03 Mayıs 2020 00:19

Bilimsel gerçek yetmez, politik cesaret ve siyasal ahlak da gerek

Ali Erbaş

Ali Erbaş | Fotoğraf: Diyanet İşleri Başkanlığı/AA

Paylaş

Dünyayı derinden etkileyen korona salgını, ‘normal’ zamanlarda görünmez olan birçok şeyi daha görünür, anlaşılır kılıyor. Hayatımıza hükmedenlerin dayattığı ve sonuçta egemenliklerini dayandırdıkları (bazen taşıyıcı kolon, bazen örtü işlevi gören) ideolojik-kültürel normların, kurumsallaşmış müktesebatların nesnel gerçeklikle ilişkisini daha bir açığa çıkarıyor. Bu hegemonik araçların kullanım değerleri, hayat içerisinde somut olarak sınanmış ve ölçülmüş de oluyor böylece... Bilimsel yöntemin, bilimsel gerçeklerin gündelik hayat içindeki ağırlığının arttığı, öne çıktığı adeta bir imtihan durumunda, korona günleri. Çoğu zaman hurafenin, dinî doğmaların tasarrufunda olan günlük yaşamın farklı boyutları, bilimsel disiplinlerin önerdiklerine uy(durul)mak zorunda kalıyor. İbadet yerleri kapatılıyor, zorunluluklar esnetiliyor, ertelenebiliyor, vb... Toplumsal yaşamın yönlendirilmesi sürecinde başta tıp biliminin, planlamanın, bilimsel stratejilerin belirleyiciliği artıyor. Bu bir zorunluluk. Söz konusu olan insanın varlık-yokluk meselesi çünkü. Gerçekten ihtiyaç olan, gerçekten çözüm gücü olan öne çıkarılmak zorunda.

Böyle dönemler, insanı, toplumu kontrol etmek amacıyla sisteme eklemlenmiş, ideolojik-kültürel misyonların, en azından fiili olarak ikincil rollere düşüp krize girdiği, rahatsızlık duyduğu dönemler oluyor aynı zamanda. O yüzden de kendilerini hep hatırlatmak, olur olmaz hamleler yapmak zorundalar. Siyasal İslamî bir versiyonun iktidarda olduğu Türkiye’de bu bahsettiğimiz tablo çok daha açıktan ve keskin yaşanıyor...

***

Malum hutbesinde, Diyanet İşleri Başkanı’nın korona salgınının nedenleri arasında eşcinsellere ve evlilik dışı ilişkilere işaret etmesi epeyce yankı uyandırdı. Aylardır bilimsel tartışmaların konusu olan bir konuda, “biz de buradayız ha, unutmayın” dercesine gözümüze sokulan, üstelik ‘resmî’ hüviyetli bu sözlere yönelik tepkiler ise (bazı barolar üzerinde sivrilen) tam bir devlet teyakuzuyla yanıt buldu. Diyanet’in başkanı “faşist bir saldırı” altındaydı, “dini değerler aşağılanıyor”du, yapılan “hadsizlik, terbiyesizlik”ti! Sonuçta bazı baroları ‘karakolluk’ yapan bir süreç yaşandı.

Değerli bir profesör hocamız, muhalif bir ekranda kendisine bu konuda ne düşündüğü sorulunca şöyle dedi haklı olarak: “Ben bilim adamıyım, bilimsel kriterlerle bakarım, bilimsel olarak hastalıklar böyle nedenlere bağlanamaz.”

Burada kalsa hiç bir itirazımız olmaz. Şunları da ekledi ama: “Ben böyle bakarım ama başkaları din ve inançları üzerinden farklı düşünebilir tabi, onların nasıl düşüneceğine de karışamam...”

Nasıl yani?! Olgunluktan ya da tevazudan, her neyse, böyle bir yaklaşım bir bilim insanı açısından yeterli midir? Dünyayı kasıp kavuran virütik bir salgının nedenini ‘kendince’ açıklayarak bilimin alanına müdahale etmiş, o alana dalmış bir ‘misyon’, bilim insanı tarafından ‘e o da öyle inanıyor demek ki’ diye mi karşılanır? Tamam bilim doğası gereği ‘soğuktur’ da, bu sözler hepten dondurucu olmuyor mu yani. Sadece bilimsel doğruyu söylemek, yani salgının virütik olduğuna vurgu yapmak yeter mi? Diyanet’in hutbesi, “Bu bela Allaha inancımızın zayıflamasının kefaretidir” vb. şeklinde olsa mesela, ‘yanlıştır’ deyip, bilimsel doğruyu söyleyip geçebilirdik belki. Ama durum öyle değil ki. Söz konusu ‘resmî’ sözler, toplumun bir kesiminin yaşam biçimini direk hedef almakta, zan altında bırakmakta, fiziki hakaret ya da farklı tepkilerle karşı karşıya bırakmaktadır. Dünyayı kasıp kavuran bir hastalığın nedeni sayılmak, öyle belletilmek basitçe geçiştirilecek bir şey olmasa gerek. Yani öyle, açıklandığı yerde durmayan, başka olasılıklarla birlikte siyasal sonuçları da olabilecek bir açıklamadır. Bir ucu laikliği, bir ucu insan haklarını, evrensel demokratik normları ilgilendirir ve kaçınılmaz olarak siyasal mücadelenin de konusudur. Sadece bilimsel doğruyu söyleyip geçemeyiz yani. Bilimsel kriterleri zaten kabul etmeyen bir yaklaşımla karşı karşıyayız.

***

Meselenin siyasal mücadele konusu olduğu zaten ortaya çıktı hemen. Siyasal iktidar kol kanat gerip savundu: “Müslümanlarla alakalı bir açıklamadır, müslüman olmayanları ilgilendirmez...” Müslümanlık imtihanına da sokulmuş oluyoruz böylece! Kritere bakar mısınız; Diyanet’in açıklamasına itiraz edenler, eşcinselleri ve evlilik dışı birliktelikleri ‘sağlığa aykırı’ bulmayanlar Müslüman olmuyor mu yani?! Kendisini müslüman olarak tanımlayanların da içine sinmeyecek bir kriter olsa gerek bu. Ama imtina edilmiyor işte. “Milletçe birlik beraberlik içinde olmamız gereken böyle zamanlarda...” diye başlanan sözler, ikinci cümlede asıl meramına rücu ediyor; bazıları o ‘millet’ten sayılmıyor. ‘Tek’liğin sınırları daraltılıp dayatılıyor. Kaldı ki, mesele sadece eşcinseller ve evlilik dışı ilişkiler de değil...

Diyanet İşleri Başkanı’nı ayrımcı sözleri nedeniyle eleştirmenin böyle hem devlet hem de ‘dine hakaret’ muamelesi görmesi tam da siyasetin konusudur. Bütün bunların bir mantığı var ayrıca. Yeni rejimin inşa sürecinde, inşa edilene ideolojik rengini veren Siyasal İslam’ın ve onun kurumsallaşmasının başta gelen aygıtlarından Diyanet’in ‘özel’ bir önemi var. Başkanının bu dokunulmazlığı da bu rolden kaynaklanıyor.

Depremi zinaya bağlayan şeyhler olmuştu da bir devlet bürokratının bu tarzda (düşünmesi demiyoruz) bir ‘resmî’ söylemde bulunması ilklerdendir ve bu yeni süreçle ilgilidir. Dolayısıyla, günümüzde ağırlığını hissettiren bilimsel gerçeğin asgari siyasal cesaretle buluşması da eşyanın tabiatı gereğidir.

***

Ama başka eşyaların başka tabiatları da var tabi ki. Mücadeledir sonuçta, herkes kendi safını bilir. İşte ‘nevi şahsına münhasır’ Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’nun tavrı... O da kendi çapında bi nevi ‘reis’ sayılıyor ya, iktidar gibi, bu korona günlerinde bile onun da derdi kendi muhalefeti. Ankara Barosu’na vurdu avukatların sempatik reisi! Diyanet’e ise fiske dokundurmadı. İbretliktir. Gerçekten de bazı insanlar, (iflah olmaz oportunistler’ diyorduk eskiden böylelerine!) söylediklerinden çok söylemedikleriyle saflarını belli ediyorlar. Bu arkadaş da o türden. Çok şey var söylenecek ama yerimiz dar.

‘Laikliğin yılmaz neferi’ ayaklarında pozisyonlar edinip elindekini yitirmemek için güvenli limanlara yanaşmaya çalışanların yukarıda adı geçen bu yeni ‘inşaattaki’ yerlerini göreceğiz gelecekte. Herkese bir yer bulunur mutlaka ama yer var yer var! Marjinal faydan tükenince dış kapının mandalı olmak da var mesela. Sürüsüne bereket, örneklerini say say bitmez.

Bilimsel gerçeklik ve siyasal cesaretle birlikte, siyasal felsefe ve elbette siyasal ahlak da lazım bazılarına...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa