27 Ekim 2019 00:05

Düşüncenin özgürlük serüveni

Düşüncenin özgürlük serüveni

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Toplumsal yaşamın her anında bin türlü sayısız ilişki kurulur. Ve hukuk bu ilişkileri, ilişkinin taraflarını ‘kişi’ ve ‘eşya’ başlıklarıyla belirleyerek düzenler. Kişi bir kurgudur; ilişkinin öznesi (veya konusu) olabilen, ‘Hukukun o ilişkide belli bir şeyleri yapmayı ya da yapmamayı, kendi dışındakilerin belli bir şeyler yapmalarını ya da yapmamalarını talep etme yetisi ya da yeteneği bulunduğunu varsayan ve fiziki ya da kurgusal gerçeklikleri olan varlıklardır’. Eşya ise kurgusal değildir, evrende somutluğuyla var olan ve hukukun kişi olarak nitelemediği her türden tüm varlıkları ifade eder. Eşya ilişkinin öznesi olamaz, konusu olabilir.

Ve düşüncenin hukuk alanındaki serüveni böyle başlar: Düşüncenin maddesel gerçekliği var; onu ‘kişi’ diye kurgulayamasak bile ‘eşya’ başlığı altında, toplumsal yaşamda kurulan bir ilişkinin hukuken konusu olarak ele alıp o ilişki temelinde düzenleyebilir miyiz? Böyle yaparsak düşünceyi maddesel gerçekliği toplumsal yaşamda kurulan ilişkilerde biçimlenen bir varlık düzeyine indirgemiş, bir başka deyişle maddesel gerçekliğiyle anlamsal içeriğini aynılaştırmış oluruz. Bu durumda ‘düşünce özgürlüğü’ önermesi de, düşüncenin maddesel gerçekliğiyle var olmasını değil, anlamsal içeriğiyle toplumsal ilişkilerin hangisinde ne ölçüde ve hangi biçimde serbestçe dolanabileceğini anlatır; süslü püslü aldatıcı bir görüntüye büründürülmüş sözüm ona cazip bir söylem olur çıkar. Maddesel gerçekliği göz ardı edilen düşünce maddesel gerçekliğinden arındırılmış söylem haliyle bir ‘eşya’, yani toplumsal ilişkilerin konusu da olamaz. O zaman, düşünceyi toplumsal yaşamda kurulan ilişkiler temelinde kurgulayabilmek için yapılması gereken, öyle yapılan ve öyle yapılması ne yazık ki yadırganmayan zihinsel faaliyet, onu üreten, gözle görülür hale getiremese de çeşitli biçimlerde bir anlamda görselleştiren, sözlü ya da yazılı araçlarla duyulur, okunur ve iletilebilir kılan, benimseyen, tekrarlayan, ileten vb. kişilerin somutluğuna, bedenine, daha doğrusu beynine sabitlemektir. Böylece, düşünceyi maddesel gerçekliğiyle eline avucuna sığdıramayan, değiştiremeyen, dört duvar arasında hapsedemeyen, yok edemeyenler onu toplumsal yaşamda kurulan ilişkilerin somutluğunda anlamsal içeriğiyle bedenine, daha doğrusu beynine sabitledikleri kişilerin gerçekliğinde biçimlendirmenin, hapsetmenin, bastırmanın, yasaklamanın yolunu açmaya çalışırlar. Ve bu sürece de aldatıcı biçimde “düşünce özgürlüğü” adını verirler. Özetle düşünce özgürlüğü, bizzat düşüncenin kendisini maddesel gerçekliğiyle ele almak yerine anlamsal içeriğinin kişinin gerçekliğiyle özdeşleştiren bir süreç olur çıkar. Böylece maddesel gerçekliğiyle var olan düşüncenin kendisine yapamadığımızı ama yapmak istediğimizi onu gerçekliğiyle özleştirdiğimiz kişiye yapabilmenin meşruiyet yolu açılır sanırız, yanılırız.

Çünkü, düşünceyi maddesel gerçekliğiyle toplumsal yaşamda kurulan ilişkiler zemininde ele almak yanlıştır; aksine, düşünceyi her tür toplumsal ilişkiden bağımsız olarak, hiçbir toplumsal ilişkinin kurulması gerekmeksizin maddi gerçeklik kazanan bir somutluk olarak görürüz. Düşünceyi ‘insana’ bağladığımızda ise ‘Kişinin doğmakla elde ettiği’ bir yeti, yetenek olarak ilan ederiz. Özetle, düşünce özgürlüğü düşüncenin maddesel gerçekliğinin kişinin gerçekliğiyle özdeşleştiği bir süreç değildir. Düşünce özgürlüğü düşüncenin maddesel gerçekliğiyle, olduğu gibi kabul edildiğini, kişinin bu maddesel gerçekliği üretmek, ifade etmek, yaymak vb. söz konusu olduğunda sınırlandırılamayacağını ifade eder. Onun için hukuk açısından kural, “düşünce özgürlüğünün” hiçbir nedenle ve gerekçeyle sınırlandırılamayacağıdır. Olumsuzluğu düşüncenin maddi gerçekliğinde değil, düşünce özgürlüğünden sınırlanmaksızın yararlanan kişinin somut bir olayda gerçekleştirdiği somut davranışın somutta irdelenmesinde aramak gerekiyor. Bu konuya gelecek haftaki yazımda değineceğim.

Şimdilik söyleyeceğim, düşünce özgürlüğü konusunda hukuki savunma yaparken medet umduğumuz “İleri sürdüğüm düşüncede şiddet unsuru yok”, “Savunduğum düşünce eleştiri sınırları içinde kalıyor”, “Düşüncem nefret söylemi içermiyor” “Bilimsel düşünce sınırlanamaz” gibi söylemleri hukuk dışına sürmek gerektiğidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa