Tadilat denklemine giren paçavraya döner!
Fotoğraf: Envato
Beyefendi iktidar partisinin Yüksek Seçim Kurulu’ndaki temsilcisiymiş. Adı da Recep’miş üstelik. ‘Aykırı’ bir soru sorulmayacak nasılsa, ‘önlerine ne korsak yediririz’ rahatlığında. İkna ediciliğinden o kadar emin konuşuyor ki karşısındaki gazetecilere: “Sandıklarda görev yapmış 2 bin 245 kişi kamuda ihraç edilenlerin yakını. Bu insanlar sandık kurullarında görev yapmışlar.”
“Yapamazlar mı?” diye ‘beklenmedik’ bir soru gelince, ezberi bozuluyor, kem küm edip arazi oluyor! “İstanbul seçimlerinde bilmediğimiz kişiler bilmediğimiz bir şeyler yapmışlar” hissiyatını kanıtlamak için ‘icat edilmiş’ bu çarpıcı ‘kanıt’ da savunulamıyor ve öylesine ortada kalıyor.
Sandık başında kaybedilmiş İstanbul seçimini YSK’da kazanmak için ileri sürülen ve elbette hiçbir ikna ediciliği olmayan böylesi gerekçeler, ‘Tek adam rejimi’nin gerçeğine dair yeterince ikna edici kanıtlar aslında.
Sürecin başında, “Allah’ın lütfu” darbe girişiminin sağladığı ‘meşruiyete’ abanıp OHAL ve KHK’lerle yaratılan açık fiili durum... Sonra, meşhur “fiili durumu hukukileştirmek” formülüyle girilmiş referandum ve seçimler... MHP’yle birlikte katedilen mesafe; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ismiyle müsemma, kurumsallaştırılmaya çalışılan ‘yeni rejim.’
Uzatmayalım, şimdi gelinen noktada sıkışılınca hemen ‘fiili durum’lar yaratılıyor yeniden.
En güçlü olunduğu varsayılan ‘sandık’ta, 31 Mart’ın ortaya çıkardığı çarpıcı irtifa kaybı, fiili durumlarla giderilmeye çalışılıyor:
Çok açık ve net hukuki düzenlemelere ve içtihatlara rağmen, iktidar mahfillerince kuşatılmış YSK’nın İstanbul seçimine ilişkin bir ayı geçen tutumu ‘fiili durum’ değil midir?
Bir önceki seçimde milletvekili olabilen KHK’lilerin, şimdi girip kazandıkları seçimlerden sonra ‘yok hükmünde’ sayılmaları? “Ben sana seçime giremezsin demedim, seçimi kazanman yasak” tuzağı yani. Fiili durumdan başka nedir?
Yine, bir önceki seçimde sandık başlarında görev yapmış insanların şimdi “aaa bunlar KHK’lıların yakınlarıymış” diye ‘suç kanıtı’ olarak sunulmaları da öyle. Ortada yargı kararı olmadan mağdur ettiğin binlerce KHK’li bir yana, onların yakınlarını da ‘suç unsuru’ sayacaksın! Suçun ve cezanın şahsiliği ilkesinden bahsetmeye bile gerek yok. Yok çünkü, hukukun asgari ilkeleri bile rejim açısından ihtiyaç duyulan ‘fiili durum’ların geçiştireceği, buharlaştıracağı önemsiz ayrıntılar sadece. Önemli olan hukuk değil, iktidar; iktidarın hukukiliği değil, iktidarın fiili ‘hukuku’!
***
31 Mart, ‘Tek adamcı rejim’ açısından yeni bir dönüm oldu. Artık seçmen çoğunluğuna dayanma döneminin sonuna gelindi. “En çok oyu biz aldık” övünmelerini geçelim, mezarlıktan geçerken çalınan ıslıklar onlar. Başta (YSK’nin vereceği karar hangi yönde olursa olsun) İstanbul, büyük merkezlerdeki yenilginin sarsıntısı, sıkıntısı ortada. Seçmen çoğunluğunu kaybedince yeni dayanakların meşrulaştırılması gerekiyor. Fiili durumlar, ihtiyaç duyulan yeni ‘meşruiyet’ alanlarının yolunu düzlemek için zorunlu...
Geçen yazımızda da belirtmiştik; CHP’nin genel başkanının inek hırsızlarına dövdürtülerek bir anlamda ‘Türkiye ittifakı’na dövüle dövüle çağrılması da muhalefete biçilen ‘meşruiyet’ çerçevesine dair ziyadesiyle ‘fiili’ bir hatırlatma niteliğindedir: “Sivas’tan ötesiyle mesafeni koru!”
İlginç gerçekten de; AKP’nin CHP’ye ilişkin en etkili argümanlarından biri de “Sivas’ın ötesine geçemiyorsunuz” şeklindeydi. Cezaevindeki Gültan Kışanak’ın da belirttiği gibi, “Sivas’ın ötesindekilerle diyalog kurarsan Ankara’da dolaşamazsın” diyorlar bugün.
Derinleşen ekonomik kriz ve dış politikadaki açmazların yanında, seçimlerdeki çoğunluğunu kaybettiren ve giderek olgunlaşmaya başlayan siyasal dinamiğin ne olduğunun farkında olan iktidarın fiili refleksi, seçimlerde ‘aynı hizada’ durabilen muhalefet güçlerine de bir şeyler anlatsa gerektir.
Diğer devlet fraksiyonları da dahil, siyasal hegemonyasını elde ettiği seçim zaferlerine dayandırmış Erdoğan iktidarı, Türkiye siyaseti üzerindeki ‘tekelci’ pozisyonunu yitirmiştir. Bu gelişmeyi yaratan, öyle muhalefet partilerinin başarısı ya da belirleyiciliği de değildir. Tersine, birbirine benzemez muhalifleri seçimlerde yanyana getiren, ‘Tek adamcı rejimin’ baskısına karşı direnen toplumsal itirazın kendisidir. Zorlayan ve belirleyen bu ‘itiraz’ ekseninde şekillenmiş, muhalif partilerin de ‘tekelinde’ olmayan yeni muhalif dinamiktir. Siyasî niteliklidir elbette ama büyük ölçüde örgütlü değildir.
Bu ‘toplumsal itiraz’ın baskısından kaçarak başka bir mecraya, hadi açık söyleyelim Erdoğan’ın mırıldandığı gibi ‘Türkiye ittifakı’ gibisinden bir ‘tadilat’ denklemine girenin muhalifliği de kalmaz. Paçavraya döner. Şekildeki Bahçeli manzara gibi...
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53