30 Haziran 2019 00:30

Urukagina kanunlarından ibretialem iddianamelere: Lorem Ipsum’a karşı cesaret!

Urukagina kanunlarından ibretialem iddianamelere: Lorem Ipsum’a karşı cesaret!

Fotoğraf: Evrensel

PAZAR
Paylaş

Pazarları yazmanın en güzel yanı, uzun süren kahvaltı sofralarında okunmayı hayal ederek yazabilmek. Öte yandan kimi konular var ki pazarlara yakıştırmak zor, koşan gündemi pazardan yakalamak daha zor. 

Geçen hafta, seçim, mazbata, Gezi davası, Canan Kaftancıoğlu duruşması ve daha neler neler yaşandı. 

Duruşma salonları önünde, başına eklenen ismin değiştiği “Yalnız değildir”li basın açıklamaları hayatımızın tam ortasında duruyor. Haklı olan tarafın yanında dayanışmada olmak neredeyse tam zamanlı bir işe dönüştü. Haftada en az bir-iki duruşma oluyor. Alternatif medyanın tüm gazetecileri, akademisyenleri, aydınları adliye muhabirlerinden daha hakim duruşma salonlarının yerine, yargıçların huyuna, adliyelerin konumuna. 

Benim zamanımda ortaokul müfredatında öğretilen konulardan biriydi: İlk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından MÖ. 3000 yılında yazılmıştır. MÖ 2375 yılında Sümer hükümdarı Urukagina tarafından hazırlandığı için Urukagina Kanunları olarak da bilinir. Urukagina Kanunları günümüz kanunları ile kıyaslanamayacak kadar basit fakat doğrudan gündelik sosyal yaşamı ve özellikle ekonomik hayatı etkileyen kurallardan oluşur. Zira toplumlar geliştikçe, dünya değiştikçe kanun ihtiyacı artar. Tabii ki Urukagina Kanunlarında toplu gösteri ve yürüyüş gibi, grev ve lokavt gibi başlıklar yoktur. Ancak o dönem için oldukça sosyal reformcudur. Halkın üstündeki din adamlarının etkisini kırmaya yönelik yeni düzenlemeler içerir. Cezai yaptırım olarak da fidye ve bedel öngörür. Bu sebeple de Urukagina, tarihin en eski devrimcileri arasında anılır. 

Bundan tam 5 bin yıl sonra, Sümerler’le aynı coğrafyada anılan ülkemizde hukuk, “ibretialem” için kullanılan bir araca dönüştü.

Bu ülkede bir ilk değil bu hukuk dışı, sebep-sonuç ilişkisinden uzak, delilsiz iddianameler. Balyoz da Ergenekon da ibretialemlikti. Bu sefer de toplumsal muhalefete korku salabilmek için icat edilmeye çalışılmış ancak yine de somutlaştırılamamış söylemlerin uzun cümleler ve sonsuz tekrarlarla bir araya gelmesinden oluşan iddianamelerle karşı karşıyayız. 

Şöyle işliyor sanki süreç:

Toplumda ses getiren, kitlelere etki eden aydınlardan, siyasetçilerden bazıları seçiliyor. 

Bunlara şu şu konulardan orantısız ceza verirsek toplumun şu şu kesimlerine korku salıp susturabiliriz diye düşünülüyor. Hedef belirleniyor. Sipariş hazırlanıyor. Hop önümüzde yüzlerce sayfalık ne olduğu anlaşılmayan iddianameler ve “-Bugün hava bulutlu -vay sen bana ördek dedin” misali suçlamalarla aniden bir bir eksiliyor aramızdan sesi çıkanlar.

“Hak, hukuk, adalet isteyene yaslanma, ona bunu yapan yargı sana neler etmez ki?” mesajı verilmeye çalışılıyor.

Oysa bu sözün aslı “Krala yaslanma, düşersin”dir.

Krala yaslananlar patır patır dökülüyor. 

Seçim tekrarından YSK kararını sorumlu tuttu AKP.

Tekrar sayım talebine seçim tekrarı kararı veren YSK’nin seçim sonuçlarının bu kadar farklı çıkmasında ana rolü üstlendiği söyleniyor. İnsan bazen gerçekten hayret ediyor. 

Toplumu kör etmenin, gördüğünü okuyamaz hale getirme çabalarının son raddeleri.

Bu iddianamelerle uğraşmayı da bırakacaklar yakında, başlığı atıp gerisine kopyala yapıştır:

“Lorem ipsum dolor sit amet...”

Bilirsiniz; metin gelecek yerlerde, yazılar hazır değilse bu metin konulur tüm matbaa, tasarım, web işlerinde.

İnsanlar bir baskı ürününü ya da dijital tasarımı değerlendirirken kendilerini yazıya ve onun anlamına kaptırmadan objektif değerlendirme yapamadıklarından “Lorem Ipsum” anlamsızlığıyla tasarıma daha iyi odaklanmalarını sağlamak için kullanılıyor.

Ne anlama geldiği yüzyıllarca bilinmeyen lorem ipsum paragrafı ilk kez 500 yıl önce bir matbaacı tarafından kullanılmış. Bir bütün olarak hiçbir anlamı olmayan bu metinde yıllar sonra MÖ 43 yılında Çiçero’nun “İyi ve Kötünün Uç Sınırları” kitabının 1.30.32 paragrafında geçen bir cümleye rastlanılmış: “Neque porro quisquam est qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit...”

“Acıyı seven, arayan ve ona sahip olmak isteyen hiç kimse yoktur. Nedeni basit. Çünkü o acıdır...”

Bizi 20 yıldır acıyla sınadılar, ölülerimize ağlamayı bile yasak ettiler, acıları dile getirmek dahi cezaya tabi oldu. Anestezisiz kanal tedavisi, nasıl insanın vücudundaki tüm sinirleri ayağa kaldırırsa, aynen o hissi vermek adına duruyordu Gezi iddianamesi müştekileri arasında Ali İsmail’e son tekmeyi atan polisin adı.

Tüm savunmalarda geçiyordu: Gezi’den bahsedilecekse, giden canlarımız nerede bu iddianamede? Hani faillerin cezası? Nerede gözlerini kaybeden insanların hakkı? 

Bu yazıda bir paragrafta, faili sormanın bile suç sayıldığı ölümleri sıralamak istedim; Kemal Kurkut’tan Taybet İnan’a, Ankara Garı katliamından Çorlu tren kazasına, Diyarbakır mitinginden Suruç’a, sığmadı, köşem yetmiyor, sildim.

Hakkını aradığı için cezaya çarptırılanlar listesi zaten gerçek faillerden uzun tutuyor.

Seçim tekrarından çıkan 800 bin oy, ülkede hâlâ vicdanın ağır basabileceğine dair umut veriyor. Bu oy farkı sadece boykottan vazgeçenlerle, İmamoğlu kampanyasının etkisiyle, ekonomideki sorunla, iktidarın sert söylemlerinin bıktırmasıyla olmadı. YSK’nin iptal kararı AKP seçmeninden bir kısmının vicdanını da rahatsız etti. Hâlâ vicdana sahip insanlar olduğunu görmek güzel.

AKP’nin bu sefer yenilgiyi kabul edip, normalleşmeye yönelik adımlar atması da mesajın alındığını gösteriyor ama geçmiş tecrübeler de yolun ilerisini çok parlak görmeyi engelliyor.

Bu ortam “korku imparatorluğu”nu bir nebze salladı. Halka yasak olan Öcalan ismini iktidarın dilinde bunca görebildiğimizde de yasaların lorem ipsumdan ibaret olduğu, hukukun ibretialem için çalıştığı iyice ayyuka çıktı.

Korkunun cezaya faydası yok. Yani susunca muaf değil kimse, belki de kargonuz PTT’de kaybolduğu diye dilekçe verdiğinizde bir davada müşteki bulabilirsiniz kendinizi ya da sanık olursunuz bir Facebook iletisinin altına gülen yüz bıraktınız diye. Bir tweeti yazan ceza almaz da beğenen alabilir, hiçbir şey olmasına gerek yok, dayısı kimdir bilemeden tavuğuna kışt dersiniz de birinin, bakarsınız elinizde adınızın yer aldığı bir tebligat, altında lorem ipsum.

O yüzden, susmanın faydası yok artık, hazır vicdan da 1-0 öne geçmişken, cesaret diyorum daha fazla cesaret.

Cesaret, korkusuzluk demek değildir. Korkak ile cesur arasındaki tek fark: Korkak korkularına kulak verir ve onları izler. Cesur, onları bir kenara atıp ileri adım atar.

Dayanışmaya, ses çıkarmaya, iyiye güzele doğru bir mücadeleye, hazır rüzgar arkamızdan esmeye başlamışken.

Bugün aslında Onur Haftası kapsamında tüm dünyayla birlikte bizde de “Pride” yürüyüşü olmalıydı. Yasaklı yine.

Cinsel kimliğini saklamadan yaşayabilmek de bu toplumda bir cesaret. Tüm LGBTİ+ dostların kabul mücadelesi kutlu olsun.

Cesurlarla yürümek bir onurdur.

Bu pazar müziğimiz: Söz-müzik Sezen Aksu’dan, ben Mehmet Erdem’in sesinden dinliyorum: 

Şikayetim var cümle yasaktan
Dillerimi Hakim Bey, bağlasan durmaz
Gelsin jandarma, polis karakoldan
Fikrim firarda, mahpusa sığmaz eyvah

Gün olur yerle yeksan olurum
Gün olur şahım devri devranda
Kanun üstüne kanun yapsalar
Söz uçar, yazı iki cihanda eyvah

Sussan olmuyor, susmasan olmaz
Dil dursa Hakim Bey tende can durmaz
Yazsan olmuyor yazmasan olmaz
Kaleme tedbir koma tek durmaz 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...