10 Aralık 2019 00:07

Ak saçlı hocamdı benim

Ak saçlı hocamdı benim

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cavit Orhan Tütengil, benim hem lisans, hem master hem doktora seminer hocamdı. Vedat Günyol’un çıkardığı Yeni Ufuklar dergisine takıldığı için oradan da ayrı bir muhabbet vardı aramızda.

Onun öldürülmesi benim için hep büyük bir travma oldu. 12 Mart darbesinden sonra mahkum olduğumda, aslında doktora sayfasını kapatmıştım, tez yazma safhasına geldiğim halde.  1974 affından sonra niyetim, her nedense pasaport alıp Heidelberg’e gitmekti, kafayı T.C. devletinin kodlarını çözmeye takmıştım, Hegel üzerinde yoğunlaşmak istiyordum, onun devlet felsefesi üstünde. Pasaport alamadım 1991 yılına kadar.

Master için Tütengil’e “Türkiye’de Gençliğin Sorunları” diye bir araştırma yapıp vermiştim 1968 nisanında. Daha sonra bu araştırmayı esas alıp, 1968 eylülünde Ankara’da SBF’de toplanan Devrimci Eğitim Şurasına, haziran işgallerinden sonra oluşturulan Öğrenci Örgütleri Dayanışma Kurulu adına tebliğ olarak verecektim.

Daha sonra Tütengil Hoca, tezimi yazıp doktoramı almam için hep ısrar etti. Sonunda 1979 sonbaharında yer aldığı İÜ İktisat Fakültesi yönetiminden, doktoraya devam edebilmem için karar çıkarttırdı.

O iğrenç katletme haberi geldiğinde 35 değerli aydın ve yazar ile birlikte kurucularından biri olduğum Demokrat gazetesinin hazırlık çalışması içindeydik. Gazeteyi Maraş kıyımının 1. Yıl dönümünden önce çıkartmak istiyorduk. Nereden bilebilirdim ki, gazete provasının üzerinde çalışacağımız haberlerinden biri Tütengil Hoca’nın iğrenç bir suikasta kurban gitmesi olacak.

Cenazeye büyük bir öğrenci kitlesinin katılımı oldu. Ve cenazesine de rahat vermediler, saldırdılar. Yine de Zincirlikuyu’ya ulaşmasını engellemeyi başaramadılar. Cenazelere de saldırma, insanlık duygusunun ne kadar yittiğinin göstergesi değil de nedir?

Tütengil Hoca’nın, zaman zaman uğradığım Levent’te bahçeli bir evi vardı. Eşi Şükriye Hanım da öğretmendi, kızları Deniz ve oğulları Kaya’yı özenle yetiştirmişlerdi. O evdeki aile içi karşılıklı sevgi ve saygı bağını asla unutamam.

Ve o evin her köşesine sinen acı asla dinmedi, Tütengil Hoca’nın katlinden sonra. Buna karşın Deniz, babası gibi akademisyen oldu. Anneleriyle birlikte, cinayetin hesabını sormaya devam ettiler.

Doktorayı tamamlama yerine, Demokrat gazetesinde yoğunlaşmaya karar verdim. O da 12 Eylül sabahı kapatıldı. Ondan sonra gazete çıkmasa da onun kurumunu ayakta tutmak uğraşı ile geçen 10 yıl.

Tütengil, Tarsus’un Sebil köyünde doğmuştu öğretmendi babası.  Köy enstitülerinde öğretmenlik yaptı kendisi de. Haydar Paşa Lisesinde bursla yatılı okudu.

Her noktaya inanılmaz azmi ve çalışkanlığı ile geldi. Felsefe okudu, yetmedi ardından iktisadı bitirdi. 1942 yılında, arkadaşları ile “Değirmen” dergisini çıkardı. 1950 yılında bir yıllığına Fransa’ya yollandı. 1953 yılında eşiyle birlikte, köy enstitüsünde ders verdiler diye Diyarbakır’a sürüldüler.  Ama aynı yıl sınav kazanıp İÜ İktisat Fakültesinin sosyoloji kürsüsüne asistan olarak girdi. 1956 yılında “Montesguieu’nün Siyasî ve İktisadî Fikirleri” konulu çalışmasıyla “doktora” tamamladı. Bu tezi ile 1957 yılında “Türk Dil Kurumu Bilim Ödülü”nü aldı. 1960 yılında ise, “İçtimaî ve İktisadî Bakımından Türkiye’nin Karayolları” konulu tezi ile “doçent” oldu.

Sosyoloji kürsüsünün başı, 2. Dünya Savaşı sırasında “İş” dergisinde, Nasyonalist Sosyalist  Almanya’daki işçi örgütlenmesine övgüler düzen Ord. Prof. Dr. Fahri Ziya Fındıkoğlu idi. 2. Sınıfta bize, “Karl Marx ve Sistemi” adlı kitabı üzerinden, eleştirel dersler vermişti. Ben de kendisine, “Almanya’da Nazi Partisini İktidara Getiren Sosyo Ekonomik Koşullar” diye ödev hazırlayıp vermiştim. “Oğlum, bu bahis kapanmadı mı?” diyecekti bana teslim ettiğimde.

1968 baharında öğrenci derneğinin düzenlediği iktisat haftasında verdiğim ilk konferansımı bu metne dayandıracaktım.

Tütengil, İÜ İktisat Fakültesi Sosyoloji Bölümünün siyah kuşuydu. Ve bize en yakın duran hocalarımızdan biriydi. Fındıkoğlu Tütengil’in profesörlüğünü engellemek için elinden geleni yaptı. Çünkü yerini çömezi saydığı Amiran Kurtkan Hanım’a bırakmak istiyordu. Öte yandan Fındıkoğlu, kürsüye Mehmet Eröz’ü de (1930-1986) almıştı.

Bu yüzden Tütengil’in Profesör olması 10 yılını aldı. Ama yine de Tütengil’in kürsü başkanı olmasını engelleyemediler. 1973 yılında yerini Tütengil aldı.

1972 yılında doktora kurunda Tütengil’in iki öğrencisi vardı. Biri bendim, öteki ise Enis Öksüz. Enis Öksüz de Adanalı, yoksul bir köy çocuğuydu. Tütengil hoca gibi.  İki kişi olduğumuz için, Tütengil Hoca’nın masasının önündeki iki koltukta karşılıklı oturuyorduk.

Tütengil Hoca, MHP elitinin yetiştiği ve egemen olduğu bir kürsünün başkanı idi.

Hep düşünmüşümdür, Enis Öksüz, doktora hocasınının vurulduğunda ne hissetti, aynaya bakabildi mi diye? Ya da Amiran Hanım, ya da Mehmet Ersöz ne hissetti diye. Enis Öksüz, Ecevit/Bahçeli Hükümetinde Ulaştırma Bakanı olacaktı. Türkeş’in ölümünden sonra ise genel başkan adaylarından biri.

Sıkıyönetim Mahkemelerinde ülkücü hareketin önemli isimlerinden Yılma Durak’ın , “ÜGD Ocak Başkanı Recep Öztürk’e Tütengil’i öldürmesi için izin verdiği” belirtildi. Sonuçta hiçbir şey çıkmadı. Tütengil suikastına adı karışan iki eski ülkücü, Celal Adan ve Ali Doğan politika sahnesinde yer aldılar. Adan, DYP İstanbul İl Başkanı oldu ise, Doğan, ANAP Kahramanmaraş Milletvekili.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...