25 Nisan 2020 20:51

'Siyasetin zamanı mı' frenine karşı; evet, tam da siyaset, hep siyaset zamanı!

'Siyasetin zamanı mı' frenine karşı; evet, tam da siyaset, hep siyaset zamanı!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Salgın ve ölüm haberleriyle kuşatılmışken, gün sayıyoruz. Evlerde karantinadayız. Hastanelerde değil de evde olmak şanssa, herkes bu kadar da şanslı değil maalesef. Ne güzel demiş Ahmed Arif: “Dövüşenler de var bu havalarda.” Ondan kopya çekerek söyleyelim biz de: “Çalışanlar da var bu havalarda!”

Dört günlük sokağa çıkma yasağının son günü bugün. Ama gelen haberler hafta sonu, karantina, yasak demeden, milyonlarca işçinin iptidai koşullarda tezgah başlarında, illetin pençesinde mesai yaptığına dair... İşçiler ‘Evde kal’ kampanyasından dışlanmış durumda, kesin bilgi! (Bilinçli vatandaşlar olsalar gerek!) ‘Evde kal’ çağrılarına sadakatle ve itinayla uyan patronların hiç uğramadıkları fabrikalarda, atölyelerde çarklar dönüyor. Hükümetin, devletin öngördüğü ve yürüttüğü gibi işliyor süreç; hem çarklar dönüyor ve hem de ‘sürü’ niyetine öne sürülen ve zorunluluktan dolayı bu pozisyona mecbur bırakılmış işçiler, emekçiler üzerinden ‘sürü bağışıklığı’ adıyla bilinen salgın stratejisi uygulanıyor. Emekçinin canı can değil ya nasılsa, en ucuz, en kestirme yol bu sonuçta!

Günde yüzlerce insan boğularak ölüyor ama ‘normale az kaldı’ minvalli iyimser ninniler söyleniyor. Yine, her gerektiğinde başvurulan “Milletçe birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz bu zamanda...” diye başlayan o malum hamasi anonsun volümü arttırılıyor. İtirazlar mı var, muhalefet mi yapılıyor, fren hazır: “Siyasetin zamanı mı?!”

‘Zamanı değil’ denilenin daniskası yapılıyor oysa. Koronavirüs, hem sınıfsal hem siyasal bir ‘araç’ olarak dibine kadar kullanılıyor. Herkes evlerine hapsedilmişken, atak üstüne atak yapılıyor.

‘Tek adam iktidarı’nın tahkim edilmesi açısından kapatılması elzem olan ‘belediyelerdeki gedik’ çok önemli bir siyasal mücadele konusu mesela. HDP’li belediyeler kayyımla halledilirken, CHP’li büyükşehirlerin çalışması, yardım için bile olsa halka ulaşması engelleniyor, iş yapamaz, kımıldayamaz hale getirilmek isteniyor. Nerede ‘beraberlik, bütünlük’, nerde ‘siyaset zamanı değil’ ninnisi? Siyaset değil midir bu?!

Gördüğümüz anladığımız şudur ki, ölümcül bir salgına karşı mücadele gibi, insan hayatını doğrudan ilgilendiren bir konuda bile ‘tek adam rejimi’nin inşası, sağlamlaştırılması kaygısı öne çıkıyor, geri plana düşmüyor, iktidar siyaseti asla irtifa kaybetmiyor.

Peki muhalif kesimler açısından da aynı şey söylenebilir mi?

***

Geçen haftaki yazısında 10 Nisan Cuma akşamı ilan edilen ‘baskın sokağa çıkma yasağı’ fiyaskosu sonrasındaki SS’in istifasından hareketle dikkat çekmişti Erol Aral: “Bakan SS’in istifasının derin siyasi varyasyonlarını köpürte köpürte yazıp çizme öyle bir hal aldı ki... İstifasını yok sayarak SS’i “Mahcup eden Sayın Cumhurbaşkanım”ın o cuma gecesi verdiği talimata bir türlü gelemedik… Altını kalınca çizerek hak ettiği vurguyu yapamadık…”

Demek istiyordu ki,  SS’in de itiraf ettiği üzere, talimatı veren Erdoğan’ın o “kara cuma”nın asli faili olduğu iddiasına zum yapmaktansa, Pelikanlar ile (diyelim ki Leylekler!) arasındaki ‘derin çatışma’ öne çıkarıldı. Gerçekte Erdoğan’ın direktifi olduğunu anladığımız ve rejimin işleyişini faş edebilecek yasak kararının menşeyi dert edilmedi ama Soylu’nun istifasının alameti farikası konuşuldu da konuşuldu.

İktidar siyasetini sıkıntıya sokabilecek muhalif argüman hangisiyle kurulabilirdi peki: Pas geçilen ilkiyle mi, yoğunlaşılan diğeriyle mi?

Hem öyle bir yoğunlaşmaydı ki bu, Soylu-Albayrak çelişkisi ‘İslamcılar-Milliyetçiler kapışması’ olarak değerlendirilebildi. “Soylu için çok şey söylenebilir ama asla İslamcı değildir” denilip, milliyetçi Soylu’nun pozisyonunu güçlendirmesinden dolayı kimi içten içe, kimi ise açıktan sevinç duyan ‘muhaliflere’ tanık olabildik! Bu da Korona günlerinde muhalif olmanın başdöndürücü hafifliği olsa gerek herhalde! Geleceğe dair umutvâr olma duygusunu SS’e bile dayandırabilecek bir siyasal irtifa kaybı... Sınıf çelişkilerinin derinleştiği, devletin sınıfsal karakterini sorgulama olanaklarının genişlediği bir süreçten, özellikle sosyal medyada tezahür eden ve demokrat, muhalif çevreleri de etkileyebilen böylesine bir ‘siyasal hafiflik’ devşirebilmek de mümkün yani.

Bir tür ‘siyasal odaklanamama’ durumu bu ve çeşitli biçimlerde tanık olabiliyoruz bu odak kaybına.

Bir örnek daha; yine andığımız o “Kara Cuma” gecesi yaşanan kaostan hareketle, “halkın cehaleti, vurdum duymazlığı, aptallığı, geri zekalılığı, vb.” üzerine döktürülen “tezler”, paylaşımlar en az yasağın kendisi kadar ağırlık tuttu ‘muhalif tepki kantarında’. Barlasları, Ardıçlarıyla iktidar medyasının bunu yapmasında şaşılacak bir şey yoktu, onlar yeterince odaklanmış durumdalar çünkü, odakları şaşmıyor kolay kolay, nitekim kaostan iktidarı tenzih eden ‘sorumlu’ bulmakla meşgul oldular. Ya muhalif, aydın, ilerici, demokrat çevrelerde ortaya çıkan bu refleks yitimi, bu odak kaybı?..

Bu yanlış denildiğinde, “aman siz de halka toz kondurtmuyorsunuz, hep siyaset hep siyaset!”

İnsanların can güvenliği derdiyle başbaşa bırakıldığı bugünlerde sözün direksiyonunu tam da siyasete, iktidar ve düzen eleştirisine kırmak gerek oysa.

Halka ‘kızarak’ doğruculuklarından şaşmayanların unutmaması gereken şudur ki, siyaseten kime ‘kızdığımızdır’ asıl önemli olan. Sonuçta pedagoji dersinde değiliz; siyaset belirliyor bugünümüzü, geleceğimizi. Siyasetimizin konusu, ‘kızmak’la ifade edilecekse eğer, ‘iktidara kızmak’ olmalı. ‘Halka kızmak’ iktidar siyasetinin bir argümanı olabilir ancak. Muhalif olup da “iktidar da suçlu vatandaş da” demek, siyasal hasmımıza ait olan asıl sorumluluğu, asıl suçu ötelemek, hafifletmek olur.

Velhasıl, her daim bir mücadele içinde olduğumuzu unutmayalım. Yorumlarımız, eleştirilerimiz, perspektifimiz, ‘kızdıklarımız’, karşıt güçler arasındaki bu mücadelede bize ne kattığına, karşıtımıza ne kaybettirdiğine göre belirlenmeli...

Hele ‘siyasetin zamanı mı?!’ tazyikinin geçer akçe olduğu böylesi can pazarı zamanlarında, siyasal odaklanma ve iktidar eleştirisinden irtifa kaybetmemek, hem salgın illetinden hem de insanlarımızın başına örülen siyasal illetten kurtulmanın asgari ‘muhalif’ tutamak noktası oluyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...