20 Eylül 2020 00:24

Babamı Kim Öldürdü?

"Babamı Kim Öldürdü" isimli oyunun afişi 

PAZAR
Paylaş

O çocuk da bir garip zaten… Yılbaşı gecesi konukların yanında kız kılığına girip şarkılar söylüyor falan. Babasına göstermek istiyor kendini sürekli. Görsün onu babası, onaylasın, sevsin, saçını okşasın. Hadi olmadı söylediği şarkıyı dinlesin bari, göz göze gelmenin gözleriyle baksın ve ışıltılı bir gülümseme belirsin yüzünde.

Ama olmuyor işte, yok saymanın bin yolu var; evladından utanmanın yol açtığı bu yok sayma nedenleri gelip birikiyor bir yere ve orada zamana sorduğumuz sorular da karşılık bulmuyor genellikle. Ne yapalım? Gidip içimize mi kapanalım? Ah edip ağlama duvarlarına mı dönelim yüzümüzü? İçimizi kemiren illet bir hesaplaşmayla nasıl baş edelim?

Bir baba ki, okuldan dönen çocuk, arabasını kapıda olmadığını her gördüğünde göklere uçuyor. Demek o gece eve gelmeyecek. Demek o gece baba eve gelmeyeceği için dünya başka bir yer olacak sabaha kadar. Araba önemli. Babalar için araba çok önemli. Erkeklik ve bunun yansısı için olmazsa olmaz araba.

Neyse biz boşluklara doğru ilerleyelim. Özel tiyatroların salgın nedeniyle kapıya kilit vurma noktasına geldiği malumunuz. Efendim big big edip devletimiz bu işe bir el atsın falan demek niyetinde değilim. Ne münasebet. Sağlık çalışanlarının bile özlük hakları için sosyal medyada ne kampanyalar açılıyor da kimsenin gördüğü yok.

Moda Sahne bu çetrefil zamanın kara tahtasına bir oyunun adını yazdırarak perdelerin açtı nihayet: Babamı Kim Öldürdü?

Başınıza geldiğinde daha iyi anlayacağınız şeyler nelerdir? Soru net yanıt açık: Nefret suçu, ırkçılık, cinsiyetçilik, yoksulluk, ekonomik buhran, sömürü ve çöküş. Rivayet muhtelif; o babayı kendi erkeklik gururu öldürdü diyenler de çıkabilir. Yani öyle “Maveraünnehir nereye dökülür?” sorusunun yanıtında olduğu gibi “Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbinedir” diye de açıklanabilir bu cinayet.

Sahi bu bir cinayet mi? Ortada ölü bir baba var ve bunun nedeni tartışılıyor gibi mi anlatıyorum oyunu? Onur Ünsal sahneye çıkıp bunu anlatıyor bir zaman. Bunu anlatırken, ay o her şeyi muktedir adamın hastalıktan mustarip halleri yok mu? Ne hastalığı yahu iş yerinde kaza geçiriyor adamcağız. Haaa şimdi adamcağız mı oldu o gaddar insan? İşçi olmaktan kaçan, işçi olmamak için evden kaçan ama babası ve dedesi gibi başka bir çıkar yolu olmayan o adam tıpış tıpış gelip o fabrikada işe başlamadı mı? İşçilik bir kaçınılmaz durum olarak yaşama biçimi haline getiren adamın erkekliği ve yaşam tarzı değil mi evde saltanatını sürdüren? Her şeyle birlikte, üstüne üstlük o çocuk da bir garip zaten demiştim size. Bir tek kişilik oyun Babamı Kim Öldürdü. Ama sahiden öyle mi? Trajediden komediye görülmedik bir hızla geçebilen oyuncu Onur Ünsal. Annesini, babasını, abisini, kardeşlerini canlandırıyor sahnede. Sessiz bir çığlık gibi seyirciyi çağırıyor sahneye, oyunun içine katıyor ve üç farklı renkte tişörtle oynadığı oyunu kırmızıyla sonlandırıyor. Neden? Çünkü kan sıçrıyor üzerimize. Görsel efektler, müzik ve ışık da oyunun bir parçası evet. Ben açıkçası bir yılbaşı gecesi yağan kar sıcaklığıyla bir yerde kendime geldim.

“Soruyor çocuk, çocuk bu sorar” diyor bir şiirinde Ahmet Erhan… İşte o çocuk durmadan soruyor… Kendini bir yaşam boyu haksızlığa uğramış gibi hissettiren babaya, o fiyakalı boşluğa soruyor. Envanterinden düşmesi için devlet ve onu yönetenler gelip babanın ilaçların çalıyor. Hırsız olduğu kadar bir cinayeti örtmek için parmağını kımıldatmayan yöneticiler katilin “ecel” olduğunu geçiyor kayıtlara sonra.

Kırmızı pabuç ve kırmızı çorap giymiş, annesinin bir sabah cinnetine maruz kalan ve sigara dumanından göz gözü görmezken, herkes gibi olmadığı için eti morartılmak istenen çocuk inat ve ısrarla yanıt arıyor sahnede. Akan zamanın hükmü oyunun gücünü, seyircinin ilgisini yitirmiyor; aksine başından sonuna bir merakla biz de çakıldığımız koltuklarımızda o çocukla sormaya devam ediyoruz. Sevilmeyecek çocukların yapılması için sevişilen yataklar, bir zaman sonra başında solunum tüpleriyle nefes alabilen babaların sahnesine dönüşüyor, evet.

Olay başka bir ülkede geçiyor. Bir işçi ailesi olarak tanıyoruz bütün kahramanları. Aaa, oysa çok tanıdık geliyor bize tepkiler, somurtmalar, kahkahalar, görmezden gelmeler, yok saymalar, el altından para vermeler, tehditler, küfürler, arabaya çarpıp kaçmalar, rakı masaları, misafirlikler ve “sen hâlâ siyasetle ilgileniyor musun?” sorusu. “Hâlâ” mı?

Basit bir dekor, yormayan renkler, olması gereken her şey, küçük karartmalar ve baştan sona bir hesaplaşma. Onur Ünsal gülerek anlatıyor, sahneyi doldurup geriye sarıyor zamanı, ileri alıyor ve yazıyor. Aslında herkesin yazıklanmasını beklediği çocuk oluyor sahnede oyuncu ve yazıyor. Tercihlerini, yaşam nedenlerini, yanıtsızlığını, yalnızlığını ve isyanını gözümüze sokmaya çalışmıyor metin zaten. Yönetmenin de böyle bir derdi yok. Vah vah, neler olmuş da neler. Ay cinsiyetçilik de ne fena, ırkçılık da ne kötü, yoksullar da ay ne bileyim işte… Beline bir şey mi düşmüş iş yerinde, öyle diyorlar. Oğlan da kalkmış cinayetten devleti ve idarecileri sorumlu tutuyor. Zaten bir garip olduğunu söylemiştik. Bunu söylerken maske ve mesafeye dikkat etmiş miydik sahi? Zaten bizim belimize düşen o zımbırtıdan da kendimiz sorumlu değil miyiz? Evde kendimize bakmak zorunda ve hayatta kalma olimpiyatlarına her daim hazır olmalıyız. Oyun bununla da hesaplaşıyor sahnede. Olay nerede geçiyor demiştim, o garip çocuk büyüyünce yazar mı oluyordu? Babayı suçlamayın, alkolik olan üvey abiye, üvey mi dedim… Baba izin vermez üvey denmesine, onun evinde üvey olmaz, herkes asildir ama her neyse çok uzattım…

Baba olma sahnesinden çekiliyor bir adam ve bir devrimin gerekli olduğu cümlesiyle son buluyor oyun. Sonun başlangıcı da devrim olsun, aşk olsun yoldaşlar…

Hamiş: L sırasında oyunu izleyen arkadaşlar, lütfen siz de oyun süresi boyunca telefonlarınızı kapalı tutun.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...