01 Haziran 2019 23:05

Karanlık günlerin, acılı yılların filmleri

Karanlık günlerin, acılı yılların filmleri

Press film afişi & Bahoz film afişi & Gelecek Uzun Sürer film afişi

PAZAR
Paylaş

1986 yılında Şerif Gören’in çektiği “Sen Türkülerini söyle” filminden bu yana içinden 12 Eylül geçen filmler yapıldı. Bu filmlerin ilk dönem yapılanlarında anlatılan bir yenilgiler tarihidir diyebiliriz. Yenilmiş, çoğu cezaevinde yatmış, işkenceler görmüş, sonunda geçmişinden pişman bireylerin iç sıkıntıları, uyumsuzlukları. İroniyle, mizahi bir dille çekileni de oldu (örneğin Beynelmilel, Bu Son Olsun) sonrasında, Ömer Uğur’un “Eve Dönüş”ünde olduğu gibi darbenin yalnızca muhalif bireyi hedef almadığını, toplumun tüm kesimlerine saldırarak, büyük acılar yaşattığını, travmalar oluşturduğunu, sert işkence sahnelerinin olduğu bir anlatımla yansıtanları da oldu.

12 Eylül toplumu topyekün yeniden yapılandırma projesiydi; öncesinde ve sonrasında yapılan toplum mühendisliği çalışmalarıyla başarılmış, amacına ulaşmış bir darbeydi.

İçinden 12 Eylül geçen filmlerin ya da genel olarak sinemamızın darbeyle, darbeyi hazırlayan koşullarla hesaplaştığı filmler ürettiğini söylemek zor.   

12 Eylül’ü arkasına alan ’90’lı yıllarda da büyük toplumsal acılar yaşanmıştı. Faili meçhuller, köy yakmalar, köy boşaltmalar, zorunlu göçler, suikastlar, gazete bombalamalar…

Son yıllarda çekilen Bahoz (Fırtına -2007), Sonbahar (2008) Press (2010), Gelecek Uzun Sürer, Küçük Yalanlar (2010), Aşk ve Devrim (2011), gibi filmlerle 39 yıllık geçmişin belli dönemlerine tanıklık ettik.

Kazım Öz’ün yönettiği Bahoz (Fırtına) filminde, üniversite öğrencisiyken politik, örgütle ve Kürt olmanın yarattığı etkiyi ve yaşattıkları anlatılır. Cemal, üniversite sınavını kazanarak, küçük taşra kasabasından İstanbul’a gelir. Büyük şehrin kalabalığı içindeki yalnızlığı, sistem karşıtı devrimci bir grup ile tanışmasıyla sonra erer. Grubun öncülerinden Helin ile yaşadığı çatışma, kimliğini keşfetmesi için de bir başlangıç olur. Benzer bir süreci yaşayan Rojda ve Orhan da zamanla değişip grubun aktif birer üyesi olurlar. Henüz on sekiz, on dokuz yaşlarında olan bu gençler, koca bir dünyayı değiştirmenin hayalleri ile yaşamaya başlarlar. ‘Devrim’ fikri içlerindeki genç ve dinamik enerji ile birleşerek eyleme dönüşür.

Özcan Alper ilk filmi Sonbahar’la sinemamıza bir başyapıt kazandırıyordu. “Yusuf 1997 yılında 22 yaşında üniversite öğrencisi iken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilir. Yusuf ‘u, cezaevinden çıkıp geldiği Doğu Karadeniz’deki köyünde bir tek yaşlı ve hasta annesi karşılar. O cezaevinde iken babası ölmüş, ablası ise evlenip büyük bir kente taşınmıştır. Ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı bu dağ köyünde Yusuf bir tek çocukluk arkadaşı Mikail ile görüşmektedir. Yusuf Mikail ile gittiği bir meyhanede fahişelik yapan genç ve güzel Gürcü kızı Eka ile karşılaşır. Farklı dünyalardan gelen bu iki insanın birlikteliği için ne zaman ne de koşullar uygundur. Yine de Yusuf için aşk son bir kez hayata tutunma ve kendi yalnızlığından sıyrılma çabasına dönüşür. Eka içinse Yusuf bu dünyadan çok uzakta, hatta şimdiki zamanda yaşamayan, Rus romanlarından kaçmış bir karakterdir. ’90 sonrasını arka planına alarak bir dönemin ironisini, acımasızlığını ve gerçekliğini ele alan filmde, yakın tarih hem belgeleniyor hem de eleştirel bir süzgeçten geçiriliyor.

’90’lı yıllar, yakın tarihimizin en karanlık günlerinin yaşandığı acılı, kanlı yıllardı. JİTEM’in karanlık eylemleri, faili meçhuller, gün ortası herkesin gözü önünde işlenen cinayetler, suikastlar, devlet içinde örgütlenmiş çeteler, Susurluk… Muhalif gazete çıkarmanın, o gazeteyi okura ulaştırabilmenin neredeyse olanaksızlaştırıldığı, gazetelerin bombalandığı, gazetecilerin öldürüldüğü, kelle koltukta yaşandığı zamanlardı. Bu tür saldırılardan payına düşeni en fazla alan gazete Özgür Gündem’di.

Press filmi, İstanbul’da çıkan Gündem gazetesinin Diyarbakır şubesinde çalışan 7 kişiden biri olan Faysal, orduyla bağlantısı olan bir çetenin izine rastlar. Birçok faili meçhul cinayetin zanlısıdır bu kişi. Haberden sonra ölüm tehditleri almaya başlayan Faysal korkmadan bu haberin ve çetenin peşinden gitmeye kararlıdır fakat önünde başta teknik olanaksızlıklar olmak üzere pek çok engel vardır. Bürokratik işlerden tutun da, çekilen fotoğrafları basabilecek bir yer bulmak ya da bunları İstanbul’a gönderilmek için önlerine çıkan tüm engelleri aşmak zorundadırlar. Film seyircisini ülkenin karanlık dönemlerinden birine, karışıklıkların ve çatışmaların yaşandığı ’90’lı yıllara götürüyor.

Özcan Alper, ikinci filmi Gelecek Uzun Sürer’de, biraz deneysel, biraz belgesel bir kurmaca filmle çıkıyor seyirci karşısına. Müzik araştırmaları yapan Sumru’nun ağıtlar üzerine yaptığı tez çalışması için, birkaç aylığına İstanbul’dan ülkenin güneydoğusuna doğru bir yolculuğa çıkar. Başta kısa süreceğini sandığı yolculuk, Sumru’nun hayatının en uzun yolculuğuna dönüşür. Bu yalnız yolculuğa Diyarbakır’da tek başına kalmış eski bir kilisenin bekçisi olan Antranik amca, Diyarbakır sokaklarında korsan DVD satan Ahmet ve bölgede sürmekte olan ‘adı konulmamış savaşa’ tanıklık eden pek çok karakter eşlik eder. Tanıştığı insanların acıları Sumru’nun sakladığı acılarını da ortaya çıkarır, ertelediği acısıyla da yüzleşir. Diyarbakır’dan Hakkâri’de bulunan boşaltılmış bir dağ köyüne doğru yola çıkarken bu tehlikeli yolculuğa anlam veremeyen Ahmet’in “Neden bu köy, orada ne var?” sorularını yanıtsız bırakır. Yıllar önce inandığı gelecek uğruna kendisini bırakıp dağa çıkan sevgilisinin izini sürüyordur Sumru. Sonunda o dağ köyünün mezarlığında rastlar ona.

Rıza Kıraç senaryosunu da yazıp yönettiği ilk filmi Küçük Günahlar’da 12 Eylül’ün etkilerinin izini sürer. 12 Eylülzede İsmet, Kürt gazetesinde çalışan, Kürt olduğu için sıkıntılar yaşayan Şilan ve apolitik genç Melik’in yolları kesişmesiyle gelişen öykü aktarılır filmde. Yenilmişlerin dünyasında iç hesaplaşmasını yapan, üç farklı dünyadan insanın birbirine etkisi, etkilenmesi yönetmenin edebiyatçılığından aldığı destekle başarıyla aktarılıyor.

İzlerken Ursula Le Guin’in, “Devrim yapılmaz, devrim olunur” sözünü anımsamama neden olan Aşk ve Devrim filmini bir başka yazıda daha kapsamlı yazmak isterim. Film, “Aşk olmadan devrim olur mu hiç?” gibi ‘güzel bir soruyu içerse de devrimcilerin aşklarını örgütsel nedenlerle özgür yaşayamadıklarını vererek doğru soruya her zaman doğru yanıt verilemeyeceğini gösteriyor.

“Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim’i satın alamazsınız. Devrim’i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...