04 Mayıs 2020 00:00

The Last Dance ve Jordan kuralları

The Last Dance belgeselinin afişi

The Last Dance belgeselinin afişi

Paylaş

“The Jordan Rules”, 1988/89, 89/90 NBA şampiyonu Detroit Pistons’ın, Michael Jordan’ı savunma prensiplerine verilen isim olmanın dışında Chicago Bulls’un ilk şampiyonluğu (1991) sonrası yayımlanan bir kitabın da adı. Dönemin Chicago Tribune Muhabiri Sam Smith -ki kendisini başka bir kitabı vesilesiyle bu köşede geçtiğimiz 3 hafta boyunca bolca andık- tarafından yazılan kitap, dünya sporunun en güçlü figürlerinden birinin takımında olan bitenleri, içeriden tanıklıklarla anlatması bakımından müthiş bir gazetecilik işiydi ve çok ses getirdi. Kitapta yazılanlar Nike, McDonald’s gibi küresel markaların yüzü, NBA’in altın çocuğu olan Michael Jordan’ın kişiliği hakkında hoş olmayan gerçekleri açığa çıkarıyordu. Aynı yıl Playboy dergisinin röportajında “Saf bir centilmen, eksiksiz bir sportmen, temiz aile babası ve mütevazı, ayakları yere basan bir yarı-tanrı” olarak tanımlanan Jordan’a dair çok daha gerçekçi bir profil çizen kitapta yazılanlar, genel ve beylik bazı karalamaların dışında yalanlanmadı. Nitekim Jordan’ın kumar problemi, var olmayan “takım arkadaşlığı” ve kendi çıkarları için meslektaşlarının hak mücadelesine köstek olabildiği gibi gerçekler kısa sürede konuşulur oldu. Büyü bozulmuştu ama Jordan basketbol sahasında o kadar iyiydi ve arkası o kadar güçlüydü ki imajının tamamen bu olumsuzluklar tarafından belirlenmesi imkansızdı. Neticede söz konusu kitabın yaratıcıları olarak Sam Smith ve Jordan’ın takım arkadaşları (Kitaptaki mahrem bilgilerin kaynakları elbette onlardı) “Majesteleri” için daha gerçekçi bir imaj yaratmış oldu.

Michael Jordan’ın, Netflix’te yayımlanan ve büyük ilgi çeken “The Last Dance” belgeseli* sebebiyle endişeli olduğu biliniyordu. Belgeselin Yönetmeni Jason Hehir, The Athletic’e yaptığı açıklamada, Jordan’ın, izleyenlerin takım arkadaşlarına neden öyle davrandığını anlamayacağını, bu yüzden kendisinin “Berbat bir insan olduğunu” düşüneceklerini söylediğini aktarmıştı. Jordan’a göre nihayetinde kazanabilmek için takım arkadaşlarının zihinsel olarak daha güçlü, sert hale gelmesi gerekiyordu, o da bu yüzden onları mental olarak zorlayabilecek yöntemlere başvuruyordu. Hakaret etmek, lakap takmak, küçük düşürmek… Jordan’ın takım arkadaşlarıyla iletişimi hemen hemen bundan ibaretti.

Michael Jordan ve rekabetçiliği, oyun kuralları içerisinde kazanmak için her şeyi yapabileceği, kapasitesini sonuna kadar zorlayabileceği vs. bilindik hikaye. Tarihin kanıtladığı, Sam Smith’in “The Jordan Rules”ta ortaya koyduğu ve bugünlerde “The Last Dance”te yeniden gördüğümüz bir başka şeyse Jordan’ın her şeyi o kadar da bilmediği.

Detroit’in aslında son derece basit savunma ilkelerinden oluşan, bir savunma stratejisinden çok kapsamlı bir medya kampanyası (Bu kampanya Detroit’in, Jordan’a kolay faul çalındığına dair kasetler hazırlaması ve bunu NBA’e göndermesiyle başlıyor) olan “Jordan Kuralları”nın başarısının sırrı Bulls’un Jordan’ı hücumun “tek adam”ı haline getirmesinde yatıyordu. Jordan ne kadar müthiş olursa olsun tek kişi, basketbolsa takım oyunuydu. Bu kadar basit. Sezon boyunca “Hata yapacağız ve Jordan bizi yerin dibine sokacak” endişesiyle yaşayan diğer oyuncuların da öne çıkma fırsatı bulabilmesi gerekiyordu. Phil Jackson koçluk görevini devralınca, Tex Winter’ın üçgen hücumu sayesinde bu düzeni değiştirme fırsatını yakaladı ve bu, Jordan’ın büyük tepkisini çekti. Yarı saha hücumunda üçgenler oluşturmaya, hızlı pas alışverişine, boş şut imkanı yaratmaya ve doğaçlamaya olanak tanıyan, teoride tüm oyuncuların topa eşit oranda dokunma fırsatı yakaladığı hücum sistemi Jordan’a tamamen tersti.

Jordan, Tex Winter’a “O ne kazanmış ki” diyerek saygı duymuyor, Phil Jackson’ın kendisini “sıradan bir oyuncu”ya çevirmeye çalıştığını iddia ediyor, “Sayı krallığını kazanmasını engelleyeceği”nden bahsediyordu. Belgeselde dediği gibi 24 saniyenin sonunda topun Bill Cartwright’ta kalmasını kesinlikle istemiyordu. Phil Jackson ise Jordan’ın dışında tehditler yaratmaları gerektiğini savunuyor, takımdaki diğer oyuncuların da öz güven kazanması gerekliliğinin önemini kendisine anlatmaya çalışıyordu. Chicago Bulls’un ilk şampiyonluğunun hikayesi bu çatışmadan ibaretti ve böylesi bir sezonun son maçında Jordan’ın Jackson’ı dinleyerek son periyotta arka arkaya boştaki John Paxson’ı bulması ve onun şutlarıyla şampiyonluğun kazanılması bu çatışmanın epik bir şekilde sonlanmasını sağlıyordu.

Şimdi bir kez daha düşünelim. Bulls’a ilk şampiyonluğu kazandıran, Jordan’ın iddia ettiği gibi onun takım arkadaşlarını zorbalıkla hizaya getirmesi, “güçlendirmesi” mi, yoksa Jordan’ın basketbolun bir takım oyunu olduğu gerçeğini kısmen kabullenmesi mi?

Önümüzdeki hafta The Last Dance ve The Jordan Rules üzerinden kazanma, takım olma, bireysellik, rekabetçilik meselelerini tartışmaya devam edelim.

*Ey Netflix Türkiye! İzleyicilerinize saygı gösterin ve belgeselin çevirisini basketboldan azıcık da olsa anlayan insanlara verin.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...