14 Haziran 2020 00:10

‘Aman ha tuzağa düşmeyelim’ diyerek tuzağa düşmek!

HDP, 3 ismin milletvekilliğinin düşürülmesini Diyarbakır'da protesto etti.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Her iktidarın vazgeçilmez uğraşıdır, siyasete ‘meşruiyet’ sınırları belirlemek. AKP iktidarının da hele 15 Temmuz sonrasından itibaren en çok yüklendiği ve epey de başarılı sayılabileceği bir mesaidir bu. ‘Beka’, ‘Millilik’, ‘Yerlilik’, vb. gibi kendi ‘gönlünce’ anlamlandırdığı kriterlerle dayatılan parantezler... Muhalefet, ‘meşru’ olabilmek için o sınırlara riayet etmelidir! ‘Meşru siyaset’in hem içerik hem de yürütülebileceği ‘saha’ açısından, bu parantez içinde daha spesifik kıskaçlara alınması da başka bir boyut oluyor. Giderek sıkıştırılan kıskaçlarla, gösteri, yürüyüş benzeri temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bile ‘darbecilik’ sayılıyor mesela. Yine, malum, çizilen ‘meşru siyaset’ koordinatları, HDP’yi ve HDP’ye ‘selam vermeyi’ bile ‘gayrimeşru’ olarak belirliyor. Sosyalist-devrimci sol dışında, bu ‘meşruiyet’ kriterlerine büyük ölçüde ayak uydurulduğunu, 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana tabanda uç veren aksi eğilimlere rağmen, bu uysallığın sürmekte olduğunu gözlemlemek zor olmasa gerek.

Aslında iktidara muhalif hemen herkesin bu tabloyu gördüğünü ama kendi meşrebince okuyup anlamlandırdığını söyleyebiliriz. Genel olarak şöyle bir tespit yapılmakta: “İktidar, siyasetin alanını daraltıyor.”

Durumu ve sorunu teşhis ederken ortaklaşılan bu tespit, çözüm konusunda gösterilmiyor ama... Ki bunun da anlaşılır nedenleri var, ülkenin tarihsel-toplumsal-sınıfsal gerçekleri bağlamında edinilmiş siyasal kimlik ve pozisyonlar belirleyici oluyor elbette.

TEMEL KAYGI, ‘SEÇİMDE OY KAYBEDERİZ’ OLUNCA...

‘Erken seçim’ ekseninde yapılan tartışmalar da özetlediğimiz ‘siyasete koordinat biçme’ unsurlarını içeriyor. Bir yandan, iktidarın eteklerine tutunmaya çalışan sözde en ‘öncü’ ama en saldırgan, en şirret kesimince ‘kapatılsın’ denilen ve iktidarca da kapatılmaktan beter edilmeye çalışılan HDP’nin (Kürtlerin) oyu, seçimdeki tutumu, ‘Millet İttifakı’yla ilişkisi, vs. tartışılırken; diğer yandan da siyaset yapma alanı Meclis’e, siyaset konusu da sadece seçimlere endeksleniyor.

Özellikle CHP yönetiminin sergilediği çizgi bu açıdan önemli. Geniş halk yığınlarının demokrasi ve özgürlükler mücadelesine dair eğilimlerini etkileyen bir rolü var çünkü CHP’nin. DEVA ve Gelecek partileri söz konusu olunca, peşin destek vaat edebilen ama azledilen HDP’li vekilleri anmakta bile imtina eden bir ‘demokratlık standartı’ söz konusu. Gerekçe, ‘seçimde oy kaybederiz’ oluyor herhalde. Ya da öyle anlaşılsın isteniyor. Sonuçta başta belirttiğimiz o kıskaçlı ‘parantez’den çıkılmamış oluyor: Anayasal bir partiden uzak duruluyor ve siyaset seçime koşullanmış oluyor.

Hadi kabul edelim ki verili durumda HDP ile CHP’nin güç birliği yapması, oy kaybettiriyor olsun. Siyaset, aynı zamanda verili durumları, dengeleri değiştirme mücadelesi değil midir? Bugün seçim olsa oy kaybettirme olasılığı da bulunan böylesi bir denklemin, toplumsal mücadelenin seyri açısından nasıl bir güç düzeyini tetikleyeceği, günlük mücadele içinde hangi dinamiklerin yolunu açacağından hareket etmektir aslolan. Hesabını hep seçime dair oy kazanma/kaybetme üzerinden yapmak, gerçek siyaseti de ıskalamak, ötelemektir.

HALKA ‘SEÇMEN’ GÖZÜYLE BAKAN BİR ‘GENETİK’!

Burada derdimiz, CHP ile HDP’yi ille de yanyana görmek değil elbette. ‘Siyaset nedir, nasıl yapılır, neyin aracıdır?’ gibi soruların yanıtlarını vermek açısından çok daha önemlidir bu mesele. Yoksa, CHP çekincelerini, kayıtlarını sürdürür sürdürmez, ayrı konu. Ama halkın taleplerini, yine halkı seferber etmeden çözeceğini iddia eden, salık veren bir siyaset anlayışının reddedilmesidir öncelikli olan. Halka sadece ‘seçmen’ gözüyle bakmak, ötesinde bir siyasal aktörlük pozisyonu biçmemek, seçkince ve bir o kadar da egemenin, iktidarın değirmenine su taşıyacak, koşullanılmış bir ‘tarz’dır.

Evet, gerçekten muhalif olma iddiasıyla da çelişen bu siyaset tarzının aslında bir sınıfsal kimlikle de bağı var. Halkın değiştirici, dönüştürücü gücünü yok sayan, o gücü devre dışı bırakma kaygısını tarihsel bir siyasal genetik olarak hep taşıya gelen bir siyasal gelenektir bu.

CHP Genel Başkanı, ‘Adalet Yürüyüşü’ anımsatması üzerine şunu söylüyor: “Bu koşullarda böyle bir yürüyüşü yanlış buluyorum. CHP’nin de diğer muhalefet partilerinin de çok dikkatli olmaları lazım. Provokasyonlara açık eylemlerden uzak durmalıyız... Muhalefeti sokağa dökmek ve bu gerginlik üzerinden politika yapmak. Bu tuzağa düşmemeliyiz...”

Bu bir ‘muhalif siyaset’ çizgisidir. HDP’nin bugün başlayacağını duyurduğu yürüyüş de dahil, Meclis’te edilen sözler ve seçimi beklemek dışında siyaseti iptal etme çizgisi. İktidarın ‘siyaset alanını daraltma’ operasyonuna teslim olmak, katkı sunmaktır.

ANAYASAL HAKLARIN KULLANIMI ‘TUZAĞA DÜŞMEK’ MİDİR?

CHP yönetimine göre, siyaset, parti sözcülerinin iktidara parlamentoda yanıt vermeleri, daha etkili söz söylemeleri ve seçimler için oy istemeleridir. Böylesi bir muhalif siyasetin, iktidarı caydırıcı bir etkisi olabilir mi hiç? 5 yıllık süre içinde iktidarı (hele söz konusu olan, ‘seçim ve sandık’ platformuna da ayar vermeye çalışan, ‘Meclis’te bizim iznimiz olmadan size bir gıdım su bile içirtmeyeceğiz’ diyen ve bunu uygulayan bir iktidarsa...) sözle iknâ etmek mümkün olamayacağına göre, her şey seçimlere kilitlenmiştir. Bunu açıkça itiraf ediyorlar zaten: “CHP’ye oy verin, değiştireceğiz!” Halkı harekete geçirecek, halka ihtiyaç duyacak en küçük bir  faaliyet, eylem, etkinlik, kampanya ‘provokasyona açık’tır, ‘tuzağa düşmek’tir!

Oysa bırakın muhalifliği; bir siyasal parti, Anayasal hakları kullanma konusundaki sorumluluğunu hiç bir koşulda elden bırakmamalıdır. ‘Provokasyon’ demek, bir hakkın kullanılmasından imtina etmektir. “Tuzağa düşmeyelim” denileceğine, Anayasal haklarını kullananların hukuklarının korunması konusunda iktidarı uyarmaktır demokratik sorumluluk. Anayasal hakları kullanmak ‘tuzağa düşmek’ oluyorsa, konuşulması gereken başka şeyler olmalı herhalde.

Sonuçta, ‘provokasyon’ ve ‘tuzak’ da, siyasetin alanını daraltan iktidara sunulan katkının argümanları oluyor. Muhalefetin de belirli bir profilde sürdürülmesinin argümanları... Ne kadar ciddiye alınırsa muhalif dozaja o kadar ayar vermek durumunda kalınıyor. Tuzağa düşmek de budur işte. ‘Aman provokasyona, tuzağa düşmeyelim’ diye siyasete kayıt ve koşul koymak, provokasyona ve tuzağa düşmek oluyor yani...

Siyaseten iddiası olan her dinamik, öncelikle kayıtsız koşulsuz siyaset yapabilme zeminini savunmalıdır. “Bunlar neden yürüyorlar?, Zamanı mı?, Tuzak bu...” gibi, kayıt ve kaygılarla açığa vurulan, daraltılmış, hapsedilmiş siyasetin zihinlerdeki yansımasıdır.

Bu koşullarda yürünmez mi?

Katkı sunmuyorsanız, bari bırakın da deneyen denesin, yürümeyi unuttu memleket!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...