27 Eylül 2020 00:32

Gündemi mi değiştiriyorlar; birilerinin gündemi değişmiyor ama!

Ankara'da basın açıklaması düzenlendi

Fotoğraf: MA

Paylaş

Hakkında yeni bir iddianame hazırlanan Selahattin Demirtaş için, “Bu tür iddiaları, aslında Selahattin Demirtaş Bey alacak göğsüne şeref madalyası olarak takacaktır...” demişti, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu. Bu sözler, ‘terör örgütüne açık destek’ başlıklarıyla hemen tartışmaya açıldı iktidar çevrelerince. Tam da HDP’ye operasyonun yapıldığı sabahın öncesindeki gece bir televizyon kanalında yapılan (elbette HDP’siz) “tartışmada”, bildiğiniz Perinçek, “Türk yargısı altın çağını yaşıyor” şeklindeki ‘altın vuruş’unu tekrarlıyor ve el yükseltiyordu: “Türkiye’de hukuk varsa Demirtaş hapisten çıkarılmamalıdır...”

Aynı programa katılan ve akılda tutamadığımız isminin başında ‘Prof.’ yazan biri de Perinçek’in hararetine başka bir boyut katıyordu: “Her hafta Demirtaş’ı konuşmak zorunda değilim ben. Bu millet Demirtaş’ın konuşulmasından bıktı...”  

Sitem ve şikayet de vardı bu sözlerde. Dört yıldır içerdeydi ama PKK’ye katılan çocuklarını (iktidarın yönlendirmesiyle) HDP’den isteyen “Diyarbakır anneleri” değil de Demirtaş konuşuluyordu sürekli.

Prof.’un rahatsızlığını dile getirdiği gecenin şafağında HDP’ye operasyon yapıldı. “7 ilde 82 kişi” hakkında gözaltı kararıyla harekete geçilmiş, kapılara dayanılmıştı. Bu durum Prof.’umuzun sıkıntısını dindirir mi peki? Sanmıyoruz. Demirtaş değilse de arkadaşları konuşulacaktı bir süre; kurtulmak ne mümkün!

***

Neden peki bu zorunluluk? HDP konuşulmasın diyenlerin bizzat HDP’yi konuşulur kılmasının sırrı nedir? Bu paradoksu yaratan ‘güç’ nedir?

Benzeri soruların yanıtını yüz yıllık Türkiye tarihinde değişmeden süre gelen bir ‘kırmızı çizgi’nin işaret ettiği gerçeklikte aramak gerek. Perinçek’in iştahı da, sözkonusu Prof.’un sıkıntısı da, şafaklarda kapılara dayanan zaptiyelerin eninde sonunda nafile kalacak mesaileri de o gerçekliğin izdüşümleri sadece. Demirtaş da dahil, binlerce üyesi cezaevlerinde yatan HDP’nin kendisini konuşturma gücü de oradan... Tarihsel bir ‘arıza’ var, o arıza giderilmedikçe bir şekilde sürecek bu izdüşümler, yansımalar...

***

Adettendir, her böylesi operasyon sonrası öncelikle zamanlama ve konjonktür konuşulur. Ve yine, öncelikle “gündemi değiştiriyorlar” şeklindeki alameti farika dillendirilir.

Şimdi de yapılıyor zaten.

Okuduklarımızdan, işittiklerimizden bir özet derleme yapmaya kalksak bile uzar gider:

Millet ittifakında çatlak yaratmak, muhalefet bloğunu dağıtmak, HDP’yle fiili ittifak olasılığını bile zora sokmak...

HDP üzerinden bütün muhalefet güçlerine gözdağı verip pasifize etmek...

Yeni rejimin muhalefeti dizayn etme operasyonu...

Erken seçimin ayak seslerine dair bir operasyon...

HDP’den uzak durun, ‘yaklaşan yanar’ mesajı...

İktidarın kendi iç meselelerini, krizini örtme, öteleme çabası...

Doların 8 lirayı, Euro’nun 9 lirayı bulduğu ekonomideki kötüye gidişi gündemden düşürme, ekonomik krizin üstünü örtme kaygısı... 

Tam da faiz artışına hep karşı çıkan Erdoğan’ın iki puanlık faiz artışına mecbur kaldığı gün bu operasyonun yapılması marnidardır...

Siyasetin yargıyı araçsallaştırmasının, yargının siyasallaşmasının bir yansımasıdır...

Suriye’deki başarısızlığın sonucunda onurlu bir çekilişin zeminini hazırlanmak, iç kamuoyuna yönelik ‘terörle mücadele sürecek’ algısını pekiştirmek için yapılmış bir propaganda hamlesi...

Doğu Akdeniz’de çark eden, Libya’daki çuvallayan dış siyaseti gözlerden uzak tutmak için dikkatleri ‘içeriye’ çekmek kaygısı güdülmektedir...

Koronayla mücadelede başarısızlığın üstü örtülmek istenmektedir...

CHP ile HDP arasında varsayılan zımni ilişkileri zorlamak, HDP’yi açıkça savunamayacak CHP üzerinde iki yönlü baskı uygulamak...

HDP-İyi Parti arasında gerilimi derinleştirmek...

Kobani’yi düşürememenin süren travması, tam da 6. yıldönümünde HDP’yi vurarak harekete geçiyor...

HDP’yi kriminalize ederek savaş politikasına alan açılıyor...

HDP’liler üzerinden Kürtleri seçimlerden, parlamenter mücadeleden koparmaya çalışıyorlar...

HDP’nin yeni ‘barış ve anti faşist cephe’ çağrısına verilmiş bir yanıttır...

Ne içiyorlarsa artık, her daim ‘kafaları iyi ‘bir kısım ulusalcıya göre ise, ABD Kürt hareketine ilk Kobani’de silah yardımı yapmış ya, işte o ilişkinin başlangıcıymış ve bu operasyonla aynı zamanda ABD’ye de mesaj verilmiş oluyor!!!

Daha pek çok yorum vardır mutlaka. Kimisi akla izana uygun, kimisi akla ziyan, saçma sapan...

***

Dediğimiz gibi; ‘gündem değiştiriyorlar’ kolaycılığı insanın tahammül sınırlarını zorlasa da bazen, konjonktür ve zamanlama tespiti önemli elbette.

Ama bunu yaparken, yani ‘zamanlama ve konjonktür’ analizleri yapılırken, asla unutulmaması gereken bir şey var:

Bu memlekette, nüfusun bir kısmı için ‘zamanlama’ da ‘konjonktür’ de hiç değişmiyor sanki.

“Zamanlama manidar” deniliyor, evet ama bazıları için ‘zaman’ hep aynı işliyor!

1920’lerden 2000’li yıllara, hiç değişmeyen bir ‘kader çizgisi’ adeta...

Adına resmî dilde ‘kırmızı çizgi’ diyorlar; Kürtler bu değişmeyen ‘kırmızı çizgi’nin konusu oldu, oluyor hep.

“Gündem değiştiriyorlar” değil mi? Ama bakın yüz yıllık tarihin bugüne varan çizgisine, Kürtlerin gündemi pek de değişmemiş, değişmiyor...

‘Kürt siyaseti’ adına tarihte az çok yer bulan her siyasî oluşum hep bir ‘düşman hukuku’nun konusu oldu. İktidarlar hatta rejimler değişti, bu gerçek değişmedi, değişmiyor.

Kemalist Cumhuriyetin Takrir i Sükûn’undan, 37-38’in Dersim’inden, ‘40’lardaki Mustafa Muğlalı’nın ‘33 Kurşun’ vakasına...

‘Çok Partili’ dönemin Demokrat Partisi iktidarında içeri alınan Kürt aydınlarının “49’lar davası”nın 27 Mayısçılarca aynen devralınması... Yine 27 Mayıs’tan hemen dört gün sonra, memlekette esen ‘özgürlük rüzgârı’nın içinde, Kürt coğrafyasından seçilen 485 kişinin (‘ağa ve şeyh’ oldukları gerekçesiyle) Sivas Kabakyazı’da zorunlu kampa alınması ve sonrasındaki zorunlu sürgün...

12 Mart’ın sürek avını ve 12 Eylül’ün Esat’lı, Co’lu Diyarbakır zindanını konuşmaya gerek yok herhalde.

Köy göçertmeleri, Hizbullah’ın satırlı cinayetleriyle, asit kuyularıyla Yeşil’lerin, Sarı’ların Jitem rejimi... Birbiri ardına kapatılan partileri, içeri atılan mebuslarıyla 90’lar...

Sonra 18 yıllık AKP dönemi...

12 Eylül’de Diyarbakır Cezaevinin tabutluklarında yatan genç Gültan Kışanak, Diyarbakır Belediye Başkanı olarak yıllardır Kandıra’da mapustur desek yeterlidir herhalde...

Arada ‘çözüm süreci’ diye geçen kısa dönem ‘savaş arası’ bir fragman sadece...

Esas değişmiyor...

Nedenler değişiyor belki ama adres hep aynı. Biriken gerilimler, yılların pratiğiyle artık içselleştirilmiş devlet refleksi halinde harekete geçiyor ve hedefini hiç sekmiyor!

‘Mazaret’ bol, ‘asabiyet’ baki...

Kürt sorunundaki çözümsüzlük, başlıca asabiyet nedeni oluyor.

Değişmiyor.

Güvenlik refleksleri böyle test ediliyor.

Peki sonuç? O da değişmiyor işte. Değişmez de.

Yüz yıllık o gerçekliğin içinden gelindi, feleğin binbir çemberinden geçildi. Hepsinin izi vardır; her biri bir iz bırakmış, sınav olmuş, ders olmuş, ne birikimler edinilmiştir.

Bu da geçer. Soğukkanlı, vakur ama dik, dimdik...

Gerektiğinde kendi özel arabasıyla İstanbul’dan Kars’a kaz civcivi taşıyan belediye başkanı Ayhan Bilgen’i zırhlı akrep aracının içine tıkarak nezarete götüren akıl, nereden bilsin bu gücü?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...