09 Ağustos 2020 00:11

Normal olanla yönelim olan

sovyetler birliğinde bir kadın mozaiği, iki kadın resmedilmiş

Fotoğraf: Soviet Artefacts/Unsplash

Paylaş

1990’lı yılların sonlarına doğruydu sanırım, İstanbul Barosu Başkanıydım ve aynı zamanda Uluslararası Avukatlar Birliği (UIA) Başkan Danışmanlarından biriydim. UIA yönetimi olarak her devletten üye baroların onayına sunulacak olan ‘Avukatlar Arasında Her Tür Ayırımcılığa Karşı’ bir sözleşme taslağı hazırlıyorduk. Ben ayırımcılık yasağına ‘cinsel tercihleri ya da yönelimleri nedeniyle’ ifadesini de koymayı önerdim. Tunus Barosu Başkanı şiddetle karşı çıktı. Karşı çıkışının gerekçesini bizleri İslami tefekkürün derinliklerinde gezindirerek sundu. Karşı çıkışı benim açımdan beklenmedik değildi. Ancak  Paris ve Londra Baro Başkanlarının öneriye şiddetle karşı koymalarına şaşırmış kalmıştık. İkisi de karşı çıkışlarını, cinsellik alanında normal olandan sapmayı ifade eden bir tercih ya da yönelime insan hakları temelinde meşruiyet kazandırılamayacağını belirterek savundular.

Geçtiğimiz günlerde, bir televizyon programında İstanbul Sözleşmesini savunan bir hukukçuyu cinsel yönelimi bir yandan insan hakkı olarak kabul edip öte yandan bu yönelime sahip kişinin ‘rol model’ konumuna gelmesi/getirilmemesi, uygulamada bu konuda gerekli özenin mutlaka gösterilmesi gerektiğini üstüne basa basa vurgularken izledim;  izlerken bu konuda yıllardır sürdürülen tartışmalardaki normal olan/yönelim sayılan ‘insanlık halleri’ arasında düşünsel gidiş-gelişlerin çatışmasını anımsadım, hafiften tebessüm ettim.

“Normal olan” nedir? “Normali normal yapan nedir?”

Böyle sorulduğunda cinsellikle üremeyi birbiri içine sokup, harmanlayıp, hal hamur yapıp, müziğe şiire bulayıp romantikleştirip, dağları deldiren, bin bir türlü engeli aştıran ve de yedi kuşak canavarın üstesinden geldiren aşk efsaneleriyle tarihselleştirip ardından inançların kaynağında keşfederek ulvileştirip, yetmedi toplumsal yaşamın merkezine yerleştirerek toplumsallaştırıp allaya pullaya  doğanın düzenindendir diye anlattığımız normal sayılan bir ‘normallik öyküsü’ vardır ki, türlü biçimlerde anlatılsa da hep aynı şeyi söyler: Doğa insanı, birbirinden farklı anatomik biçimlerde, birbirinden farklı işlevler yüklenmiş ama birbirini tamamlayan ve birinde rahim dediğimiz organ ile yumurta dediğimiz üreme hücreleri, diğerinde penis dediğimiz organ ile sperm dediğimiz üreme hücreleri bulunan  iki farklı cinsten varlık olarak geliştirmiştir. Bu iki farklı cinsin bedenleri farklı biçimlerdeki organların uyumlu birleşimini sağladığında, farklı işlevselliğe sahip üreme hücreleri rahim dediğimiz organda birbirleriyle kaynaşır, döllenir, değişir, dönüşür, beslenir, gelişme süreci sonunda zamanı gelir, bir yeni insan bireyi rahimden ayrılır, gözünü doğaya açar, yaşama merhaba der. İnsanın rahmi olan cinsi kadındır, penisi olan cinsi erkektir. Onların bedenleri birbirinden biçimiyle de işleviyle de farklı organlarının uyumlu birleşmesini sağlayacak şekilde bir araya geldiğinde, doğanın mucizesi, insan türünün canlılığını sürdürecek olan yeni bir insan bireyinin oluşum süreci başlar. İşte normal olan budur; yani normal olan kadınla erkeğin kendilerine özgü organlarının birbiriyle uyumlu birleşmesini sağlayacak şekilde cinsel ilişki kurup bedenlerini artistik, sanatsal bir faaliyetle yönetmeleridir. Doğa her iki cinse de bu cinsel faaliyetten haz duyma yetisi bahşetmiştir. Bu ilişki sürecinde yeni insan bireyini üreten cins kadındır, doğa ona bu işlevini yerine getirebilsin diye erkekten farklı mekanizmalarla donanmış organlar, duyular bahşetmiştir; kadının göğüsleri vardır, yeni insan bireyini belli bir süre besler, geliştirir; kadın yeni insan bireyini kokusuyla ayırt edebilir, onunla koklaşarak ilişki kurabilir  vs. vs. Bu normal olandan ayrılma ya sapmadır, ya bozukluktur, arızadır, doğaya başkaldırıdır; her ne olursa olsun, normal olmayandır.

Normal olmayanı ne yapabiliriz? Normal olanı anlatan öyküyü seslendirenler öyküye meşreplerine uygun sonuçlar bağlarlar. Kimileri normal olmayan yasaklansın der, kimileri normal olmayanı benimseyenler cezalandırılsın ister, kimileri normal olmayan hastalıktır, uygun tedaviyle hastalık iyileştirilsin diye temenni eder. Kimileri de normal olmayanı ‘tercih eden’ ya da normal olmayana ‘yönelen’ de insandır; ona bu tercih ya da yönelme hakkı tanınmalı der, bu hakkın insan haklarından sayılmasını ister.

Ben bu normal olanın öyküsünü sevecen dinlerim, dinlerken gülümserim.

Öyle yaparım; çünkü öyküye kendimi doğanın yerine koymuş dinlerken ki halimi tasavvur ederek kulak uzatırım. Kendimi doğanın yerine koyarım ama doğa olmadığımı bilirim, doğanın içindeyimdir, doğanın parçasıyımdır ancak doğa değilimdir. Yine de, doğa-insan olsam normal olanın öyküsünü doğa-insan bakış açımla, sevecen bir üslupla ve gülümseyerek şöyle yorumlardım diye düşünürüm.

“Ey kendini insan diye tanımlayan, türünü kadın ve erkek diye kategorileştirdiği iki cinse ayıran ve türünün canlılığındaki sonsuzluğu normal olanın öyküsünde anlattığı gibi bu iki cinsin cinsellik alanında kurduğu ilişkide sabitleştiren varlık! Ben sana türün bireylerinin yeniden üremesi için üreme hücrelerinin, senin deyiminle yumurta ve spermin birleşme, döllenme, bölünme, değişme, dönüşme, gelişme, farklılaşma sürecinin oluşması gereklidir dedim. Sen tuttun bu süreci normalin öyküsünde anlattığın biçimde kurguladın; üreme ile onunla harmanlanmaması gereken ve senin cinsellik dediğin biyolojik tabanlı bir haz alanını harman dolan ettin, öyküyü öyle yazdın. Öykü yazmakla kalmadın, öykündeki kurguyu toplumsal yaşamın merkezine koydun. Böyle yaptın, haz alanını tanımlayan cinselliği yeniden üreme ekseninde toplumsallaştırdın, toplumsal yaşamın yapılandırılmasında asla değiştirilemez veri ilan ettin. Yeniden üreme ekseninde toplumsallaştırdığın cinselliği normalin öyküsü değişmesin diye resmileştirdin, hukuki normlarla güven altına aldın, evlilik kurumuyla yapısallaştırdın, tek meşru ilişki biçimi olarak neredeyse kutsallaştırdın. Yeniden üreme ekseninde irdelediğin cinsellik üzerine akrabalık sistemleri kurdun, miras ve mülkiyet ilişkileri ihdas ettin, eğitim-kültür-siyaset alanları inşa ettin. Üreme hücresiyle üreten, kadın diye tanımladığın türün bireyine toplumsal ilişkiler ağında yeni birey oluşurken kutsallık, yeni bireyin gelişim sürecinde ‘analık’ işlevi yükledin, bu işlevi ‘ev içi düzen kurucu’ rolüyle allayıp, pulladın; üreme hücresiyle ürettiren, erkek diye tanımladığın türün bireyine de toplumsal ilişkiler ağında ‘ev içi düzen kurucunun’ ve yeni üremiş bireylerin ‘ev dışı faaliyetleriyle geçimini, geleceğini, esenliğini, güvenliğini’ sağlama işlevi yükledin, bu rolle taçlandırdın. ‘Ev içi düzen kurucu’ rolü ile ‘ev dışı faaliyet’ rolü arasındaki ilişkilerin toplumsal yaşamda ürettiği çelişkiler söz konusu olduğunda ‘ev dışı faaliyet’ başrolündeki karaktere ‘ev içi düzen kurucu’ rolünü özümseyerek benimseyen karakter üzerinde rolünü gereği gibi yapmadığı, bu rolü sorguladığı, rolünü benimsememeye başladığı, rol değişimi istediği, rolünü inkar ettiği, rolünden saptığı, rolüne başkaldırdığı durumlarda rolüne dönmesini sağlayacak türlü çeşitli meşru vasıtalar, bu arada güç kullanma, gücü şiddete dönüştürebilme olanakları tanıdın. Özetle, on binlerce yıl önce kurguladığın ‘cinselliği yeniden üreme ekseninde toplumsallaştırma’ süreci tarihsel akışında türünün bireylerini kendi cinselliklerine yabancılaştırmakla kalmadı, kültürel yapıda erkeğin kadına kadın olduğu için şiddet kullanmasını meşru gören anlayışa maddi zemin oluşturdu.

Belki bu süreç türünün evriminde kaçınılmazdı; olabilir, ancak bu durum normalin öyküsünü tek gerçeklik olarak kabul etmeyi zorunlu kılmaz.

Ey kendini insan diye tanımlayan varlık! Senin toplumsallığının şimdiye kadarki özelliği tekliği, en fazla çoğulculuğu esas almasıdır. Doğanın özelliği ise çeşitliliğin sınırsız olmasıdır. Doğaya atıfla meşrulaştırmaya çalıştığın normalin öyküsünde anlatılan üremenin bir yoludur ama tek yolu değildir. Öyküde anlatılanın üremenin tek yolu olmadığını, üremenin şaşırtıcı, heyecan verici çeşitliliğini sen kendi bilimsel araştırmalarınla, kendi deney ve uygulamalarınla keşfettin.

Senin keşfettiğin üremedeki çeşitlilik cinselliğin üreme ekseninde toplumsallaştırılmasındaki meşruiyetin sorgulanmasını sağlamakla kalmıyor, bireyler bunun ötesine geçiyor, cinselliklerine yabancılaştırıldıklarının bilincine varıyorlar; cinselliğin çeşitliliğini haz alanında keşfediyorlar. Ve yabancılaştırıldıkları cinselliklerini yeniden keşfetmenin toplumsallığını kurguluyorlar. Ey kendini insan diye tanımlayan varlık, görünen o ki artık normalin öyküsündeki tekliğin yerini hazzın çeşitliliğini anlatan normalin öyküsü alıyor. Haz alanında cinselliğin tek hali yok, çeşitli halleri var. Demem o ki, doğa açısından çeşitliliğin her hali normal.”

Kendimi doğa-insan yerine koyarak o gözle yaptığım yorumu, insan halimle sonlandırırsam, şöyle söyleyebilirim: Normal olmayan, bozuk olan, sapma olan, arıza olan, tedavisi gereken hastalık olan, insan hakkı olarak ilan edilmesi gereken tercih ya da yönelim olan bir ‘insanlık hali’ söz konusu değil. İnsanlık hali, haz alanında aralarında normallik bakımından fark bulunmayan cinsellikteki çeşitliliğin doğallığını ve meşruiyetini birlikte yaşamanın toplumsal kurgusuna temel alan mücadelede yeni biçimiyle filizleniyor. Toplumsal yapının çeşitlilik temelinde yeniden örgütlenmesi kadına kadın olması nedeniyle uygulanan şiddetin tarihsel/kültürel zeminini de ortadan kaldırabilecektir.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...