01 Şubat 2020 23:20

"Bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi"

"Bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi"

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gerçeklikle sorunlu iktidarların yönettiği bir ülke oldu hep Türkiye. Kader falan değil elbette; tarihin, en azından şimdilik, önümüze koyduğu tablo böyle. Gerçeklerden değil de bir tür ‘imal-gerçeklikler’ (algı da deniliyor) düzleminden hareket ederek yönetebilen iktidarlar dizisi içinde, her gelen bir öncekine rahmet okuttu adeta. 18 yıldır işbaşındaki bu iktidarın sözkonusu geleneği nasıl akla hayale gelmedik düzeylere çıkarttığına tanık oluyoruz şimdi. Başından bu yana sıralamaya sayfalar yetmez  ama ‘gerçeklik imalatı’ndaki düzeyi anlamaya bir örnek bile yeter herhalde: Yıllarca birlikte yönetip ortaklık yapılmış, devlete taşınmış Fethullahçı örgütlenmenin ‘siyasal ayağı’nın CHP’de olduğunu söyleyebilen, ciddi ciddi buna dair kamuoyu oluşturmaya çalışan bir iktidar bu sonuçta. Uzun söze ne hacet; ölçekler bu kadar büyüdü, gelişti işte!

‘Gerçeklik imalatı’ bir hobi değil kuşkusuz, bir zorunluluk. Zorunluluk arttıkça çarpıtma ve yalan ölçekleri de büyüyor.   

Örgütlenip dayatılan, ‘örgütlü yalanlar’ bunlar. Devasa bir örgüt çarkında işlenerek dolaşıma sokulup toplumsal gerçekliğin yerine ikâme edilmekle kalınmıyor; herkesin inanması, durumdan vazife çıkarması bekleniyor. 

‘İmal gerçeklik’ mi dersiniz, ‘örgütlü yalan’ mı dersiniz, ‘algı’ mı dersiniz, her neyse, bu üretim mekanizmasının tek görevi vardır:

İnandırmak ve giderek inanmaya mecbur kılmak!

İnanıp inanmamak öyle insanların keyfiyetlerine, tercihlerine, inisiyatiflerine bırakılmamalıdır. E koca iktidar örgütlenmesi bu, inanan da inanmayan da sağolsun diyecek hali yok ya!

***

Her olağanüstü durumda daha da hareketleniyor bu ‘imalat’ ve ‘inandırma’ mekanizması. Nitekim Elazığ depremi sürecinde de böyle oldu.

Hikmetinden sual olunmaz bir başarı destanı yazılmıştı sahada!

İnanmayanların gözleri ‘siyasetten kör olmuştu.’

Kameraları kuşanıp (yağmur ve kar yağınca bugün balçık içinde,  girilemez, durulamaz hale gelmiş) iptidai çadırlara dalarak, “mutlusunuz değil mi?” sorusunu sorabilen, enkaz altında kalmış garip gurebayı mutlu olduklarına inandırmaya çalışan rezillik, tam da bu çarkın içindedir işte.

Bir tv programında “Devletin birimleri var, kurumları var, çalışanları var. İçişleri Bakanı battaniye taşıyor. Onu taşıyacak insanlar yok mu? Bu bir PR çalışmasıdır” diyen bir katılımcıyı, "Adam gitmiş orada canını ortaya koymuş,  İçişleri Bakanını ağzına alamazsın, terbiyesiz” salvosuyla neredeyse sille tokat dövmeye kalkan şirretlik de aynı ‘imalatın’ bir parçasıdır.  

İnanmak zorundayız yani; İçişleri Bakanı Elazığ’a giderek canını ortaya koymuş!

İnanmamak, sorgulamak terbiyesizlik, utanmazlıktır!

‘Terbiye’ ve ‘utanma’ standartları yeniden belirleniyor yani.

İktidara inanıp inanmamak, onu sorgulayıp sorgulamamak başlıca ölçüt oluyor.

Devletin tepesinden ilan edilmedi mi zaten; “’Deprem için toplanan para nereye gitti?’ diye sormak utanmazlıktır.” 

Yurttaşlık sorumluluğu, Anayasal vatandaşlık hakkı, toplumsal bilinç, etik, vicdan... hepsi çöpe; şimdi ‘biat’ çağının normları yürürlükte!

Yeni bir siyasal, hukukî, toplumsal, ahlakî ‘meşruiyet’ çerçevesi bu.

“Vergi kaçırmak ile vergiden kaçınmak aynı şeyler değildir” diyerek, ortaya çıkan hülleli bağış rezaletini açıkça savunan Kızılay Başkanı’nın utanmasını gerektirecek en ufak bir şey yoktur!

Yıllardır toplanan deprem vergilerini sormak bile utanmazlık oluyor ama...

Günlerce sadece merkezdeki üç binanın enkazı üzerinden 'başarı destanı' fotoğrafları verildikten sonra, “algı çok iyi şu anda” sözlerinde itirafını bulan ‘algı siyaseti’ gayet ‘meşru’ oluyor da Ergani belediyesinin yardımları kabul edilmez ölçüde ‘siyasî’ bulunup reddedilebiliyor...

***

Ezcümle; yerin kilometrelerce derinliğinde aktifleşip kırılan fay hattı, yeryüzündeki yıkımla birlikte bahsettiğimiz bir başka çarkı da aktifleştirip şaha kaldırıyor.

Deprem, doğanın fiziki yasalarının sonucu; enerji birikiyor ve fay kırılıyor. Yeryüzündeki yıkım ise toplumsal yasaların alanına giriyor artık. Doğal afet siyasallaşıyor ve deprem çoğu zaman masum kalıyor, bu yalanlı dolanlı siyasal afetin karşısında.

Mehmet Akif Ersoy’un sözleri bugün ‘siyasal afet’ kılığında karşımızda salınan bu ‘yalan imalatçı’ düzenin de tarifi gibidir:“Şarka bakmaz, garbı bilmez, edepten yok payesiBir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi”

Ama biz dirayetli olalım, gördüğümüz, yaşadığımız gerçeklerden kopmayalım, hayatın o hep çözüm üreten sonsuz zenginliğine inanalım yine de...

Bugün 'siyasal afet’in kurbanı Elazığ’lıların kuşaklar öncesinden deneyimlerle süzülüp gelen Kürdî Hoyrat’ta söylendiği gibi:

“Gündür geçer, ağlamaBir kapıyı kapatan bir kapıyı açar, ağlama...”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...