Devlet Cuma'sı, "YAE" muhabbeti ve CHP Kurultayı

Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA

Osmanlı devletinden yaklaşık 8 yüzyıl önce inşa edilmiş bir katedral/kilise, yapılışından tam 1483 yıl sonra ‘Osmanlı emaneti’ ajitasyonlu bir siyasal gösterinin konusu oluyor. Basit bir ‘dini inanç’ akidesinin yerine getirilmesi değil. Siyasallaşmış ve üstüne iktidarlaşmış bir ‘inancın’ tamamen siyasî ihtiyaçları üzerinden gerçekleştirilmiş bir hamle... İktidarın yönlendirmesiyle Ayasofya’ya akan binlerce insan, farkında olsun olmasın, özgün bir siyasal mitingin katılımcısı oldu aslında. Bu Cuma başka bir Cuma’ydı yani.

"Başka" olduğunu şu fotoğrafa bakıp da anlayabiliriz mesela: Bir yanda elindeki kılıçla hutbe okurken ‘kılıç hakkı/kılıç artığı’ geleneğine selam çakıp geçmişi ihya eden iktidar memuru Diyanet Başkanı; diğer yanda ise ne kadar ‘dindar’, ‘yerli’, ‘milliyetçi’, ‘muhafazakâr’ olduğu şüphe götürmez(!) katılımcı Çiller! Uyum müthiş doğrusu...

HAYALLER GÜZEL DE GERÇEKLER OLMASA!

Tamamen siyasî bir nümayiş olduğu, üzerine üfürülen efsanelerden de belli. Gazlamalar... Uçmalar... Neler neler...

A. Dilipak örneğin, Ayasofya Cuma’sından hareketle, coştu ve “Bugün Osmanlı Milletler Topluluğu ve İslam Milletler Topluluğu hayalinin canlandığı gündür” dedi.

Hayaller güzel de gerçekler olmasa! Osmanlı egemenliğini hiç de hayırla yadetmeyen hangi “İslam Milleti” Dilipak Türkiye’sinin liderliğine heves ediyormuş ki? Ayasofya’nın cami yapılmasına en önce itiraz edenlerden birinin, Sünni İslam’ın entelektüel birikiminin bin yıllık merkezi sayılan Mısır’daki El Ezher Üniversitesi olmasının anlatacağı bir şey olmalı herhalde...

Velhasıl, esas olarak iç politikada karşılığı olabileceği varsayılmış siyasî hamleler bunlar. Erdoğan iktidarı hangi alanda ajitasyon yükseltiyorsa o alanda sıkıntı var demektir. Fetih, Ayasofya, İstanbul Sözleşmesi’nden ricat... Davutoğlu ve Babacan/Gül ekiplerinin ‘otantik’ tabandan en küçük bir parça götürmesi bile hayatidir artık. Malum, yüzde 51’in 1 buçuğu bile kopsa belirleyici olabilecektir. Dikkat edilirse, özellikle Babacan ve Davutoğlu konuşmaya başladıktan sonra Saray siyasetinde dincilik–muhafazakarlık dozajı daha bir koyulaştı.

BEKLEYENİ AYARSIZ BIRAKAN AYARLAR!

Ama şunun altını çizmek gerekiyor. ‘İç siyasete dair hamleler’ geçici, gündelik manevralar olmanın ötesinde anlamlar içeriyor. ‘İç siyaset’ Saray iktidarı açısından klasik bir ‘iktidar-muhalefet kapışması’ değil artık. İktidarını kalıcı hale getirmek ile deyim yerindeyse 24 ayar saf otoriter, baskıcı bir rejim inşası içiçedir. Dindâr/kindâr nesiller yetiştirerek muhafazakâr toplum inşa etmek, fetihçi, cihadçı, milliyetçi damarları daha da şişirerek yeni bir siyasî iklim ve siyasal düzen arayışı... Saray iktidarı için ‘iç politika’ budur aslında, ‘CeHaPe’yle atışmalar değil...

Tekrarlayalım, şunu demek istemiyoruz yani: Ayasofya, İstanbul Sözleşmesi, vs, hamleleri tabana dönük gelip geçici atraksiyonlardır, AKP fabrika ayarlarına geri dönecektir, vs... Ki böyle düşünenler de yok değil. ‘AKP’nin fabrika ayarları’ diye bir efsanenin peşinden koşan ‘gözü kara’ aşıklar hep oldu... Yatıp kalkıp o fabrika ayarlarına dönüleceği rüyasını görürler. Boş bir beklenti ve bekleyeni ‘ayarsız’ bırakmak dışında bir karşılığı olmamış, olmayacaktır bu ‘AKP’nin fabrika ayarlarına dönüş’ rüyasının...

AKSAÇLILAR BİLDİRİSİNDEN YAE MUHABBETİNE

Bir zamanlar bu ‘rüya’nın bizzat içinde yaşayıp, “Demokratik devrim İslamcıların omuzlarında” şeklinde ‘tarihsel’ belirlemelerde bulunan nice liberalin yaşadığı hayal kırıklığı ve hüsran ortada. Kapıldıkları o ‘muhafazakâr demokrat’ rüzgâr bazılarını hapislere, bazılarını sürgün yaşamlarına savurabildi. ‘Savrulmayıp’ güdümlü Saray memurlarına dönüşenler de oldu tabi. Şimdi, ‘Aksaçlılar’ bildirisine imza atan bazı eski AKP/Cemaat yanlıları ise AKP iktidarını ‘tehdit’ olarak değerlendirme noktasına geldiler. Önemlidir elbette. Bunlara “asıl suçlu” muamelesi yaparak, “Susun bari, konuşmayın” diyerek nefret duygusunun ötesine geçememek, küçük burjuva yerçekimsizliğin tezahüründen başka bir şey değildir. Apolitiktir. Bu apolitik tutumun Saray siyaseti açısından kendiliğinden bir ‘artı unsur’ olarak değerlendirildiğini bilmek zor olmasa gerek. Elbette yetmez ama evetçi (YAE) tutumun bir dönemki rolü ve misyonu unutulamaz. Ama mesele ‘eski’yi konuşmaksa, madalyonun ‘ulusalcı’ yüzünün şeceresini de bilmiyor değiliz. Ceberrut, anti demokratik ‘müesses nizam’ın bütün günah defterlerine sahip çıkarak AKP’nin karşısında pozisyon tutmaya çalıştılar. Sonuç ortada: Demokrasi ve özgürlükler konusunda AKP iktidarının geleneksel devlet siyasetiyle içiçe girdiği, AKP’nin devletleştiği bir noktaya gelindi. Zamanında YAE’cilerin AKP/Fethullahçı ortaklığının yanında yer almaları gibi, bugün de birçok ‘ulusalcı’ Saray iktidarının yandaşı. Örnek mi? ‘Yurtsever’ ilan edilip seçimlerde (baraj altında kalmasınlar, yazııık!) diye oy verilen MHP, tabi ki Perinçek grubu ve Ergenekon davalarından birçok isim... Ez cümle, sakız çiğnenir gibi olur olmaz çiğnenen bu YAE’ciler tartışmasının bir de bu açıdan düşünülmesi gerekmez mi? Bugün hangi noktadayız ve günün öne çıkan ve en geniş çevreleri fiziken olmasa da bir şekilde yanyana dizebilecek asıl tehdit nedir? Soru budur. Kimin ne yaptığı, ne rol oynadığı ya da oynamadığı tarihin hafızasına kaydedilmiş olduğu kadar bu güncel soruya verdiği yanıtla da ilgilidir.

KİMSE KORKAKLARA İKTİDAR VERMEZ!

Örneğin kapsadığı alan yani cürmü düşünüldüğünde, iki gündür kurultayını yapmakta olan CHP’nin bu ‘rejim inşası’ sürecindeki rolü, en azından YAE’cilerin malum rolünden çok daha ‘tarihsel’ ve belirleyici değil midir?

Sadece bir iki örnek: Anayasaya aykırılığını bile bile milletvekili dokunulmazlığı meselesinde evet demek... Referandumda hile yapıldığını söyleyip halkın sokaklara çıkıp dillendirmesine karşı çıkmak... “Mehmetçiğin burnu kanamasın” diye Suriye'ye asker gönderme tezkeresine evet demek... “İdlib'te ne işimiz var” diye söylenip AKP ile ortak kınama metni imzalamak...

İşte bu ve benzeri nice siyasal tutarsızlık üzerinden şekillendirildi ‘Tek adam rejimi’.

Şimdi de gelinen noktada ‘iktidar kurultayı’ toplanmakta. Bu ikircikli, titrek, sarsak, kategorize edilmiş ‘muhalefete’, kusura bakılmasın ama kimse iktidarı vermez!

Ne diyordu en son Kılıçdaroğlu: “Erdoğan’ın gidici olması için özel bir çaba harcamaya gerek yok.”

CHP’nin gerçeği açısından bu özlü sözde yatan açmaz, kurultayda açıklanan parlak manifestolardan çok daha belirleyici değil mi?!

Ne dediğin değil, ne yaptığındır önemli olan...

Evrensel'i Takip Et