07 Haziran 2020 00:07

“Solcu aydın” değinmesi üzerine

bir mum ile yakılan diğer mum

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

“Solcu Aydın” denilince, ‘solcu’ ve ‘aydın’ tanımlaması yapılmamışsa, “solcu aydın” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini ‘varsayabilmek’ ve bu ifade başlığı altında getirilen eleştirideki olumlu/olumsuz saptamaların kendinize (de) yöneltilip yöneltilmediğine karar verebilmek için çok eskilerden günümüze bu kavram üzerine yapılan değerlendirmeleri, tanımlamaları, tartışmaları, hatta kavgaları gözden geçirmek gerekiyor.

Sıkıcı ve pek de faydası olmayacak bir zihinsel faaliyet süreci!...

Öte yandan, Türkiyeli “Solcu Aydın”ın çıkmazını, onun Marksizmi, tarihsel ve diyalektik materyalizmi özümseyemeyen, düşünsel yaşamında kullanmasını beceremeyen, bunları sadece ancak ‘malumat düzeyinde’ kalan ‘iyi şeyler’ olarak değerlendirebildiği için materyalist olmaktan uzak, vefakar ve cefakar bir idealist tip olmasında görüyorsanız, solcu aydın olarak Marksizm’i benimsemiş olanları kastediyorsunuz demektir.

O zaman zihinsel faaliyet süreci sıkıcı olmaktan çıkar, geliştirici, dinamik ve yaratıcı bir zemine kavuşur. Bu eleştiride ileri sürülen yaşanmış ve yaşanan olumsuzlukları, hatta daha fazlasını, “Türkiyeli solcu aydınlar”da dünyadaki sosyalist hareketleri, sosyalist devrimlerin başarılarını ve başarısızlıklarını, kendi dünya görüşlerinin tutarlılığını, özellikle yaşadıkları toplumdaki çelişkileri, çıkmazları, yapılanmaları, olası çözümleri, mücadele yolları ve biçimlerini, geleceğin toplumsal kurgusunu tartışırken, bilimsel düşünceyi irdelerken dile getiriyorlar. Böyle olması da gerekiyor. Böyle olduğu için de yadırganmaması gerekiyor.

Ben yadırgamıyorum, yaşama yönelik bu tartışmanın dinamizminden heyecan duyuyorum.

Ancak yadırgadığım olgu, haklılığı dar bir çevre ve çerçevede kalsa da su götürmez olan bu eleştirinin ‘bilim’ ilan edilmiş sosyolojinin kendi yöntemiyle toplumları geçmişten günümüze, günümüzden geleceğe ‘tahlil’ etme yeteneğine kavuşmuş sosyologları tarafından getirildiği durumdur. Çünkü, çoğu Marksist gibi ben de böyle düşünüyorum, sosyoloji tarih sahnesine  kendi yöntemini bilimsel düşünceyle, bir bakıma tarihi ve diyalektik materyalizmle değiş tokuş ederek yaptığı analizler, ilkelere dayalı gerçekleştirildiği söylenen irdelemeler ve pragmatik çözümler, önermeler sürecinde burjuva toplumlarının, bu toplumlar değişik siyasi sistemlerle yapılanıyor olsalar da meşruiyetlerini kapitalist üretim ilişkilerinin bütünselliğinde sürdürebilmelerini sağlamak amacıyla ‘keşfedilmiştir'.

Tüm canlı (hatta cansız) türler toplumsaldırlar. Tek atomize ya da tek tek atomize olmuş bireylerden oluşan tür yoktur. Bu, biyolojik toplumsallıktır; türün var olması, varlığını ya da bireyleri ölseler de tür olarak canlılığını sürdürebilmesi, bunun için gerekli kaynaklara ulaşabilmesi, art arda süregiden kuşaklar üretebilmesi ve bu çerçevede bireyleri arası iletişim kurmayı sağlayarak iş bölümüne dayalı bir örgütlenmeyi gerçekleştirmesi biyolojik doğallığın genetik yazılımından kaynaklanır. Kısacası, genel olarak türlerin toplumsallığı biyolojiktir; bir türün biyolojik toplumsallığını bizzat kendisinin toplumsal toplumsallığa dönüştürmesi insan türü dışında hiçbir türe şimdiye kadar nasip olmamıştır.

Sapiens diye adlandırdığımız türümüzün büyük olasılıkla kabaca yüz bin yıl önce tesadüfen gerçekleşen genetik mutasyona bağlı olarak beyin iç yapısındaki farklı düşünebilmeyi sağlayan değişimi; milyarlarca yıl süregelen evrimsel gelişme sürecinde Sapiens’e özgü vücut bulan ses çıkarma düzeneğindeki anatomik özellikler sayesinde  düşünceyi sesin konuşma kalıbıyla aktarabilme yeteneğinin farklılaşıp gelişmesi ve bu oluşumun düşünce iletiminde devrime yol açması; düşünce iletimindeki devrimin farklı  iletişim kurabilme yetisinin, bir başka türlü söylemek istersem, Sapiens’in diğer varlıklardan farklı olarak biyolojik toplumsallığını kurgusal bir toplumsal toplumsallığa dönüştürebilme yetisinin doğal, biyolojik temelini oluşturmasını sağlamıştır.

İnsan türünün toplumsal toplumsallığı doğallığın genetik yazılımından kaynaklanmıyor; doğal, biyolojik bir yetinin ürünü olsa da, insan türünün ‘toplumsal toplumsallığı’ kendi kaderini doğal yetileri üzerinden bizzat kurguladığı toplum yapılanmasıyla tarihsel/ kültürel boyuta erişiyor. Kurgulanan toplumsal yapılanmanın temeline, örneğin cinselliğin üreme ekseninde örgütlenerek kadın-erkek belirlemesi, kadın erkek arasında ‘aile-evlilik-akrabalık’ sistemlerinin işbölümünü ve cinselliğin ‘işlevsel tanımlarını’ yerleştiriliyor; örneğin bireysel fiziki gücü kamusal güce dönüştüren kurumlar icat ediliyor; örneğin üretim yetisi mülkiyet kalıplarının meşrulaştırmaya çalıştığı işbölümü üzerinden sosyalleştiriliyor; örneğin beynin doğal, biyolojik yetiyle ürettiği yaratıcılığı bilim, sanat ve estetik alanda toplumsal işlevlere büründürülüyor; vb. vb…

Kısacası, insan türünün bireyleri ‘biyolojik toplumsallığı’, türün bireylerde yeşeren ve gelişen biyolojik yetilerini tarihsel/kültürel süreçlerde bizzat ‘toplumsal toplumsallığa’ kendi toplum kurguları, bu kurguları yaşama geçiren, işlevselleştiren ve süregitmesini sağlayan siyasi yapıları (devleti biçimleri) aracılığıyla eriştiriyor.

Ve Marksistler, biyolojik toplumsallığın toplumsal toplumsallığa dönüşmesinde insan türü bireyinin biyolojik yetileri üzerine kurgulanan toplumsal yapılanmaları, bu yapılanmaların tarihsel/kültürel süreçlerini, çeşitli alanlarda, özellikle üretim alanında bireyler arasında öngördüğü iş bölümü hallerini, birlikte yaşam için öngördüğü ilişkileri, bu ilişkileri temellendiren ilkeleri, ilişkilerin yol açtığı yaşam hallerini, vb. araştırırlar, incelerler, irdelerler. Bunun için bilimsel düşünceyi tarihi ve diyalektik materyalizm temelinde geliştirirler. Tarihi ve diyalektik materyalizm evrim bilim, fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi doğa bilimleri bilinmeden kavranamaz, geliştirilemez, dinamikleştirilemez.

Marksistler niye böyle düşünmek ve davranmak zorundadırlar ki? Çünkü özetle söylemek istersem, insan türünün biyolojik toplumsallığını bireyin biyolojik yetilerini toplumsallaştırarak toplumsal toplumsallığı kurgulayan tür bireylerinin toplumsal toplumsallığı değil, toplumsal ‘toplumsallaştırmayı’ gerçekleştirdiğini bu bilimsel düşünce temelinde saptamışlardır. Ve bu ‘toplumsallaştırma’ sürecinin ürettiği toplumsal yapıların aslında bireyi kendi yetilerine, bizzat kendine yabancılaştırdığını ve bu yapıların ürettiği çeşitli alanlardaki iş bölümlerinin savaşın, şiddetin, suçun, sömürünün yolunu döşediğini ortaya çıkardılar.

Yine Marksistlerdir ki, insan türü bireylerinin güdülerek kendi biyolojik yetilerine yabancılaştırılıp ‘toplumsallaştırılmalarına’ karşı, bireyin kendi biyolojik yetilerinin toplumsallaşmış hallerine yabancılaşmayıp, aksine bu halleri üzerinde söz, karar ve denetim sahibi olacağı, kendi kaderini bizzat belirleyebileceği bir toplumsallaşmayı sağlayacak süreçleri; çeşitli alanlarda tasarlanan birlikte yaşamın dayanacağı işbölümüyle ve yaşam ilişkileriyle sömürünün, savaşın, şiddetin, suçun yolunu döşemeyen toplumsal yapılanmaları kurgular, bu  kurguların gerçekleşmesi için ‘cefakar ve vefakar’ mücadele etme yolunu seçerler. Bunun için de Marksistler tüm zihinsel faaliyetlerinde tarihi ve diyalektik materyalizmi kullanabiliyor olmalıdırlar; Marksistler  doğa bilimlerinin temelini iyi öğrenmek, her alandaki bilimsel gelişmeyi günü gününe izlemek, bilimsel gelişmelerin, teknolojik ilerlemelerin, örneğin insanın yeniden üretiminde kadının ve erkeğin üretim hücrelerinin her hangi bir insanın her hangi bir dokusundan üretilebilmesinin, laboratuvar ortamında döllenme ve doğum süreçlerinin gerçekleştirilebilmesinin toplumsal yapılanma ve cinsellik, kadın-erkek belirlemesi, sönümlenecek evlilik-aile-akrabalık sistemleri, yeni durumumun ve yaşam hallerinin yol açacağı işbölümlerinin niteliği üzerinde toplumsal tezler geliştirmekle yükümlü olmalıdırlar.

Bu nedenledir ki, Marksistlerin ne kadar cefakar ve fedakar olursa olsunlar, idealist ve kaba materyalist olmanın ötesine geçemeyip, tarihi ve diyalektik materyalizmi özümseyememiş, düşünsel yaşamda kullanamıyor olmasını herkes, kim olursa olsun ciddi şekilde eleştirme hakkına sahiptir; bunu kimse kınayamaz.

Ama ben yine de, kınamasam da, tarihsel işlevi ‘toplumsallaştırılmış bireylerden oluşan burjuva toplumlarını’ kapitalist üretim ilişkilerinin sürekliliği temelinde meşrulaştırmak olan ve bu çerçevede tarihi ve diyalektik materyalizmi, bilimsel düşünceyi kendi yönteminin kanıtlanmamış bilimselliğiyle değiş tokuş eden sosyoloji alanında uzmanlaşmış sosyologların bu eleştiriyi yapmasını yadırgıyorum…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa