07 Haziran 2020 00:16

Bekçi düzeninde "millet iradesi" ve hiçleştirilenler

Bekçiler

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Pandemi dolayısıyla verilen aradan sonra mesaiye fişek gibi başladı Meclis. İlk gündem, ‘bekçilere yetki’ oldu. Emniyet ve Jandarma bünyesinde yeni bir silahlı kolluk gücü olarak yeniden organize ediliyor mahalle/gece bekçiliği. Kadro rezervi büyük ölçüde AKP/MHP teşkilatlarından karşılanacak olan bu organizasyon, jandarmanın şehirlerde kurumsallaştırılmasının bir formülü gibi de olacak herhalde.

Gece bekçiliğinin ‘güvenlik’ zinciri bünyesindeki işlev, itibar ve önemini yükseltme arayışındaki iktidarın meclis kolu, Saray’ın aleni direktifiyle ikisi HDP’li, biri CHP’li üç milletvekilinin vekilliklerine son vererek mesaisine devam etti. ‘Meclis itibarı’ denilenden ne anlaşıldığı da bir kez daha gösterilmiş oldu. ‘Toplumsal düzenin sağlanmasının’ bekçilere havale edilebildiği bir düzende ‘millet iradesi’ babında Meclis’in ağırlığı da bu kadar işte.

BAŞKANDAN EMİR ALMA ONURU!

“Meclis, bekleme odası değil” diyerek, bekleyen fezlekelerin gereğinin yapılmasına dair işareti vermişti Bahçeli. Sonra, ajan filmlerindeki gibi, “Perşembe tam kadro gelin, önemli bir iş var” diye gizli haber salındı iki partinin gruplarına... Okunan Cumhurbaşkanı yardımcısının başvurusu ve işlem tamam.

Meclis teamülleri, normlar falan... Geçiniz efendim. ‘Şahsım’ ve ‘gönlüm razı olmadı’ zamanıdır artık, ‘gönlüm’ün dediği olur, gereği yapıla! Hukuk mu? O, iktidardakilerin ‘gönlünden geçenleri’ dizginlemek, sınırlandırmak için gereken ama aşılıp geçilmiş, zamanın ruhuna aykırı bir ‘efsane’ artık.

Bugün 5’inci yıldönümünden geçtiğimiz, iktidarın kaybettiği ilk seçim olan 7 Haziran 2015 sonrası startı verilen ‘yeni rejim inşası’, aynı zamanda dört koldan süren bir ‘değersizleştirme’ süreci de oldu.

Öyle bir değersizleştirme/hiçleştirme ‘inşası’ ki bu; düşünün, bir başbakan başbakanlığın ne kadar gereksiz bir meşgale olduğunu ve bilâ kayd u şart kaldırılması gerektiğini il il dolaşarak anlattı, oy istedi ve bir nevi kendisinin gereksizliğini de ilan etti. (Bkz. ‘son başbakan’ Binali)

Şimdi Meclis’ten iki HDP’li bir CeHaPe’li düşmüş de “Meclis’in itibarı” falan gibi boş işleri mi dert edinecekler! O aşama çoktan geçilmişti zaten. Epeyce şerbetliler artık. Bu işin Saray talimatıyla yapıldığı eleştirisini yanıtlarken ne diyordu AKP’li sözcü:

“Başkanımdan tabi ki emir alırım, bu bizim için onurdur.” Nokta!

Dedik ya, “Meclis’in onuru”, en azından söylem düzeyinde de olsa,  ‘millet iradesi’ denilen mefhumun yüklediği sorumluluk ve ağırlık üzerinden ölçülmüyor artık. Yeni zamanın yeni kıstasları var. Yönetme tarzı, rejimin uygulanma biçimi ve işleyiş pratiğine uygun olarak, meclis ve vekil onuru, itibarı, sorumluluğu gibi değerler de yeniden şekilleniyor.

Burjuva toplumda bir tür mutlakiyetin ihyası, iktidar mensubu vekilini de ‘meclis iradesi’ni de ‘emir’in emrini onur sayan bir siyasî/etik boşluğa hapsediyor. Öncesinde çok mu farklıydı denilebilir elbette. Yine de hapsolunmuş boşluk bu ölçüde derin, bu ölçüde karanlık değildi herhalde. Değersizleşenin değersizleşmesi bu kadar gözlere sokuluyor muydu, böylesine bir hiçleşme pratiği bu ölçüde bir iştahla sergileniyor muydu? Sanmıyoruz.

ESKİ KALIPLARLA "ESKİ"Yİ DE İHYA EDEMEZSİN!

Bu görece irtifa farkı çok mu önemli peki? Eskiye güzelleme yapanlar yapabilir, bizim derdimiz değil. Ama kurumsallaştırılmaya çalışılanın içerdiği kaos, kuralsızlık, (hukuksuzluk şöyle dursun) yasasızlık, normsuzluk, keyfilik, vb. geçerli yönetme unsurları, bir başka gerçeğe de işaret etmektedir. Düzenin eski rayına oturtulması bile eskiden kalan ve politik zihinleri esir almış geleneksel ‘çizgileri’ kerteriz alarak mümkün değildir artık.

Muhalefet mi yapacaksın? Parlamentonun üstünlüğünü mü savunacaksın? Yargı bağımsızlığı mı diyorsun? ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ sözünü nostaljiden öte mi anlamlandırmak istiyorsun? ‘Millet iradesi’ kavramını böylesi bir dejenerasyon batağından kurtarmak mı derdin?... Daha da çoğaltılabilecek benzeri sorulara az çok özgül ağırlığı olan yanıtlar verebilmek için:  

En azından iktidar kadar cesur, cüretli olacaksın. Doğrularını gerçeklere ayarlayacaksın. Şu kadarı beni ilgilendirir, diğer kısmına bulaşmam demeyeceksin. O ayrı, bu ayrı çifte standartına düşmeyeceksin; zorbalık her yerde zorbalıktır, bileceksin. Beni ısırmayan yılandan bana ne deyip gözlerini yummayacaksın. Memleketin bir bölgesinde halk oyuyla kazanılmış belediyelerin tamamına yakını kayyımlar marifetiyle ele geçirilmişse, ‘millet iradesi’nin çoktan sakatlanmış olduğunu bilmezden gelmeyeceksin. Diyarbakır’ın, Mardin’in, Van’ın halk iradesi dikkate alınmamış darbelenmişse, demokrasi diye bir derdin varsa eğer, o darbenin sana da vurulmuş olduğunu unutmayacaksın... Meclis’i, halk iradesini ve elbette seçimleri değersizleştiriyorlar diye, ‘bekleyin, seçimde bana oy verin, kurtulacağız’ türünden rüyalara yatmayacak, seçim fetişizminin kurtuluş olmadığını bileceksin.  

Velhasıl, ‘Aman adımız Kürtlerle anılmasın’ korkusuyla, vekilliği gaspedilmiş üç vekilden ikisinin ismini anmamazlık etmeyeceksin... “Bizi sokağa çekmek istiyorlar, tuzağa düşmeyelim” diye diye mahkum olunmuş duvarların arasında nasıl bir tuzağa düştüğünü düşüneceksin.

BU KODLARLA DÜZEN İÇİ MUHALİFLİK BİLE ZOR

Zaten bölük pörçük durumdaki yasama, yürütme, yargı arasındaki zayıf balansı tamamen dağıtan, ‘denge/denetleme’ mekanizması kalmamış, bütün ‘kuvvetler’i bir kişinin şahsında birleştirmeye ayarlamış bir ‘bekçi’ düzeni bu. Düzen içi muhalifliğin bile eskisi gibi yapılamayacağı, yeterince şekillenmiş yeni bir siyasal tablo var önümüzde. Herkese hatırlatılması gereken bu yeni durumun yine herkese anlatacağı şeyler olmalı. Meclis duvarları içinde keskin söylemlerle durumu idare eder, riske girmez, seçimlerde şansımızı deneriz... kafasıyla, duvara toslamak dışında alınacak fazla bir yol görünmüyor. Siyasetin kitlelerden, halktan koparılarak siyasetçiler arasındaki söz düellosuna indirgendiği o dar alandaki cebelleşmenin bir gelecek umudu, ufku yaratmadığı ortada.

Çözüm, halkın siyasete müdahil olabileceği, doğrudan katılabileceği yollar, yöntemler, araçlar oluşturmakta...

NOT’a Not: EVRENSEL; ÇEYREK ASIRLIK MEVZİ

Tam 25 yıl önce, 7 Haziran 1995’te, “daha çok ölüm, daha çok hapis, daha çok yoksulluk” üst başlığı ve “İşte Türkiye gerçeği” manşetiyle çıkmıştı Evrensel.

O ilk manşetindeki ülke gerçeği de onu yaratan ‘düzen sorunu’ da değişmedi. Evrensel’i yaratan ve yaşatan o gerçeği değiştirme gücünde zaten...

25 yıldır susmayan bir mücadele mevzisi, halkların, emekçilerin kürsüsü...

25 yıldır hayatımızda.

Ne mutlu ki ‘Evrenselciler’deniz...

Soluk aldığımız, soluğumuzu kattığımız, her daim bizi onurlandıran emekçilerin, yoksulların, ezilen halkların sesine selam olsun!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...