02 Mayıs 2020 00:52

Yine Diyanet meselesi

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Diyanet İşleri Bakanı/Başkanı koronavirüs salgını sırasında sağlığa zarar veren şeylerden uzak durulması çağrısında bulunurken devlete cemaatinin bazı taleplerini iletmedi. Herkese yeterince maske dağıtılması, çalışması zorunlu olmayan sektörlerde üretimin durdurulup emekçilere ücretli izin verilmesi, yaygın testlerin uygulanması lüzumundan bahsetmedi.  Vatandaşa temizlik kurallarına dikkat etmesini söylerken hijyeni kastetmedi. Virüslerin sebebinin pislik ve kirlilik olduğunu söyleyip üç noktasında sonra zinaya, eşcinselliğe ve nikahsız evliliklere bindirdi ve cemaati bunlardan uzak durmaya çağırdı. Başkanın bildik ezberinden şaşmayacağı, dünyevi işler söz konusu olduğunda din adamlarının asırlardır süren takıntısından iki adım öteye geçemeyeceği bir kez daha anlaşıldı.

Ahmet Hakan demiş ya, “Üç din de eşcinselliği yaratılış hakikatine sapma olarak görüyor” diye, itiraz etmek mümkün değil. Öyle görüyorlar. Ama bu tür bir kafa Orta Çağ’da vebanın nedeni olarak bazı kadınların cadılık faaliyetinde olmasını görüyordu, kriter o kadar kapsayıcıydı ki tebliğ iki yıla yayılmış bir kadın kıyamıyla yanıtlandı. Olmadı, kedilerin tekin olmadığını ilan ettiğinde müminler kedi avına çıktı, çocuklar da cadılık yaftasından nasibini aldı. Bu durumda ötekiler de öyle, iyi o zaman Diyanet de standardı yakaladığı için tamam mı demek gerekiyor. 

Diyanet İşleri Başkanı kendisini Orta Çağ’da zannedebilir ama bugün kamuoyuna böyle fütursuz sözler sarf edemez. Ederse olacakların sorumlusu olur. Ama küçük kız çocuklarının istismarcısıyla evlenmesinin yolunu açan bir yasa tasarısını iki kez Meclise getirme pervasızlığını gösteren iktidar partisinden aldığı destek sayesinde ediyor. Din adamı cübbesinin altında bir iktidar aparatı taşıyor.

Erbaş’ın söylemleri, devlet katında hep bir tatbikat kılavuzu muamelesi gördü, İşler ne zaman zora girse ya da sert bir viraj dönmek için nefesi tutmak gerekse Diyanet İşleri Başkanı o anda ve orada görev başındaydı. Onun İslam adına konuştuğunu, sözlerinin İslam’ın dışında kalanları ilgilendirmediğini söyleyerek o söze koruma kalkanı sağlayan ‘yüce makamlar’, sayesinde din ile devlet işlerini birbirine bir kez daha teyellerken eleştirilere, derhal susturulması gereken bir hariçten gazel okuma kıymeti biçtiler. Cuma hutbeleri caminin/cemaatin kapsama alanı içinde kalmadı, kamuoyunun çekiştirmesine bilerek sunuldu. Kendisini ilgilendirmez iması yapılan hariç ile dahil de birbirine karıştı; Diyanet herkesin hayatını değiştiren zorunlu ve zorlu dönüşümlerin eşlikçisi oldu hep. İktidar siyaseten neyin yerinden edileceğine, hangi taşların nereye yerleştirileceğine karar verirken maaşı hariçten gazel okuyanların da vergileriyle ödenen atanmış, memur başkan işlevini aksaksız yerine getirdi. Burada da söz konusu olan, bir dini kurumun dini hükmü yerine getirirken onu desteklemek değil, din başkanının devlet başkanına verdiği ‘Din adına konuşma’ fırsatıyla sunduğu pastır aslında.

Malum pandemi sırasında tek adam yönetiminin halkla ilişkilerindeki açıklar trol goygoyu ile kapatılamayacak kadar büyümüş durumda. Koronalı bir hastayı getirmek için İsveç’e çok maliyetli bir uçak gönderip alkış alacağını uman kibir, hasta şahsın bilgileri ve partiyle ilişkileri  ortaya dökülünce tatmin olamadı. Bir maske dağıtmayı beceremeyip ABD’ye tıbbi ekipman göndermenin itibardan tasarruf olmaz lafıyla savunulamayacağı da görülüyor. Bu süreci hasarsız ve bünyesindeki dağılan hücreleri toparlayarak, hatta sıkı bir hamleyle atlatmak için lazım olan mecali hükümet, Diyanet İşleri Başkanı’ndan bulur mu? Bulur. 

Fakat milletin bununla uğraşacak hali yok. Yine de kurumlar diyeceklerini dediler. Bu arada özünde, Diyanetin devlete/devletin Diyanete alet edilmesine itiraz eden Ankara Barosuna soruşturma açıldı ve bu bir şaka değil. ‘Söyledikleri İslamı ilgilendirir’ diyerek Erbaş’ı, dolayısıyla dini sözü soruşturma kapsamının dışına çıkaran yetkilinin, hutbede ‘Halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği’ne dikkat çekerek tepkisini gösteren hukuk insanlarına soruşturma sopasının kullanılmasına göz yumması gerçek bir şakadır ama. Din kisvesinde yapılacak her ayrımcılık, her politik amele serbest geçit hakkıdır bu. Hukuk geçmez alan böyle genişliyor. 

Son haber bu gelişmenin üstüne geldi.  Bertelsmann Vakfının dönüşüm endeksinde Türkiye “ılımlı otokrasi” olarak tanınıyor; 137 ülke arasında 77. sırada yer alıyor ve de “facto/fiili diktatörlük” olarak nitelendiriliyor. Böyle haberler olmazsa, böyle raporlar yayımlanmazsa biz nasıl bir ülkede yaşadığımızı bilemeyeceğiz sahiden!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...