25 Şubat 2019 00:15

Caster Semenya krizi bize ne anlatıyor?

Caster Semenya krizi bize ne anlatıyor?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Spor çevreleri bir süredir gözünü “Caster Semenya Düzenlemesi”ne dikmiş durumda. 2009’da Semenya’nın spor dünyasına adım atmasıyla birlikte alevlenen “cinsiyet” tartışması bir kez daha mahkemede. Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği (IAAF), kadın sporlarında sporcuların kanındaki testosteron seviyesinin belirleyici olduğu iddiasıyla yeni bir yasayı hayata geçirmeye çalışıyor. Yasanın Kasım 2018’de yürürlüğe girmesi hedefleniyordu ancak Semenya’nın itirazı sonrası Spor Tahkim Mahkemesinin (CAS) kararı beklendi. CAS, 26 Mart’ta kararını açıklayacak ve bunun sporun geleceğine ciddi etkileri olacak.

IAAF, kadınların yüzde 99’unun kanındaki testosteron seviyesinin litre başına 3 nanomolden düşük olduğunu belirterek kadınlar kategorisinde yarışabilmek için litre başına sınırı 5 nanomole çekmeye çalışıyor. 10 nanomol sınırı 2011’de belirlenmişti ancak 2014’te Hint sprinter Dutee Chand’ın CAS’a taşıdığı itiraz sonrası uygulama 2 yıl ertelendi. IAAF, 2018 başlarında yüksek testosteron seviyesinin 400 ila 1600 metre arası yarışlarda belirleyici olduğuna dair kanıtları olduğunu öne sürerek geri döndü. IAAF, yalnızca bu yarışlar için 5 nanomol/litre sınırı getirme kararı verdi. Bu da Semenya gibi “Cinsiyet Gelişim Farklılıkları” bulunan atletlerin her yarış öncesi testosteron seviyelerini bu sınırın altına çekmek için hormon baskılayıcı kullanmak zorunda olması anlamına geliyor. Bilim insanı Ross Tucker’a göre hormon baskılayıcılar 2 kez 800 metre Olimpiyat Şampiyonu olan Semenya’yı 5 ila 7 saniye yavaşlatacak. Hormon baskılayıcıların psikolojik etkileri de var. BM insan hakları birimi, IAAF’in düzenlemesinin uluslararası insan haklarını çiğnediğini belirtiyor. 

IAAF’in sağlık-bilim departmanının başındaki Dr. Stephane Bermon, “Sporda ayrı kadın ve erkek kategorilerinin olmasının nedeni aksi halde kadınların hiç madalya kazanamayacak olması. Testosteron aradaki farkı açıklamadaki en önemli faktör” diyor. Bermon’un 2017’deki akademik makalesinde yer alan verilerin ciddi bir bölümünün hatalı olduğu gerekçesiyle sert eleştirilerle karşılandığını hatırlatalım.

Semenya’nın avukatları, Güney Afrikalı sporcunun avantajlarının sporda takdir gören diğer genetik varyasyonlardan farksız olduğunu belirtiyor. Semenya’nın bu yüzden ayrımcılığa uğramak yerine alkışlanması gerektiği vurgulanıyor.

IAAF’in avukatı Jonathan Taylor’a göreyse eğer istedikleri sonuç çıkmazsa trans ve cinsiyet gelişim farklılıkları bulunan atletler podyumları domine edecek ve “normal” testosteron seviyesine sahip kadınların sporda başarılı olma şansı kalmayacak. Bu iddialara karşılık sporda 3. bir kategorinin oluşup oluşmayacağı da tartışılıyor. Bermon’a göre bu, 5-10 yıl içerisinde gerçekleşebilir.

“Caster Semenya Düzenlemesi”ne ilişkin tüm tartışmaları önümüzdeki günlerde Evrensel’de ayrıntılı şekilde okuyacaksınız ancak ben bu temel bilgileri verdikten sonra şu vurguların gerekli olduğuna inanıyorum:

“Kadın sporunda adaleti sağlama” adı altında gündeme getirilen ve bazı kadınlara yönelik büyük bir haksızlık yapılmasını da meşru göstermeye çalışan bu tartışmaların kökeninde burjuva spor anlayışının krizi yatıyor. Bugün izlediğimiz hiçbir spor gökten zembille inmedi hepsi sınıflı toplumun oyunlarından türedi bu yüzden kaçınılmaz olarak sınıflı toplumun değerlerinin izlerini taşıyor. Bu oyunlarda temel olan şey rekabet ve nihayetinde kazanmak. 1920’lerde işçi sporları anlayışı gelişirken ikisi arasındaki ayrımı Julius Deutsch, “Varsıl sınıfların sporları bireyci, işçi sporları kolektivisttir. Burjuva spor, bireysel performansı ve rekorları, işçi sporları kitlesel başarıyı ve dayanışmayı önemser” sözleriyle açıklıyordu. Bir başka deyişle, burjuva sporunun kendi değerlerini yüceltmek için dünya üzerindeki en üstün genlerin en üstün performanslarına, rekorlarına ihtiyacı var. İşçi sporları ise bir mahallenin topluca kır koşusuna çıkmasını daha değerli buluyordu. Temel olan şey Deutsch’un deyimiyle “yenilmez atletler yetiştirme”, “rekorlar kovalama” değil “halkı kuvvetlendirmek”ti. Ya da şöyle özetleyelim: Günümüz sporu 1 milyon insan içinden bir rekortmen çıkartmayı önemser, ’20’lerde 30’larda dünyanın önemli bir bölümünde hakim olan işçi sporu anlayışı ise 1 milyon insandan yüz binlerce -aynı zamanda- spor yapan insan çıkartmayı önemsiyordu. Bu derin ayrım, hangi sporların öne çıktığını ya da onların evrimini dahi etkileyecek seviyededir.

Sporu kazanmaya indirgeyen anlayış elbette erkek-kadın arasındaki farklılıkları üstünlük-zayıflık olarak nitelemeye mecburdur ve eğer bunun belirleyicisi testosteron seviyesiyse gerekirse kadınlar arasında da böylesi bir ayrımcılığa gidebilir. Böylesi bir düzende daha eşitlikçi bir spor anlayışının ya da karma sporların hayata geçmesini beklemek mümkün değildir. “Adil olma adına" ancak daha fazla ayrımcılığa, dayatmaya, “cinsiyet gelişimlerinde farklılık olan”ları yok saymaya yer vardır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa