Şükür ki ‘demokrasi ve özgürlük adamız’ var artık; ıssız, insansız!

Fotoğraf: Onur Çoban/AA

Hadi gözümüz aydın; yarından itibaren ‘normale dönüyoruz’! İşçilerin, çalışanların büyük kısmını daha baştan kapsam dışı tutan bölük pörçük karantina uygulamasından, “açılım” aşamasına geçmiş bulunuyoruz. Aslında diğer ülkelerde de aynı durum geçerli. Üretim ve kâr hadlerinin düşmesi yeterince can sıktı! Karantina süreçlerinde kaçınılmaz olarak göze alınan bazı sosyal harcamalar da cabası... Türkiye’nin özgünlüğü, sosyal harcamaların örneğin Avrupa ülkelerinin yanında ancak devede tüy sayılabilecek düzeyde olmasıydı. Bu bile yetti yani. Şimdi daha da gevşetilmiş bir ‘sürü bağışıklığı’ bekliyor bizi. Halk sağlıkçılarının, TTB sözcülerinin bilimsel detaylarıyla ortaya koydukları durum bu yönde.

Koronavirüs ile sermayenin çıkarları arasına ‘sürü’ niyetine sıkıştırılmış hayatlarımız, ölüm ve hastalık pahasına bir an önce bağışıklık kazansın istenmekte. En kestirme yol bu çünkü; her şey serbest, başınızın çaresine bakın. Virüs mü? ‘İnşallah’ bulaşmaz. Aynı zamanda Futbol Federasyonu Başkanı da olan müteahhitin dediği gibi. Liglerin başlayacağını duyurduğu açıklamasında “Ya Covid çıkarsa ne yapacaksınız?​” sorusuna verdiği yanıt aynen böyle: “İnşallah çıkmaz!”  Hazret, aldığı ihaleleri hiç de ‘inşallah’a falan bırakmıyordu ama. ‘Devlet garantili’ sözleşmelerle nasıl sağlama bağladığını biliyoruz. Korona günlerinde bile, üzerinden geçilmeyen köprülerden, uçulmayan havalimanlarından nasıl para kazandığı malum... Ama söz konusu olan ‘yayıncı kuruluştan’ kulüplerin kasasına girecek olan üç beş dolar olunca, biz faniler gibi, futbolcuların işi de ‘inşallah’a kalmış oluyor.

DURUM KOMEDİSİ GİBİ...

Salgınla mücadele önemli ölçüde (herhalde okunup üflenmiş!) ‘inşallah’a havale edilmişken, şükür ki geleceğe güvenle bakabileceğimizi muştulayan, kaygılarımızı silip süpüren güzel haberler de eksik olmuyor memlekette. Misal mi? 27 Mayıs’ta açılışı yapılan bir ‘Demokrasi ve Özgürlükler Adası’ var artık. Tam da yıl dönümünde 27 Mayıs darbecilerine bir de böylesi bir yanıt verilmiş oluyor yani. Tam da AKP’ye yakışır bir yanıt doğrusu.

Betona boğulmuş ve elbette insansız bir adaya AKP aklının verebileceği isim de bu olur işte. Durum komedisi gibi. İnsanın olduğu yerde demokrasi ve özgürlüklere dair ne varsa kuşatıp nefes aldırmayan bir iktidar, anlatabileceği hikâye kalmayınca, kendi gerçeğini ele veren böylesi manidar ironilerin de konusu oluyor kaçınılmaz olarak. Yoksa neyin yanıtı sayılabilir ki bu? Darbeye mi yanıt? 12 Eylül cuntası için “kendimiz hapiste, fikrimiz iktidarda” diyen Türkeş’in mirasçısıyla birlikte darbeye karşı demokrasi savunuculuğunun sembolik düzeyde bile ancak bu kadarı mümkün olabiliyor.

Meseleye dair çok şey söylenebilir elbette. Ama anlatacak hikâyesi kalmadığı için hikâye uydurarak siyasete alan açmanın çok da mümkün olmadığını görmek zor olmasa gerek. 27 Mayıs darbe bildirisini okuyan Albay Türkeş’in “Sürgüne gönderildiği Hindistan’dan idam kararlarını engellemek için çırpınan” bir demokrasi kahramanı olarak lanse edilmesi mesela. Sahi Türkeş neden sürgüne gönderilmişti? Seçimler yapılmasın, cunta yönetimi ilelebet sürsün dediği için olmasın sakın?! 13 Kasım 1960’da, Türkeş’le birlikte 14 kişinin “zoraki diplomat” olarak sürgüne gönderilmelerine en çok Yassıada’da yargılananlar sevinmemiş miydi?...

DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK ISSIZLIKTA GÜZEL!

Ama sorulara yer yok bu mıntıkada, ‘soru almıyoruz’ diyorlar, nokta! Onlar insansız ve betondan bir ıssızlığa hitap ediyorlar. Demokrasi de özgürlük de orada, o ıssızlıkta güzel. Kuru söylemin çeperleri ötesinde, toplumsal bir fikrin, bir idealin konusu olarak demokrasi ve özgürlük, kırıntısına tahammül edilemeyecek tehditler olup çıkar. Bugünkü AKP-MHP iktidar koalisyonunun gerçeği de budur. Bu iktidarın demokrasi ve özgürlüklerden bahsedip ismini verebileceği en münasip yer, müteahhit işi betonla kaplı, insansız, ıssız bir ada olabilirdi ancak.

O adadan çıkınca demokrasi de özgürlük de telafuzu bile kötü şeyler olarak lügattan silinir; ‘beka’, ‘devlet güvenliği’, ‘biat’, ‘yasak’, ve ‘kul’ iklimi başlar... ‘Özgürlük’ tehlikelidir, özgürlüğü aramak ‘düşkünlüktür’! Muğla’da 25 yaşındaki Zeynep Şenpınar bıçaklanarak katledilir; AKP’nin İBB ve Esenyurt Belediye Meclis Üyesi biri bu cinayetle ilgili olarak “Özgürlük düşkünü bir kadın ve gayrimeşru yaşantısı içinde geçen bir ölüm hikayesi” ifadelerini kullanır. Hiç de tekil ya da tesadüfi bir örnek değildir. ‘Özgürlük düşkünü’ olmak iktidarın siyasal ve ideolojik iklimiyle asla bağdaşmayacak bir aykırılıktır!   

‘MİLLET İRADESİ’NİN BAŞINA NELER GELECEK DAHA

Bu iklim giderek kuraklaşmakta. Kuraklaştıkça kuşattığı değerleri daha da sıkmakta, sıkıştırmakta.

En son kadın ile erkeğin halay ya da horonda elele tutuşmasını ‘günah’ sayan Diyanet’in iktidar vitrininde bu ölçüde yer edinmesi boşuna değil. Salgın tedbirleri gerekçesiyle, Cuma’ların okul bahçelerine taşınması, öğretmenlerin cemaate kolonya ve mendil tutan bir nevi teşrifatçılıkla görevlendirilmeleri... Cuma için camilere teşvik edilen öğrenciler için şimdi camiyi ve Cuma’yı okula taşıma ‘hizmeti’ az şey olmasa gerek!

Demokrasi denince hemen seçimleri hatırlayanlara bile ‘dur bakalım bahtımıza ne çıkacak’ dedirten tezgahlar örülmekte. Bu minvalde siyasal partiler yasasında yeni sondajların eli kulağında.

Memleketin bir yarısında ‘millet iradesi’ denilen mefhum anlamını yitirdi zaten. Orada ‘millet iradesi’ Saray’dan atanma kayyımlar oluyor. İşlem tamam yani! Diğer yarıda da az kaldı. Şimdiki hedef, belediye meclislerinin kendi başkanlarını seçmesi... Olursa, İmamoğlu uzun süreli bir tatile çıkabilir, gönül rahatlığıyla. CHP de ‘kabul edilemez’, ‘izin vermeyiz’ vurgularıyla ‘sorumlu muhalefete’ ve seçime gün saymaya devam eder herhalde.

Güdük parlamenter gelenek ve dengelerin bile silip süpürüldüğü, ‘tek adam’a endekslenmiş ‘yeni devlet’ mimarisinin her gün biraz daha kurumsallaştığı bir süreçteyiz. Pandemi koşullarında bile hiç ara verilmeden, bilakis hızlandırılan bir süreç... Yasama, yürütme, yargı ilişkileri, parlamenter rejimin asgari dengeleri, vb. hiç bir şey eskisi gibi değil, eskisi gibi yürümüyor.

‘Eski’yi korumaya çalışmak için bile ‘eskisi’ gibi davranmak kifayetsiz artık...

Anlayana da anlamayana da davul zurna az!

Evrensel'i Takip Et