‘Kurucu efsane’ anlatmak kolay da beleşe kuruculuk kolay mı öyle?!

Fotoğraf: AA

15 Temmuz darbe girişiminin dördüncü yıl dönümünden geçtik. Resmi kaynaklı haberlere göre bu yıl yurtdışı dahil toplam 3 bin etkinlik düzenlenecekti. Saymadık ama yapılmıştır herhalde. Yine İletişim Başkanlığı’ndan öğrendiğimize göre, bu yılki etkinlik sayısı geçen yılın 6 katı. Etkinliklerin amacı olarak saptanmış “toplumsal hafızanın canlı tutulması” ihtiyacı, bir yılda altı kat büyümüş demek!

“Milli Birlik ve Demokrasi Günü” olarak lanse edilen 15 Temmuz’da Fethullahçı çetenin başını çektiği darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ama neler olup bittiğine dair hazırlanan Meclis komisyonu raporunun üzerine bile kalın bir sis perdesi çekilmiş, darbe girişiminin kritik aşamaları, her ‘karanlık iş’ gibi, ‘tarihe’ bırakılmıştı. Sonrasını ise hepimiz biliyoruz, nasıl bir döneme girdiğimiz kafamıza vura vura belletildi, belletiliyor. “Demokrasi günü” deniliyor ama Türkiye’nin 15 Temmuz sonrası ‘daha demokratik’, ‘daha özgürlükçü’ olmadığını söylemeye gerek yok herhalde. ‘Tek adama’ bağlanmış devlet dizaynının en küçük bir demokratik hak ve özgürlükle bağdaşmadığını her gün yeniden tecrübe ediyoruz.

‘MİLLİ BİRLİK’TE KİM KALDI?

Gelelim “Milli Birlik” mefküresine...

Dört yıl önce ‘Yenikapı ruhu’ diye fotoğraflanan o ‘birlik’ten eser var mı şimdi? OHAL’le başlayan ve ‘tek adamcı’ düzene varan süreçte, bırakın ‘iflah olmaz’ geleneksel muhalifleri (sosyalistler, devrimciler, Kürt siyaseti), itiraz eden düzen içi muhalifler bile ‘gayri milli’ bellendi. ‘Devletin kurucu partisi’ denilen CHP’den itiraz eden sağ/muhafazakar kökenli bazı gruplara kadar bir dizi ‘muhalif’, bu parantez içine alındı. Geriye AKP dışında, MHP ve 15 Temmuz’da başlayan yol arkadaşlığını sürdüren,  ‘Ergenekoncu’ diye bilinen çizgiden bir kesim kaldı. Ki bu kesimle de bir yanı “ABD mi Rusya mı?​” ikilemine bağlanan malum ‘eksen’ tartışması içinde çok ‘hassas ve kırılgan’  bir denge içinde olunduğu görülüyor.

Velhasıl, 15 Temmuz’un atfedilen ‘demokrasi ve milli birlik’ misyonuna uygun zemini çoktan yitirdiğini söyleyelim. Buna karşın, 15 Temmuz’dan ‘kurucu mit’ yaratma çabasının sürdürüldüğü açık. Bu ‘kuruculuk’ iddiası ya da hayali ise bizzat kendi sınırlarını ve kapsama alanını daraltan bir ‘açmaz’ barındırmakta...

ORTAKLARIN FARKLI 15 TEMMUZ PERSPEKTİFLERİ...

Dediğimiz gibi, şu veya bu ölçüde iktidar bloku içinde yer alan ‘Ergenekoncu’ çevrelerle (Bahçeli MHP’si de dahil) Saray AKP’si arasında bulunan zaviye farkının görünürleşen ipuçları var. 15 Temmuz’a “kurtarılmış ‘eski’nin muhafazası” olarak anlam yükleyenler ile “yeni bir ‘kuruluş’un miladı” olarak bakanların, bugüne kadar örtük tutulabilen ama gelecekte daha da görünür olacak bir gerilim zemini mevcut...    

15 Temmuz’da Cumhuriyetin çağdışı bir cemaat marifetiyle elden gideceğini, darbenin başarısızlığının bir anlamda Cumhuriyet’in kurtarılması/muhafaza edilmesi olduğu saikiyle (söylenen bu!) Erdoğan iktidarıyla ittifakını gerekçelendiren kesimin şöyle bir iddiası olageldi: Darbe girişiminin bastırılmasında ordu içindeki Ergenekoncu denilen subaylar belirleyici rol oynadı. Özellikle Perinçek grubu bu kesimin en popüler örneği durumunda. Erdoğan’ın 1923 Cumhuriyetinin kurtarılmasında rol oynadığını, FETÖ/ABD/PKK düşman ‘blokuna’ karşı ‘milli’ bir pozisyonda olduğunu, dolayısıyla AKP/MHP’yle ittifakın da ‘milli’ bir ittifak olduğunu söyleyip durdular.

Peki Saray ya da ‘kökten AKP’ diyebileceğimiz iktidarın giderek daha görünür olan 15 Temmuz perspektifi nedir?

Tekçi iktidar kurumsallaştıkça, ‘15 Temmuz Destanı’ yeni bir kuruluşun ilk adımı olarak propaganda edilmeye başlandı. Dört yıl sonra da bu ‘kuruluş’ ajitasyonundan hiç de irtifa kaybedilmediği, aksine dozajın daha bir arttırıldığı söylenebilir. Açıkçası, 15 Temmuz, iddia olunan ya da hayalleri süsleyen ‘yeni kuruluş’un 19 Mayıs’ı olarak kabul ettirilmeye çalışılıyor. Yeni rejim inşasının kültürel-ideolojik veçhesinde önemli yeri olan bu yeni ‘dönüm’ efsanesinin toplumsallaşması için devletin propaganda aygıtlarına tam mesai yaptırılıyor.

KURUCU İDDİA GERİLİM BİRİKTİRİYOR

Sadece propaganda da değil, idarî adımlarla da desteklenen bir süreç aslında. Çok yankı uyandıran Ayasofya tartışmasının bir boyutu da böyle mesela. 1934 tarihli ve bizzat önceki ‘kuruluş’un tartışılmaz tek adamı M. Kemal imzalı Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülen Ayasofya, bu karar lağvedilerek, ‘yeni kuruluş’un Reis’inin inisiyatifiyle camiye dönüştürülüyor. M. Kemal imzasının kadük kılınmasının, özellikle AKP de dahil Müslüman-muhafazakar kesimler açısından yol açtığı algı çarpıcı olsa gerektir. Bunun, hedeflenen (özellikle AKP’den kopan ve partileşen yeni iki gruba doğru kaymasının önüne geçebilecek) konsolidasyonunun ötesinde de bir anlamı var yani.

Sonuçta 15 Temmuz’la eşiğinden geçilmiş ‘kuruluş’un (Tek adam rejimi), yeni bir devlet ve onun lideri algısını tahkim etmeye dönük boyutunun, ittifak blokunun ‘ulusalcı/Ergenekoncu kesimi açısından bir çelişki ve kaygı konusu olduğu/olacağı, gerilim biriktirdiği tahmin edilemez değil.

BİR 15 TEMMUZ TARTIŞMASINDAN YANSIYAN...

Perinçek’i piyasadaki en popüler temsilcisi olarak kabul edersek, abone olduğu tv programlarındaki tutumuna bakınca, ittifakın sürmesi için deyim yerindeyse alttan alan tarafın yine de bu kesim olduğunu gözlemleyebiliriz. Bazı tartışma başlıkları es geçiliyor mesela. Nitekim altı AKP’liyle çıktığı bir tv kanalının ‘15 Temmuz Özel Yayını’nda AKP’lilerin cüretle açtıkları tartışmalarda, “onu geçelim, şunu tartışmaya gerek yok...” diyerek, ‘askeri vesayet’, 28 Şubat, 27 Nisan e-muhtırası gibi, kendi yakın tarihinin en militanca savunduğu başlıkları bile savunmaktan imtina edip geçiştirmeye çalıştı Perinçek. Tam bir “aman ağzımızın tadını bozmayalım, paşa paşa beraber yürüyelim işte” tavrı... Zıvanadan çıkma noktasına gelmemek için epeyce alttan alıp geçiştiriyor ama ne mümkün, karşısındakilerin bu ‘hassasiyeti’ taktığı yok. Tartışma, “Rusya da dostumuz değildir”den başlayıp ‘15 Temmuz darbesini kim bastırdı?​’ sorusuna geliyor ve Perinçek patlıyor sonuçta!

“Komik olmayın, halk değil ordu önledi darbeyi”  diyor ve saydırıyor: “Komuta kademesi katılsaydı, Hulisi Akar ‘tamam’ deseydi, halk ya da polis engelleyebilir miydi?... Darbeyi Türk halkı önledi demek, orduya karşı kışkırtıcılıktır, strateji bilmezliktir. Bunlar ciddi yanlışlardır...”

“Sayın Cumhurbaşkanı halkı meydanlara çağırmasaydı darbe önlenemezdi” diye kendisine itiraz eden AKP’liyi yanıtlarken de, “Neden hemen yapmadı o çağrıyı da saatlerce bekledi?​” diyordu Perinçek. Şunu demek istiyordu; ordu içinde darbeye itiraz geldiği, Balyoz ve Ergenekon davalarında mağdur olmuş subaylar karşı çıkıp, komuta kademesi darbecilere itiraz edince Erdoğan da cesaretlendi ve halkı meydanlara çağırdı. O anda da zaten darbe yenilmişti...

Perinçek’in şu ‘dostça’ uyarısı ise oldukça çarpıcıydı doğrusu: “Ordu olmadan darbe bastırılabilir mi? Siz böyle yaparsanız 15 Temmuz’ları önleyemezsiniz...”

15 Temmuz sonrası sürecin en militan savunucuları arasında geçen bu tartışma bile, ‘milli birlik’ denilen iktidar hedefinin bizzat iktidar ekseninde yer alanlar içinde tamiri güç defolar barındırdığını gösteriyor. ‘Kurucu efsane’ anlatmak kolay da beleşe ‘kuruculuk’ kolay mı öyle! Şurasından burasından biraz kazıdığında neler çıkar ortaya. Öyle çelişkiler hasır altı edilmiştir ki, zamanını bekleyen. Her yolun bir sonu, her çelişkinin de bir zamanı vardır. Türküdeki gibi “ayağıma diken değdi gül sandım” denilerek çıkılan yollar, gün gelir ayaklara dolanır ve geriye, dikenlerle yara bere içinde kalmış ayaklar kalır...

Boşuna demişler; akılsız başın cezasını ayaklar çeker diye!

Evrensel'i Takip Et