17 Mayıs 2020 00:20

Bir yanda hastalıklar, ölümler, bir yanda akıp giden hayat

Mehmet Ali Aydın'ın fotoğrafları ve arka planda Yeşilçam Sokağı.

Mehmet Ali Aydın fotoğraflar: Mesut Kara'nın arşivi & Yeşilçam Sokağı fotoğrafı: Google Street View

PAZAR
Paylaş

“Günler ağır Günler ölüm haberleriyle geliyor” demişti Nâzım Hikmet. Son günlerde üstümüze yine ölüm yağıyor her yandan, her gün arka arkaya tanıdıklarımızın, arkadaşlarımızın ölüm haberlerini alıyoruz içimiz yanıyor, eksiliyor, ıssızlaşıyoruz.

En acısı da uzun süredir çaresiz eve kapandığımız bu korona-karantina koşullarında sevdiklerimizin hastalandığında yanında olamamak. Koronalı olsun ya da olmasın ne hastalığında ziyaretine gidebiliyorsunuz ne de cenazesine katılabiliyorsunuz. Kaybettiğiniz yakınlarınızı son bir kez daha görebilme imkanınız olamıyor. Bir yanda ise yaşanan tüm sorunlara, acılara rağmen hayat akıp geçiyor.

Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Öyle bir yerdeyim ki” adlı şiirinde hayatın bu adaletsiz, dengesiz, acımasız yüzünü şu dizelerle anlatır:

“Dostum dostum, güzel dostum
Bu ne beter, çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker, bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe”

ENİŞTEM MEHMET ALİ AYDIN, BEYOĞLU VE YEŞİLÇAM

Bizim ailemizde de koronavirüs salgını nedeniyle can kaybı yaşandı. Virüsün akciğerlerine hasar vermesi sonrası solunum cihazına bağlanan küçük teyzem Kamile Aydın’ın eşi Mehmet Ali Aydın, 6 Mayıs 2020 Çarşamba günü sabah saatlerinde ayrıldı aramızdan. 1949 doğumlu Mehmet Ali Aydın, dünyayı pek ciddiye almayan, hayatı ve başkalarını pek takmayan, ‘birçoğumuz gibi’ ailesi dışında kimseye zarar vermeyen, hep gülen yüzüyle herkesin yardımına koşan iyi bir insandı.

1970’li yıllarda Beyoğlu’da dükkanı olan, tanınan, aranan, iyi bir terziydi. Konfeksiyonun, hazır giyimin olmadığı yıllarda Beyoğlu’nun konsoloslarından, giysilerini böyle özel terzilere diktiren insanlarından oluşan oldukça geniş ve iyi bir çevresi vardı.

Sonraki yıllarında kilolu olsa da gençliğinde incecik, oldukça yakışıklı, güleç, güzel yüzlü biriydi. Terzihanesi Yeşilçam sokaklarına, sinemacıların yoğun olarak yaşadığı sokaklara, mekanlara yakın olduğu için birçok oyuncuyla arkadaşlık etmiş, birlikte yemiş içmiş. Diclehan Baban’dan, Ayfer Feray’dan, Süheyl Eğriboz’dan, arkadaş olduklarından söz ederdi zaman zaman. Hep sonra, “başka zaman” dediği için bir türlü anlattıramadığım anıları da onunla birlikte gitti şimdi. Bildiğim kadarıyla adlarını bilmediğim, anımsamadığım üç sinema filminde de oyuncu olarak yer almıştı.

Beyoğlu’daki dükkanlarına ziyaretine gitmişliğim çok olurdu o yıllarda. Terzihane denilen ve daha sık gittiğim, bende iz bırakan dükkanlarından birini hiç unutamadım. Eski adı Bursa Sokak olan (Sanırım şimdi Sadri Alışık sokak oldu), Beyoğlu Karakolunun olduğu sokaktaydı yeri. Karakola gelmeden hemen önce sola döndüğünüzde Galatasaray Kulübünün olduğu Hasnun Galip Sokak’a, sağa döndüğünüzde Gazeteci Erol dernek Sokak’a giriyordunuz. Bursa Sokak’tan Hasnun Galip Sokak’a dönülen, iki sokağın kesiştiği köşede karakol tarafındaki binada 2 ya da 3. kattaydı terzihanesi. Dükkana çıkıp pencereden baktığınızda Gazeteci Erol Dernek Sokak’ı bütünüyle görürdünüz. Erol Dernek Sokak o yıllarda (Yakın bir zaman öncesine kadar) sinemacıların yoğun olarak bulunduğu, Yeşilçam’ın kalbinin attığı bir sokaktı. Bursa Sokak üzerinde, sağa Anadolu Sokak’a dönülen köşede de eskiden Necdet Tosun’un köfteci dükkanı varmış.

Gazeteci Erol Dernek Sokak’ta sinemacı artist-figüran kahveleri, barları, film yapım şirketleri, film malzemesi satan dükkanlar vardı çoğunlukla. Oyuncular ve filmlerde oynamak için iş bekleyen figüranlar bu sokakta, oradaki kahvelerde, dükkanlarda, şirketlerde toplandığı için sinemacıları setlere taşıyan minibüsler, arabalar her sabah bu sokaktan hareket edermiş. Sabah oradaki araba, minibüs kuyruğu yıllardır efsane biçiminde, biraz da o günlere özlemle anlatılır o günleri yaşayan sinemacılar tarafından. Yakın zaman öncesine kadar birçok film şirketi, sinemacı kahveleri, dernek, sendika, meslek birliği bu sokaktaydı.

Birçok Yeşilçam emekçisinin pantolon paçasını kısaltan, “Borcumuz ne?” diye sorulduğunda “Ne verirsen ver” diyen, belki de birçok ünlü oyuncuya giysiler diken eniştem Mehmet Ali Aydın’ın sözünü ettiğim bu dükkanına gittiğimde Beyoğlu’nun birçok sokağı gibi Emek ve Sinepop (ilk adı Yeni Ar) Sinemasının olduğu Yeşilçam Sokak’ı da gezerdim. Hava Sokak, Büyükparmakkapı, Küçükparmakkapı Sokaklarını ve en çok da, en çok sinemacı, oyuncu gördüğüm Gazeteci Erol Dernek Sokak’ta dolaşmayı severdim. Gezdiğim böyle günlerden birini bir yazımda ve Artizler Kahvesi kitabımda şöyle özetlemiştim:

“70’li yılların başında şimdiki adı Gazeteci Erol Dernek Sokak olan sokaktaki Ata’nın Kahvesi’nin önünden geçtiğimde en çok Arap Celal’i görürdüm. Sokağın öbür ucunda Hayati Hamzaoğlu görünürdü. Havva Sokak’ta Renan Fosforoğlu’na, Anadolu Pasajı’nın önünde Cevat Kurtuluş’a, Yeşilçam Sokak’da “Tecavüzcü Coşkun”a rastlardım. O yıllarda insanlar “artiz” olmak için evlerinden kaçar, soluğu İstanbul’da, Beyoğlu’da alırlardı. Anadolu’dan bakıldığında İstanbul, sinema demekti.”

Gazeteci Erol Dernek Sokak’ta Yeşilçam’ın en eski oyuncu kahvelerinden zamanında Ahmet Tarık Tekçe, Fikret Hakan, Öztürk Serengil, Suphi Kaner, Erol Taş, Danyal Topatan gibi oyuncuların, oyuncu adaylarının müdavimi olduğu ve duvarında kocaman bir Ahmet Tarık Tekçe fotoğrafı olan Ata’nın Kahvesi denilen kahve vardı. Önünden ne zaman geçsem kapıda Arap Celal’i görürdüm. Masalarda oyun oynayan ünlü ünsüz birçok oyuncu olurdu.

Karşı köşesinde Erman Film Yapım şirketinin ve başka yapım şirketlerinin de olduğu Erman Han vardı. Aynı köşeden aşağıya doğru (Çukurcuma) dönüldüğünde başka kahveler ve döner dönmez hemen köşede birçok ünlü sinemacının müdavimi olduğu Papirüs Bar vardı.

Ata’nın kahvesini geçip sağa Hava Sokak’a dönüldüğünde hemen sağdaki kahve yanılmıyorsam oyuncu Behçet Nacar’ındı. O sokakta bir ayakkabı mağazasında görürdüm Renan Fosforoğlu’nu. Yeşilçam Sokakta Emek Sinemasının gişe bölümüne girdiğinizde solda bir ya da iki dükkan vardı, hemen soldaki giyim dükkanında gülen yüzüyle Tecavüzcü Coşkun olurdu hep. Sanırım kendi dükkanıydı. Aynı gün o sokaklarda Sami Hazinses’ten, Hayati Hamzaoğlu’na, Behçet Nacar’dan Süheyl Eğriboz’a kadar birçok sinemacıya rastlardım. Odakule’den Taksim’e kadar olan bölgedeki bütün sinemalara uğrar oynayan filmlerin, “gelecek program” ve “pek yakında” duyurusuyla asılan filmlerin afişlerine bakardım.

Koronavirüs nedeniyle genç yaşta kaybettiğimiz eniştem Mehmet Ali Aydın, hep güler yüzlüydü, iyilikseverdi, herkesin yardımına koşar, yanında olurdu. Hastalığında ya da cenazesinde yanında kimsenin olamadığı böyle bir sonu hiç hak etmemişti.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...