19 Eylül 2020 00:35

Tanrıyla günaha girip, suçu şeytana atmak

The Devil All the Time filminden bir kare

Görsel: The Devil All the Time filminin basın bülteninden alınmıştır

Paylaş

Robert Pattinson, Tom Holland, Bill Skarsgård, Haley Bennett, Sebastian Stan, Mia Wasikowska, Jason Clarke, Riley Keough gibi isimlerden mürekkep oyuncu kadrosuyla daha proje aşamasındayken konuşulmaya başlayan “The Devil All the Time”ın coğrafya ile tuhaf bir ilişkisi var.

Filmin hemen başında “Haritada gösterilemeyecek”, ABD’de muhafazakarlık ve ırkçılığın beşiği, karanlık hikayelerin vatanı olarak bilinen Batı Virginia ile Ohio arasındaki bir yerler zikrediliyor. İki saati aşan hikaye bitip de başladığımız yere geri döndüğümüzde, şeytanın kol gezdiği bu topraklardan çıkmak için bir çiçek çocuk tarafından kullanılan vosvos yetişiyor yardımına Arvin Russell’ın… 1950’lerin başından itibaren takip ettiğimiz hikayede artık ’60’ların ortasına, Vietnam batağına, Çiçek çocuklar zamanına ve ’68 isyanına doğru yol alan bir ülkeye ulaştırıyor bizi film. Arvin için herkesin bir suç yüzünden birbiriyle akraba olduğu, istemeden de olsa üzerine sıçrayan bu suç batağından çıkması için doğru zaman bu… Ama uyku ile uyanıklık arasında gidip gelirken, aklının köşesinde bir başka batağa saplanmak da yatıyor. Yani Vietnam’a gitmek…

Yolu Cannes ve Sundance gibi festivallere de düşmüş Antonio Campos’un Donald Ray Pollock’ın romanından Netflix için çektiği “The Devil All the Time”, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’sinin en karanlık hikayelerinden birisi anlatıyor bizlere. Savaştan yeni dönen ve orada şahit olduklarını aklından çıkaramayan Willard Russell’ın bu sert coğrafyada tutunma mücadelesiyle açılıyor film. Yoksulluğun mu dindarlığı yoksa dindarlığın mı yoksulluğu beslediğini bir türlü anlayamadığımız, ama dinin her türlü sömürünün aracı haline getirildiği, ağır muhafazakarlığın bastırılmış duyguları aşırı bir şekilde ortaya çıkardığı bir ‘şeytan üçgeni’ sanki. Cinsi sapkınlıkların, seri katillerin, barbar gençlerin kol gezdiği; rahiplerin istismarcı, polislerin rüşvetçi olduğu siyah ırktan arındırılmış bir muhafazakar cenneti burası…

Beyaz, hetero ve Hristiyan erkekler üzerine inşa edilmiş, sokaklarda sadece onların var olabildiği bu iklimde Helen, Lenora ve Sandy’nin payına düşen tanrının icazetiyle ya da değil birlikte oldukları adamların gazabına uğramak oluyor haliyle. Kadınların tanrı ve silah zoruyla erkeklere tabii kılınıp ölüme sürüklendiği, suçun ise şeytana atıldığı bir yer burası. 1950-57 arasında yaşanan bir dizi suç hikayesinin ardından ikinci bölümde 1965’e atlıyor zaman ama burası için değişen bir şey olmuyor. Ancak dışarının değiştiğini, ülkedeki değişimin tanrının pek sevdiği bu küçük kasabalara kadar hissedildiği bu dönemi seziyor sezmesine Arvin ama kendisini coğrafyasının kaderinden de kederinden de koruyamıyor.  Coğrafya bir kader midir, bilinmez ama “The Devil All the Time” mutlaka bir şey olması gerektiğini hatırlatıyor bizlere.

Netflix’de yayımlanmaya başlayan film için “Coenler”in elinde olsa, (misal, İhtiyarlara Yer Yok) acaba ne olurdu. Tam onlarlık” gibi yorumlar, “Tarantino çekse bambaşka çekerdi” gibi fanteziler okuyacaksınız mutlaka. Ama Antonio Campos böyle bir hikayenin ne Coen Kardeşler humorunu ne de Tarantino plastikliğini kaldıracağını düşünmüş belli ki. Kadrajları ve yarattığı atmosfer bu isimlerin yanında David Fincher’ı (Zodiac, Mindhunter) da akla getirse bile kendine ait bir özgünlüğü var filmin.

“The Devil All the Time”, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’sinin en karanlık köşesine odaklanıyor belli ki. Her şeyin tanrı adına yapılıp suçun şeytana atıldığı, değişmemekte direnen, aklın yerini hurafenin aldığı, dünyanın düz, pandeminin komplo, Trump’un kurtarıcı olduğuna inanların ülkesine…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...