Tekçi rejimin frenleri bu virajı alacak güçte değil!

Yalan söylemek kolaydır da onu savunmak zordur.

Yalanı savunmak ise en yalın haliyle, yalana inandırma, ikna etme çabasıdır.

Denebilir ki, yalan söyleyeni çaresiz bırakan en olumsuz durum, gerçeklikle ilişkisi bakımından yalan söylemeye zorunlu olmak ve ama ikna yeteneğini de büsbütün kaybetmiş olmaktır. Sonra gelsin savunulamayan, (Binali Bey’in işaret buyurduğu “halk diliyle”) kuru kuruya yalanlar...

***

Malum, İstanbul seçimleri için “bunu saymam” dedi iktidar. “Bi şeyler” olmuştu, “hissetmişlerdi!” Kırk gün boyunca ne olduğu belli olmayan o hissettikleri ‘bi şeyler’i aradılar da sonunda “biz hissettik, YSK de bu hislerimize hukuksal boyutta tercüman olsun, gerekçe oluştursun” deyip üç valiz dolusu ‘hissi’ YSK’ye bırakıp çıktılar...

Hissetme sırası YSK’deydi artık. İstanbul seçmeni nezdinde kaybedilmiş olsa da şükür ki YSK’deki çoğunluk sağlamdı. 18’inci günde kısa kararla malumun ilamı yapıldı ve “gerekçeyi bekleyin” denildi.

Nihayet ‘gerekçe’ de açıklandı ki valizlerle bırakılan o “hissedilmiş şeyler”in üstüne söylenen farklı bir şey yok!

Ne olabilirdi ki zaten?!

‘Gerekçeli karar’ın yeterince ikna edici olmadığını söyleyip, “bu kadar da olmaz ki” deyip şaşıranlara şaşırmak gerekiyor aslında. 

Gerçek o kadar açık ve keskin ki, aksini ispatlamaya çalışan her ‘gerekçe’, yalanın kifayetsizliğinin kanıtı olmaktan öteye geçemiyor.

YSK’lı yedilinin bulduğu ‘gerekçe’ de şundan ötesi değil:

“Demek bi şey olmuş ki seçimin iptali istendi bizden!”

Yedili tarafından uzun uzun yazılmış 12 sayfalık tek ‘gerekçe’ bu işte! “250 sayfalık gerekçeli karar” diye sunulan ‘şey’, düşülen şerh ve ‘karşı oy’larla ‘iptal için hiç bir gerekçenin bulunmadığı’nın bir belgesi aslında.

Sonuç?

Zorunlu yalan ve onu savunamamak, ikna edememek gerçeği, bir de bu belgeyle kanıtlanmış oluyor böylece...

Bugüne kadar “millet iradesi nasıl tecelli ederse başımızın üzerinde” diye, seçim ve ‘genel oy’ üzerinden sağlanmış meşruiyet, şimdi ‘YSK çoğunluğu’na bağlanmış oluyor.

Seçim ve ‘genel oy’ çok istenen bir ‘araç’ olmaktan çıktı ‘tekçi iktidar’ için.

Zorunlu haller dışında ve sonuçları (bir şekilde!) güvenceye alınmadan, itinayla uzak durulması gerekenler listesinde, seçimler de var artık.

***

Peki AKP iktidarını bu sonuca getiren nedir?

Artık unutulmuyacak ‘seçim cini’ rolüyle tanıdığımız Ali İhsan Bey’in  “Raydan çıkan bir şey vardı, YSK kararı ile raya alındı” dediği o “bir şey”dir işte, bu sonucu yaratan.

Yalanı zorunlu kılan da odur; yalanı savunmayı imkansız kılan da odur; ikna etme yeteneğini tüketen de odur...

Evet, öyle ya da böyle, ‘bir şeyler’ değişmiştir artık.

Raydan çıkan ‘o şey’, artık rıza göstermeyip direnen toplumun önemli bir kesimidir!

Her an ‘eyy..’ diye ayar veren, aşağılayan, küfreden, düşmanlaştıran, kışkırtan, lümpen vasatlığın idaresine razı değil bu insanlar.

Gidişattan duyulan korku ve kaygılar, herkesi değişime zorlamakta, değiştirmekte, ‘biribirine benzemezleri’ (şimdilik en azından seçimlerde de olsa) yanyana getirebilmektedir.

Ayrıntıya girmeden şöyle denilebilir; halkın ‘kendiliğinden bilinci’, ‘Tekçi’ rejimin kendisine nasıl bir gelecek(sizlik) vaat ettiğini görerek, hissederek ‘kadim’ korkularını öteleyip ‘tek adam’ korkusuyla hareket etmeye başladı.

***

Hep eski üç satırlık ezberlerle, eski öcü (Kürtler, Aleviler, solcular...) hikâyeleriyle idare etmeye; “ağam, paşam, sen ne mübareksin” güzellemelerine alışmış bir iktidar gerçeğinin, şimdi ‘kral çıplak’ diyen bu yeni iklime nüfuz edebilmesi mümkün olabilir mi?

AKP’nin ‘fabrika ayarlarına’ dönmesi... “Geniş bir toplumsal ittifak” zeminine yönelmesi... Kürtlerle yeni bir ‘çözüm süreci’ne girmesi... Barışın, “huzur ve birliğin” sağlanması... “Normalleşme”...

Mümkün değildir!

Nesnellik ve öznellikler, bazı virajların artık alınamayacağı ölçüde keskinleşmiştir.

Tekçi iktidarın fren ve balans sistemi, bu virajı alabilecek kadar güçlü değil.

Bir gün önce ‘Türkiye ittifakı’ deyip çağırdığına, bir gün sonra inek hırsızlarının “öpülesi” elleriyle dayak attırması bu yüzden...

Bir gün önce birlikte “19 Mayıs pozu” verdiğine bir gün sonra “oy hırsızı” deyip küfredilmesi bundan...

Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesine izin verdiği için oyu beklenen Kürtlere, kapalı kapılar ardında “karınlarını doyuruyoruz yine de oy vermiyorlar” diye hakaret etmeler de bu yüzden...

“İş bulamıyoruz” diyen yoksulu, “herkes iş bulmak zorunda mı?​” diye “ikna” etmeye çalışmak da hep bu keskin virajdan işte...

Takiyye para etmeyince gereksiz oluyor.

Gerçek daha da keskinleşiyor, yalan ise daha da kifayetsiz!

“Her şey daha güzel olacak” hissiyatı ise hâlihazırda yaşanan ve “bundan kötüsü olmaz” denilen mevcut durumdan kurtulmanın ‘umududur’ aslında.

Evrensel'i Takip Et