ancak devletçilikle olanaklıdır. Altı okun devlet-vatandaş ilişkisinde diğer oklara alan açabilecek çok temel ok devletçilik okudur. Ne yazık ki, bu oku da son iktidar “babalar gibi satarak” milletin kalbine sapladı. Daha doğrusu emperyalistlerin ve sermayenin emrini halka rağmen gözünü kırpmadan uyguladı.

Kapitalist sistemde tüm ilkelerin uygulanabilmesi için temelin sağlam olması için devamlı devrim koşulu kaçınılmazdır. Oysa Türkiye, Kurtuluş Savaşı ile emperyalistleri ülkeden çıkarmıştır, ama ekonomi politikası olarak emperyalistlerin at koşturduğu kapitalist sistemde kalmıştır. O muhteşem işlerin yapıldığı günlerden bu günleri görebilmek olası olabilir miydi, acaba?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...