23 Haziran 2020 22:04

Savunmanın yürüyüşü bize ne söylüyor?

Baro başkanları yürüyüşü

Fotoğraf: AA

Paylaş

AKP iktidarının, sorun olarak gördüğü yapılara dair üç ayaklı bir refleksi oluyor. Önce ele geçirme; bunu gerçekleştiremediğinde baskı altında tutarak etkisizleştirme ve tasfiye etmek. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) üyeleri iyi hatırlar. Sanıyorum 3-4 kongre önceydi. İktidara yakın gazetelerden, TGC’nin genel kurulu öncesi bir anda yoğun bir üyelik furyası oldu. Daha önce TGC binasına yolları düşmeyen iktidar basınının yöneticileri o kongre günü TGC’nin Cağaloğlu’daki binasındaydı. Ama olmadı, kaybettiler. Sonra da Cemiyete uğramadılar ve gazetelerinden TGC’yi hedef göstermeye devam ettiler.

AKP’nin, bir başka operasyonu ise Türkiye Gazeteciler Sendikasına (TGS) yönelikti. TGS’yi o zamana kadar en fazla üyeye sahip olduğu Anadolu Ajansından tasfiye etmek için, bu ajans bünyesinde 9 Mart 2012’de Medya İşçileri Sendikası (Medya-İş) kuruldu.

Basın İlan Kurumundaki (BİK) iktidar denetimi; ‘yerellerin inisiyatifi’ni artırma adı altında, kendisine yakın dernekleri dahil ederek, ele geçiremediği meslek örgütlerinin etkisini kırma hamlesiyle başladı. SETA’cıların yönetime gelmesi ise artık son hamleydi.

İktidarın meslek örgütleri, odalar ve barolara yönelik hazırlıkları da aynı taktiğin bir devamı. Ancak Avukatlık Yasası’nda değişikliğe giderek, iktidarın denetim kuramadığı baroları etkisizleştirme hamlesi karşısında savunma sıkı durdu, duruyor.

60’a yakın ilin baro başkanının “Savunma yürüyor” adıyla başlattığı yürüyüş 4’üncü gününde Ankara’ya dayandı. Bu yazının yazıldığı pazartesiyi salıya bağlayan gece, kente girişleri engellenen ve polis tarafından tartaklanan baro başkanları kararlı bir biçimde bekleyişlerini sürdürüyorlardı. Birçok ilde de avukatlar, baro başkanlarına destek için adliyelerin ya da baroların önlerinde eylemler yaptılar.

Her toplumsal kesimin direniş ve mücadelesi, kendi özgüllüğünde etkiler yaratır. Bir yürüyüş, öncesinde kestirilemeyen yolları açar. Başkentin kapısını baro başkanlarına kapatanlar da dahil herkes, bu yürüyüşün hangi yolları açacağını zaman içinde görecek.

Kimileri, Zonguldaklı madencilerin Ankara yürüyüşünü, karşılaştıkları engelle ve durdurulmuş olmalarıyla hatırlar. Oysa 1989 Bahar Eylemleri ile birlikte bu yürüyüş, mücadeleci bir sendikacı kuşağının yetişmesi bakımından bir damar oluştururken, siyasette de ciddi sonuçlar doğurmuştu. 1989 Bahar Eylemleri sürecinde, 26 Mart 1989’da yapılan yerel seçimlerde iktidarda bulunan Anavatan Partisi (ANAP) büyük oy kaybına uğramıştı. 1987 genel seçimlerinde yüzde 36.3 oy oranıyla iktidara gelen ANAP, 1989 yerel seçimlerinde yüzde 21.8’e geriledi. Bu seçimlerde SHP’nin oyu yüzde 28.7’ye çıktı.

1991’deki Büyük Madenci Yürüyüşü’nden sonra yapılan seçimlerde de ANAP iktidarı kaybetti, SHP-DYP koalisyonu kuruldu. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, 1992’de yapılan Türk-İş Kongresinde iktidardan düşmelerinde işçi eylemlerinin etkisini açıkça kabul etmişti.

Kuşkusuz farklı tarihsel süreçlerden ve güçlerden bahsediyoruz. Baro başkanlarının Ankara yürüyüşü ve avukatların eylemleriyle birlikte vardığı boyut da kendi özgülünde pek çok bakımdan övgüye değer özellikler taşıyor.

Kendi makamsal pozisyonunu iktidar ile dirsek teması halinde koruyabileceğini uman Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nu ‘hükümsüz’ hale getirmek, bunlardan sadece birisidir.

İktidarın siyasal operasyonunun bir parçası olarak açılan davalarda hakimlerin, savunma hakkını ihlal ettiğine ve avukatları duruşma salonundan çıkardıklarına defalarca tanıklık ettik.

Baro başkanlarının yürüyüşünün ve avukatların duruşunun bu açıdan neyi ifade ettiğini bir anekdotla anlatmak daha yerinde olabilir. John Berger, Yücel Göktürk’e anlattığı düşüncelerinden oluşan ve Metis Yayınları’ndan çıkmış olan ‘İstanbul’dan Gelen Telefon’ adlı kitapta, kendisini çok etkileyen bir konuşmayı aktarır. ’68 olayları sırasında Prag’da bulunan Berger’e bir Çek öğrenci şöyle der: “Bizim meselemiz önümüzdeki 24 saati azami öz saygı ve haysiyetle ve asgari tavizle yaşamayı becermek. Bizim tek derdimiz öz saygımızı, haysiyetimizi yitirmeden yaşamak.”

Bu sözlerin kendisi üzerindeki etkisini de John Berger, şu sözlerle dile getirir: “Bu sözler beni sarstı. O gün bugündür ‘azami öz saygı - asgari tavizle yaşamak’ mefhumu kulağıma küpedir. O Çek öğrencinin sözlerini hiç unutmadım. Yazdığım her şey bir bakıma onunla bağlantılıdır.”

Şimdi savunmanın bu yürüyüşü, aslında adalet ve demokrasiye ihtiyacı olan hepimiz için, ‘azami öz saygı’ ve ‘asgari tavizle’ yaşamanın önemini bir kez daha hatırlatıyor. Hem de çok güçlü bir biçimde. Az şey mi?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...