17 Ocak 2020 00:50

Erdoğan’ın ‘evlenin’ buyruğu karşılık bulamaz, çünkü...

Recep Tayyip Erdoğan konuşma yaparken

Fotoğraf: Murat Kula/AA

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta yaptığı bir konuşmada, evlenmeyen (onun deyimiyle ‘evde kalan’) ya da 30 yaşından sonra evlenenlere “Böyle bir şey olur mu ya?” diye çıkıştı. “Devletin başı” ve de “babası” olarak gençlere 30 yaşından önce evlenme ve hızlıca 3-5 çocuk yapma “emri” vermeyi de hak gördü.

Bu konuşma yapılır yapılmaz sosyal medyada #EvlenmiyorumÇünkü hastag’i Türkiye gündeminin ilk sırasına yerleşti. Bu baskıcı tutum, Erdoğan’ın deyimiyle “evde kalmış olan, olmayan” çok sayıda insanın mizahi paylaşımlarıyla ti’ye alındı.

Doğru; Erdoğan’ın yaptığı bu konuşma tümüyle muhafazakâr-neoliberal bir toplum ve aile tahayyülünün mutlaklaştırılması ve dışında kalanların öcüleştirilmesi anlamına geliyor. Ancak mesele yalnızca bir ‘yaşam tarzı müdahalesi’ değil. Aile kurmaya ve her ne olursa olsun aile birliğini sürdürmeye dayalı bu söylemler ve politikalar, “gerici, muhafazakârlığın baskıcı uygulamaları” olarak ele alınıp tartışılsa da, bunun aynı zamanda “modern” bir politik ekonomik yönetme biçimi olduğu gözden kaçmamalı. Koparılan bu vaveyla birincil bir kaygıdan, nüfusu güvence altına alma, işgücünü yeniden üretme, eşitsiz toplumsal ilişkiler biçimini yeniden üretme ve sürdürme, kısacası ekonomik olarak yararlı siyasal olarak muhafazakâr bir cinsel rejim kurma amacından bağımsız düşünülemez. Evet, kapitalizm öncesi döneme göndermeler yapılır, hatta geleneksel aile normları ve İslami söylem belirgindir; ama “kutsal aile”nin yeniden göreve çağrılması bugünün dizayn edilmesine dair bir olgu ve asla tek başına “gericilikle” ilgili değil. 

Türkiye’de hem kadınlar hem de erkekler gittikçe daha geç bir yaşta evleniyor. 2012’den 2018’e gelindiğinde kadınlar için evlenme yaşı 23.5’den 24.8’e, erkekler için 26.7’den 27.8’e çıkmış. Aynı dönemde 30 yaş ve üzerinde evlenen kişi sayısının toplam nüfusa oranında yüzde 15’lik bir artış söz konusu.

Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin en çok aile içinde, özellikle de ayrılma/boşanma süreçlerinde görülüyor olmasına, kadınların boşanmak istemesinin cinayet ve şiddetin ‘meşru’ nedeni, ‘tahrik’ sebebi sayılmasına, kadınların aile içinde tutulması için her türden yasal ve kurumsal müdahale yapılmasına rağmen boşanmalar artıyor. Şiddet kadar yoksulluğun, hanenin ayakta kalma olanaklarının daralmasının da, aynı zamanda insanların yaşam beklentilerinin değişmesinin de boşanmalarda etkili olduğunu biliyoruz.

2018’de boşananların sayısı bir önceki yıla göre yüzde 10,9 artış gösterdi. Hem veriler, çağrıların ve baskıların bir karşılık bulmadığını gösteriyor, hem de son dönemlerde gündem yaratma gücü halen devam etse de iktidarın özellikle kimi konularda toplumsal tepkileri istediği gibi yönetemediği iyice açığa çıkıyor. Ağırlaşan yaşam koşulları, ekonomik sıkıntılar, kadınların ve gençlerin artan değişim talepleri, toplumsal olarak çözümsüz bırakılan şiddet ve istismar gibi sorunlar, bu sorunların inanç, gelenek gibi yara bantlarıyla dikiş tutmayan bir halde kanamaya devam etmesine duyulan öfke, sorunları derinleştiren adaletsizlik, bu müdahaleleri “geçersiz” hale getiriyor. “Evlenenin” çağrısı da buna örnek oluşturdu.

Erdoğan’ın aile değerlerine ve evliliğe yaptığı bu vurguların kendi tabanı olarak gördüğü halk kesimleri açısından da karşılığı istediği gibi olmadı. Yoksul emekçi aileler ve çocukları, yaratılan “evlilik” gündemini kendi toplumsal ve ekonomik durumlarındaki görünümlerle tartıştılar. Asgari ücretin açlık sınırından yalnızca 162 lira fazla olduğu, her 4 gençten birinin işsiz olduğu, 15-29 yaş grubunda kendilerine eğitimde de istihdamda da yer bulamayanların sayısının 5 milyon 551 bine çıktığı, son bir yılda gerçek enflasyonun yüzde 30’ları aştığı memleket ortamında evliliklerin birkaç teşvik, biraz gıda yardımı, biraz şartlı nakit transferi, bolca da iman sosuyla yürümeyeceğini, yürümediğini düşünüyorlar.

Halkın dayanma gücü, sınırına varmış durumda. Özellikle gençler için sınırın aşıldığı bile söylenebilir. Muhafazakâr kesimde ebeveynler siyaseten çocuklarını sürükleyen bir konumda değiller artık. İktidarın “beka” stratejisinin en çok tepki gördüğü kesim gençler. Erdoğan’ın fetihçi dış politikasından çılgın projelerine, ekonomiden kültüre her alanda bir meydan okuma icat etmesinden kesinlikle heyecan duymuyorlar. İktidarın sürükleyicisi Erdoğan etkisindeki zayıflama eğilimi de durumu iktidar bakımından kritikleştiriyor. Veriler de var; AKP’ye oy verenlerin yaklaşık dörtte biri, iktidarın politikalarına onay vermiyor. Tam da bu nedenle parti örgütüne sürekli “kadınları ve gençleri tutun” talimatı veriyor Erdoğan. Araştırmalarda, ağırlıklı olarak iktidar seçmeninden kayanlarla oluşan kararsızlarda ciddi artış görülüyor ve bunun büyük kısmının gençler olduğu açık.

Kadınları ve gençleri her geçen gün daha çok sıkıştıran iktidar politikaları ve hayatın dayattıkları arasındaki kıyasıya gerilim artmış durumda ve iktidar bugün bu gerilimi kendi lehine çeviremiyor. Hatta attığı adımlarla kendi tabanının eğilimlerinden bile uzağa düşüyor.

Bugün bütün bunlarla birlikte kadınlar ve gençler lehine bir mücadelenin genişlemesinin olanaklarının arttığını da görmek gerek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...