30 Ağustos 2020 00:35

Menfezi boşalmış ‘siyasal afet’ halinden, 30 Ağustos ve 1 Eylül’e...

Fotoğraf: Cem GÜL

Paylaş

Hep söylenir ya, ‘bu memlekette gündem çok hızlı değişiyor’ diye. Hiç ara vermeden ardı ardına yaşananların türediği zemin gözardı edildiğinde, her şeyin ‘hızla değiştiği’ izlenimi edinmemek mümkün değil doğrusu. Oysa görünen böyle aslında. Her gün, her saat değişen gündemler, özü itibariyle değişmeden süre gelen bir ‘zemin’in yansımalarından başka bir şey değil. Değişmeyen ve bütün bu olup bitenleri bir şekilde kendisine bağlayan nesnel-öznel ‘zemin’in sürekliliği, böylesi seri gündem değişiklikleriyle mümkün olabiliyor biraz da. Söz konusu ‘zemin’i adıyla analım: Çeşitli boyutlarıyla birlikte bir bütün olarak kuşatıldığımız iktidar ilişkileri elbette. 

Daha bir hafta önce Doğu Karadeniz’de yapılan sondajdan elde edildiği iddia edilen verilerden hareketle, bizleri bekleyen ‘nurlu ufuklar’dan, ‘yeni bir milat’tan bahsediliyordu. Türkiye yeni bir döneme giriyor, kendisi ‘eksen’ oluyordu! İki gün geçmeden ‘eksen’in de ‘milat’ın da hal-i pür melali yine bir Karadeniz kentinde, Giresun’da ortalığa döküldü! Çocuğun ‘aa kral çıplak’ demesi gibi... ‘Karadeniz’de doğalgaz müjdesi’ de koca bir şehir halkının can ve mal güvenliğini önüne katıp götüren selin altında kaldı. 

Oysa bu “sel felaketi” de, öyle göründüğü gibi, doğanın intikamı falan değildi. Bahsettiğimiz ‘zemin’den türüyordu. İktidarın rant, beton ve sermaye seviciliğinin bedelinin halka ödetilmesiydi. Ayrıntıya gerek yok; HES’lerle boğulan derelerin bir de yapılaşmaya açılması, toprağın betonla kuşatılıp giderek yok edilmesi... Sonuçta yine aynı masallar: “bildiğiniz gibi değil, çok yağmur yağdı, suyu aşırı emen toprak kayganlaştı, menfezler boşaldı, görülmemiş bir felaket yaşandı, kader böyleymiş, Allah beterinden saklasın...”  

Yağmur aynı yağmur, Allah aynı Allah oysa! Halkı cezalandırmak gibi bir özel niyeti olamayacağına göre, mesele başka demek ki. Çorlu’da yaşanan ve resmi kayıtlara ‘tren faciası’ diye geçen olayda da gördüğümüz üzere; “altı boşalmış menfez” diye gösterilen ‘fail’, çok daha köklü bir gerçeğe işaret ediyor: Düzenin menfezi boşalmıştır ve bedeli ‘doğal afet’ kılığıyla halka ödettirilmektedir. Depremde de, çığda da ‘tren faciaları’nda da, selde de, yaşanan budur. 

Doğanın fiziki yasaları bellidir çünkü, yüzyıllardır bilinir; enerji birikir harekete geçer. Yeryüzündeki yıkım ise toplumsal yasaların alanına girer. ‘Doğal afet’ denilen de tam da bu noktada siyasallaşır, menfezi boşalan düzen ‘doğal afet’ görünümünde bela olup fakir fukaranın, garip gurebanın başına çöker!

Peki ders alınır mı? ‘Siyasal afet’ ders almaz, ders verir! Onun doğasında ‘afet’ olma hali vardır; çünkü kâr, sermaye, rant varlık nedenidir. Menfezleri boşaldıkça ödettiği bedelleri unutturmak için “felaketlere kapı aralayan şeyin ‘Allahın sistemine muhalefet etmek’ olduğunu” söyler, dualar eder, ettirir ve yeni ‘seferlere’ çıkar!

Geleceğe dair verilen ‘doğalgaz müjdesi’ selin altında kalınca, bin yıl öncesine gidilir ve Malazgirt ovasından seslenilir, ok atılır, ‘kızıl elma’ hayalleri satılır... Polis, jandarma, bekçi yetmez; Takviye Hazır Kuvvet güçleri oluşturulur. “Kime karşı?” sorusunun yanıtı bellidir: “Güvenliğimiz için”! ‘Siyasal afet’in güvenlikten anladığı, zaptiye güçlerinin tahkimidir, en son uçak gemisidir vs... Adil yargılanmak için ölüm orucuna girip hayatını kaybeden avukat Ebru kardeşimizin talebi olan ‘adalet’in can ve mal güvenliği için çok daha elzem olduğu gerçeğini görmez de tecavüzcülüğü sabit bir ‘uzman’ın tahliyesini ‘hukuk adına’ öncelikli görür.     

Herşey eşyanın tabiatına uygundur, ‘siyasal afet’ olma hali böyle bir şeydir.

‘ZAFER’ ve ‘BARIŞ’!

İşte bir süredir ‘kutlama krizi’ne konu olan bugünkü “30 Ağustos Zafer Bayramı”nın da, iki gün sonraki 1 Eylül Barış Günü’nün de, bu ‘siyasal afet’ olma haliyle birlikte düşünülmesi, tartışılması gerekiyor.

“Zafer Bayramımızı yasaklıyorlar” söylemli itirazın, iktidarı çok rahatsız ettiği söylenebilir mi? Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Ege’de ‘bedel ödetiriz’ ajitasyonuyla yapılan askerî gösterilerin yanında hükmü nedir ki bu ‘bayramımızı isteriz’ muhalefetinin! 

Mesele, ‘Zafer’ denilenin bugüne bıraktığı gerçekliği ve ‘barış düşmanlığını’ birlikte tartışabilmektir. Bu haliyle, “Zafer Bayramı” da “Barış Günü” de halkın dünyasından çoktan kopmuş ve adeta ‘afetleşmiş’ bir düzenin aynaları olabilir ancak. 

Barış ve barışçılığın zerresinin sızdırılmadığı bir “Zafer Bayramı” kutlansa ne, kutlanmasa ne? Oysa barış mücadelesi, ‘barış’ı ihtiyaç kılan koşulların değiştirilmesinin mücadelesiyse eğer, “30 Ağustos Zaferi”, barış mücadelesinin de zaferi sayılmalıydı, değil mi? Ne gezer; işgal güçleri yenildi ama çok geçmeden “işgalci düşmanlar” yerini “iç düşmanlar”a bıraktı! Birlikte ‘zafer’ kazanılanlar ‘düşman’ sayıldı. “Türk devletinin ve Türk milletinin bölünmez bütünlüğü...” şeklinde kurulan ‘güvenlik’ ayetine bağlandı bütün ezberler. Hak ve özgürlüklerden söz etmek, “yıkıcılık ve bölücülük” babında karşılık buldu. 

Barışı savunmak da devlet güvenliğini tehdit etmekti ve zaptiye kuvvetlerine havale edildi. Direksiyonunda kim olursa olsun, ‘Barış’ demeyi kriminalize eden iktidar geleneği esas olarak hiç değişmedi.

Bugün çok daha böyle; aslında ‘resmi dil’de hep eğreti durmuş o “Yurtta sulh, cihanda sulh” düstûru bile sizlere ömür! 

Yine, Kürt sorunu gibi bir gerçeğin tartışma ve konuşma kanallarının çok daha kapatılmış olması da barışı dillendirmeyi zorlaştıran, neredeyse ‘suç’ sayan bir başka durum.  

‘Barış’ demek, barışı savunmak çok daha zor şimdi.

Çok daha önemli ama!

Menfezi boşalmış siyasal afetin enkazı altında kalmamak için…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...