07 Nisan 2020 00:26

“Onlar bizi sevmez” Ya da Dunkerk sendromu

“Onlar bizi sevmez” Ya da Dunkerk sendromu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ziverbey Köşkü, DAL Grubu, Mamak, Diyarbakır 5 No (*) gibi yerler arkalarında çok derin travmalar bıraktı. Harbiye’deki tecrit hücreleri, Selimiye alt kattaki Türün’ün özel tecrit hücreleri, Mamak’taki kafes uygulaması, aynı hücreye “karıştır/barıştır” adıyla ülkücü ve devrimciyi aynı hücreye koyma, aynı hücrede 3 işi için 2 yatak verme uygulaması, Mamak’ın ünlü bir geçiş yolunun ortasında yer alan “kafes”ine sorgudan yeni gelenlerin konulması gibi uygulamalar, koğuşlara baskın şeklinde yapılan “yıkım” uygulaması ile topluca saldırılması, vahşi kaba dayak, daha insanların belleğinin bir yerinde üstü kapatılıp kutulansa bile, insanların bilinç altı kabusu olarak etkisini her zaman gösterdi.

1972 Aralığında Şadi Alkılıç ve Arkadaşları davasında mahkemede tutuklanıp, Selimiye ahırlarında Türün’ün özel olarak yaptırdığı tecrit hücre ve koğuşlarının açılışından sonraki ilk misafirlerden biri olacaktım.  İyi ki tutuklanmışım mahkemede, çünkü hini hacette kullanılmak üzere arkadaşlarımdan ayarladığım yer, benim tutuklanmamdan bir ay sonra basılacak, o zaman kendimi, o dönemin şişirme davalarından biri olan “Bomba” davasının sanıklarından biri olarak bulacaktım, Ziver Bey köşkünden geçerek.

2 No’lu koğuşa konulduğumda, orada sadece iki arkadaş vardı. Sevgili Kamil ve Binali. Parti/Cephe’nin İşçi kesimi sanıklarından. Daha Ziverbey Köşk’ündeki özel işkencelerin etkisinden tam olarak çıkmamışlardı. Onlardan öğrendim bütün uygulamaları. Bunları, başka bir koğuşta kalan kısa süre sonra çıkacak olan bir yayıncı arkadaşa, 20 dakikalık bir havalandırma sırasında anlatıp, kamuoyuna iletmesini istediğimde, o arkadaş, bu Ziverbey tanıklıklarına inanamayıp, dışarda benim hayal görmeye başladığımı aktaracaktı. Çünkü, ilk defa böyle bir şey yaşanıyordu. 

Çünkü önce Selimiye’de özel tecrit hücrelerine konulmuşlardı aylarca. Bir koğuşun sosyal ortamına çıkmak, oradaki dayanışma insanların kendilerini daha çabuk sağaltmalarına olanak sağlıyordu.

Sonra yine İşçi kesimi davasının sanıklarından Emin Karaca geldi koğuşumuza (**). MAY yayınlarından Mehmet İncili geldi. Sıkıyönetim tarafında gelişi güzel tutuklanmış birinin muhbirliği sonucu, Emin Karaca koğuştan alınıp, erler tarafından vahşice dövüldü. Ondan sonra 4. Koğuşa alındık. Yanımızdaki 5. Koğuş ise idamlıklarındı. Bizim koğuş giderek kalabalıklaştı, Oktay Etiman, Muzaffer Oruçoğlu, Osman Bahadır bizimleydi. Ve bomba davasından Ziverbey’de korkunç işkenceden geçmiş tıbbıyeli bir arkadaş, bir yüzbaşı, Giresunlu bir avukat…Daha sonra Mihri Belli’nin gençlik grubundan insanlarla Rasih Nuri İleri.

Nazi kampları gibi, Ziverbey’deki uygulama da tutukluları “insan kategorisinden” çıkarmayı hedefliyordu.

1945 yılı Aralığında Sabahattin Ali, cezaevinden yazdığı bir mektupla, Sıkıyönetim makamlarına suç duyurusunda bulunuyor, Sansaryan Handaki 1. Şube’deki tabutluk denen hücrelere ve yapılan insanlık dışı işkencelere dikkat çekiyordu. Ve bu suç duyurusunda, bu uygulamaları yapanların, işkence ve sorgulama taktikleri konusunda Nazi Almanyasında, Gestapo’da özel eğitim aldıklarını belirtiyordu.

1972 yılında, Mahir’lerin, Cihanların kaçmasından sonra, askeriye içinde ipleri tamamen ele geçiren Kore muharibi Türün ve benzeri subaylar da, eğitimlerini, Panama’da Pentagon’un kurduğu özel kontgerilla eğitim merkezlerinde yapmışlardı.

1971 Temmuz’unda gözaltına alındığımda, çift hilalli Siyasi Şube’de Osmanlı klasiği falakadan geçmiştim sadece. Ama 1972’de Mahirlerin kaçışından sonra, bambaşka bir uygulamaya geçildi. Ziverbey’deki merkez aynı zamanda ordu içindeki bir hesaplaşmanın mekanı oldu.

Teslim olmama durumunda, canlı yakalama yerine ise, imha uygulaması konuldu. 1971 Mayıs’ında Maltepe’de Mahir’in öldürülmesi başarılamadı, usta bir sniper’ın Hüseyin Cevahir’i Mahir sanması nedeniyle.

Maltepe’de başarılamayan Kızıldere’de toplu imha ile gerçekleştirildi. O sırada Davutpaşa kışlasında, Dev-Genç Davası nedeniyle gözaltında tutuluyorduk. Kızıldere haberi bir şok olarak düşmüştü büyük koğuşa, derin bir sessizlik içinde idi koğuş içeri girdiğimde. “Ne oluyor” diye sorduğumda, “hepsi öldü” yanıtını alacaktım.

Güney Afrika gibi 90 gün sorgulama uygulaması ile 12 Eylül, işkence serbestisini had safhaya çıkardı.

1981 Mart yada Nisan’ında ilk kez bir DAL gurubu tanığı bayan bir arkadaş Mamak’tan serbest bırakıldı, tanıklıklarını paylaşma cesareti de gösterdi. O sırada bizde misafir olan Alman bir arkadaşımın aracılığı ile bunu raporlaştırdık. Berlin’de Tageszeitung’da DAL gurubunun krokileri ile birlikte bu ilk tanıklığın yayınlanmasını sağladık.

1984 yılındaki açlık grevinden sonra, Mamak’taki durum değişebildi. Gülten Akın Türkiye’nin Anna Achmatova’sıdır, Emily Dickinson’ıdır. Acının ne arabesk ne türkobest olmayan şairidir. Mamak’taki açlık grevini destanlaştırdı. Kitap yayınlanmak üzere elimize geçtiğinde çok heyecanlanmıştık. Özellikle DAL grubunda katledilen Behçet Dinlerer üstüne olan şiiri bizi çok duygulandırmıştı. “Ölü bir yapraktı onu kaldırdım”. TÜYAP kitap Fuarında,  Alan-Belge standında Aslan Başer Kafaoğlu, Gülten Akın ve Mehmed Ali Birand için (12 Eylül üstüne ilk kitabı çıkmıştı) muhteşem bir imza yapacaktık. Ve kısa süre sonra Ayşe Nur Cağaloğlu’nda sokak ortasında kaçırılıcasına göz altına alınacak, 40 gün geçirecekti emniyette (gözaltı süresi o zaman 30 güne inmişti). Ne sır ne de kafa vermeden.

Uzun bir zaman geçmesine karşın Mamak Cezaevi uygulamaları ile ilgili bir tanıklık çıkmamıştı. Ayşe’nin ölümünden kısa bir süre önce, iltica etmek için Hollanda’ya gitmek üzere olan Pamuk Yıldız diye eski bir Mamak sakininin tanıklıkları gelince heyecanlandım. “Nihayet” dedim.

Bunu Ayşe Nur’a Mamak ile ilgili bir kitap yayınlamak istediğimi söyleyince, “Niye yapıyorsun bunu, ‘onlar’ bizi sevmez” dedi.

Ah, Ayşe, haklı çıktın ne yazık ki! Yeni öğrendim bunu, çocuklar bana söylememiş üzülmeyim diye.

Savunmamı Eren Keskin’in yaptığı, Mamak kitabından dolayı, 10 yıl devam eden, bozulan, yeniden görülen davadan dolayı TC adaleti beni mahkum etmiş. Sadece teşekkürler!

Not: Dunkerk sendromu aslında benim yarattığım bir kavram. 2. Dünya Savaşı başlangıcında, destek olmak üzere müttefik Fransa’ya geçen İngiliz piyade kuvvetleri Kanal’ın karşı yakasında kilitlenip kalmıştır. Churchill’in dahiyane çağrısı üzerine, İngiliz halkı seferber olup irili ufaklı tekneleri, takaları ile bazıları evlatları olan İngiliz askerlerini karşıya taşırlar; Alman denize dökme operasyonu başlamadan. Gönüllü halk seferberliğinin en muhteşem örneklerinden biridir. “Dunkerk” filminde, iki yeni yetme oğlu ile Fransız kıyılarına yönelen bir vatandaş, batmış bir teknenin direğine panik içinde sarılmış bir askeri kurtarır. Tekneye binmiş dehşet içindeki asker teknenin istikametinin Dunkerk olduğunu öğrenince paronoya halinde saldırıya geçer ve kendini kurtaranlardan gencecik çocuğun düşerek kafasını yere vurarak komaya girmesine ve ölümüne neden olur. Kendileri ile dayanışma halinde olanlara tepki duyma hali diye tanımlayabiliriz Dunkerk sendromunu. Aslında bir de “DAL grubu” sendromundan bahsedebiliriz. Kimi eski tutsaklarda tanık olduğum tekrar DAL grubuna düşme korkusu. Kırşehir olayıyla dayanışma gösteren bir Ayşe Nur’da ya da Kamer Teyhani de bu sendrom nedense görülmez! Ve Stockholm sendromundan hiç bahsetmeyelim. İşkencecisine aşık olma hali. Bunun örneklerini saymaya gerek yok.

   (*) Belge Yayınları, Diyarbakır toplama kampındaki uygulamalara ilişkin üç önemli tanıklık yayınladı: Mehti Zana, Vahşetin Günlüğü/Diyarbakır Zindanları, 1993; Sevgili Leyla/Uzun bir Sürgündü O Gece, 1995; Ali Ekber Gürsöz, Diyarbakır Gecesi, 2011. Önemli bir Metris tanıklığı ise: Memik Horuz, İtirafçı/12 Eylül Metris’ten Gerçek Bir Tanıklık, Belge Y. 2009.

(**) Parti-Cephe Davası bilinir de, İşçi Kesimi davası pek bilinmez. Sağ olsun, Emin Karaca, iddianamesi ile birlikte bunu kitaplaştırdı önerim üzerine. Emin Karaca, İşçi Sınıfı 12 Mart Faşizminde N’olmuştu Sana / THKP/C İşçi Kesimi Davası, EK Kitaplığı, Ekim 2019.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...