12 Ağustos 2020 00:30

Mütegallibe ve âyan: Bir sınıf arkeolojisi

Süleyman Demirel'in 5 Ocak 1971 tarihli Adana gezisi

Fotoğraf: AA

Paylaş

1950’lerde atılım içinde olan Irak, Suriye ve Mısır’daki komünist hareketler 1960’lara gelindiğinde toprak reformuyla taşralı bir orta sınıf yaratan ve sendikal hareketi vesayet altına alan Arap sosyalizmi tarafından ezilmişti. Belki de bu yüzden 1968 devrimci dalgası kendine Arap sosyalizmi namını veren ve 1967 İsrail yenilgisinin şokuyla uğraşan ülkelerde ciddi bir hareket yaratmadı.

Aynı zaman diliminde hem Türkiye hem Suriye’de kentleşme sürecinin hızlandığı 1970’lere kadar kentin kırsalla bağlantısında stratejik bir pozisyon tutan toprak sahipleri bu siyasi üstünlüklerini kaybettiler. Ancak bu gelişme iki ülkede farklı siyasi saflaşmalara yol açtı: Suriye merkez sağı ve parlamento tamamen çöküp köy/taşra kökenli askeri bir cunta diktatörlüğü başlarken, Türkiye’de toprak sahibi Adnan Menderes’in koltuğuna İslamköylü Süleyman Demirel oturuyordu. Muhaliflerinin ona taktığı iki lakap Çoban Sülü ve Morrison Süleyman, toprak ve uluslararası piyasa arasında on sekizinci yüzyıldan beri aracılık yapan toprak sahibi rolünün artık mühendislik eğitimiyle kamuda genel müdürlüğe yükselmiş, uluslararası sermayeden mümessillik almış, müteşebbis bir köylü tarafından devralındığının simgesel bir işareti sayılabilir. Ne var ki, Menderes’in iktidar blokunun çelişkilerini çözmek Demirel’e de nasip olmayacaktı. Suriye’nin sol parlamentarizmi gibi Türkiye’nin sağ parlamentarizmi de anayasa karşıtı otoriter bir sağ popülizme yönelecekti. Nitekim kendi anlatımında Demirel, parlamentoyu kurtarmak için (Kendisinin zaten “bol geldiğini” açıklamış olduğu) 1961 Anayasası’nın asker vasıtasıyla askıya alınmasına seyirci kalmıştır. Suriye’den bir an Türkiye’ye dönerek iki ülkenin kaderine damgasını vurmuş toplumsal meseleye bakalım: Toprak.

İdamına günler kala hapishanede 1961 Anayasası’nı askıya alan 12 Mart 1971 muhtırasının analizini kaleme alan THKO Kurucusu Hüseyin İnan askeri darbenin hedefinin, Demirel liderliğindeki Adalet Partisinin (AP) yönetemediği gerici güçler arasındaki çatışmanın kontrol altına alınıp devletin birliğini sağlamak olduğunu öne sürüyordu:

“Zaman zaman AP’nin iktidardan çekilmek için yaptığı çıkışlar, iktidarın farklı çıkar gruplarından işbirlikçi burjuvazinin çıkarlarını temel alması ve toprak ağası, tefeci, mütegallibeye karşı tavır takınmasıdır… Gerici sınıfların arasındaki çelişki, toprak reformu konusunda önem kazanmış ve neticede toprak reformundan vazgeçildiği gibi, iktidar değişikliğine gidilerek mesele kapanmıştır. Faşist iktidarın politikası, işbirlikçi burjuvazinin çıkarlarına önem vermesine rağmen, parlamento, iktidarın toprak ağaları, tefeci ve mütegallibe karşısındaki kısmi olumsuz tavrına karşı bu gerici sınıfların tutucu yapısını ve çıkarlarını koruyacak güce sahiptir. Yani, hükümet ve faşist askerî güçlerle parlamento arasında gerici sınıfların çıkarlarını koruma açısından farklılık vardır.”[1]

İnan’ın rejim analizinde kullandığı mütegallibe kavramı bugünün genç kuşaklarına yabancı bir kavram. Siyasi lügatımızdaki bu değişimin bu toplumsal sınıfın siyaset sahnesinden çekilmesiyle bir alakası olmalı. Nişanyan Sözlüğü’ne göre Neşrî’nin 1492 tarihli eseri Kitab-ı Cihannümâ’da karşımıza çıkan bu eski tabir, Arapça galaba yani üstün gelmek fiilinden türemiş. Tarih içinde kavramın geçirdiği anlam değişikliği başka bir çalışmanın konusu. Ancak, yirminci yüzyıl başlarından itibaren Türkçe Marxist yazında da karşımıza çıktığını vurgulayalım. Örneğin, Şefik Hüsnü 1924’te Anadolu ahalisini oluşturan üç grubu sayarken birincisini “Kurûn-ı vustâî [orta çağa özgü] bir tagallüp [zorbalık] hayatı süren ağalar, beyler, şeyhler ve tevabii [maiyeti]” olarak tanımlar. Bu sınıf, kasabalı tüccar ve zanaatkarlar sınıfıyla beraber hükümet ve Halk Fırkasının toplumsal tabanını oluşturur. Şefik Hüsnü’ye göre “Derebeylik teâmülleri dâhilinde yaşayan ve eski zamanlardan kalma imtiyâzattan [ayrıcalıklardan] istifade eden kimselerin, mütegallibenin bir inkılâp idaresine zâhir [destek] olmaları ilk bakışta garip görünen bir vakıadır.”[2] Başka bir yazısında Şefik Hüsnü küçük köy ve kasabaların sınıfsal analizini yaparken “köyün âyanı, ağaları” olarak tarif ettiği mütegallibeyle işe başlar.[3] Arazinin büyük kısmını elinde tutan bu sınıf, devlet memurunu da kontrol etmekte ve böylece köylüyü serbestçe ezebilmektedir.

Şefik Hüsnü’nün mütegallibeyi tanımlarken kullandığı başka bir kavram olan âyan Hüseyin İnan’ın yazdığı 1972’de çoktan gündelik siyasi lügattan düşmüş, Osmanlı tarihi kitaplarına has bir terim halini almıştı. Kelime olarak Arapça “gözler” kelimesinden türetilmiş bu göz önünde olanlar, ileri gelenler ya da seçkinler grubu[4]; Ortadoğu tarihçiliğinin duayenlerinden Albert Hourani’ye göre on sekizinci yüzyıldan yirminci yüzyılın ortasına kadar Ortadoğu’da toprağa ve siyasete hakimdi.[5]

 

[1] Hüseyin İnan, “Türkiye Devriminin Yolu”, Türkiye Sosyalist Solu Kitabı I: 20’lerden 70’lere Seçme Metinler içinde, Hazırlayan: Emir Ali Türkmen, Ankara, Dipnot Yayınevi, 2013, ss. 481-482.
[2] Şefik Hüsnü, “Memleketimizde Siyasî Fırkalarla Sınıflar Arasındaki Münasebet”, Aydınlık, Sayı 28, Aralık 1924, Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm içinde, İstanbul, Yordam Yayınları, 2017, s. 117.
[3] Şefik Hüsnü, “Türkiye’de İçtimaî Sınıflar”, Aydınlık, Sayı 1, Haziran 1921, Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm içinde, s. 77.
[4] Jane Hathaway, The Arab Lands Under Ottoman Rule, 1516-1800, Harlow, Pearson Longman, 2008, s. 79.
[5] Albert Hourani, “Ottoman Reform and the Politics of Notables”, Emergence of the Modern Middle East içinde, Berkeley ve Los Angeles, University of California Press, 1981, ss. 36-66; Hourani’nin tezinin bir eleştirisi için bakınız: James L. Gelvin, “The ‘Politics of Notables’ Forty Years After”, Review of Middle East Studies, Cild 40, Sayı 1, ss. 19-30.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...