Hrant; ‘Yurdumsun ey uçurum’ diyenlerden...
Bu yazı yazılırken, Hrant Dink’in katledilmesinin 12’nci yıldönümüne akıyordu saatler...
12 yıl geçti üzerinden; çok şey değişti ve fakat bazı şeyler değişmedi bu 12 yılda da! “Devletin derinlikleri” diye esrarengizleştirilen ama çoğu zaman ayan beyan kontrgerilla fraksiyonlarının adeta milli mutakabatına konu olmuştu Hrant cinayeti. Sonrasında birbirleriyle giriştikleri iktidar mücadelelerinde bu fraksiyonların farklı pozisyonlar almaları, kopuşlar yaşamaları ya da yeni ittifaklar oluşturmalarının, Hrant davasına da yansımaları oldu elbette. İktidar dalaşının el verdiği ölçüde, zaten gözden çıkarılmış bazı ‘kamu görevlileri’ de yargılamaya dahil edilebildi. “Cinayette ‘Kamu’nun dahli?” sorusu, fraksiyonların iktidardaki pozisyonuna göre, o da cüzi teşhirlerle yanıtlanmış gibi yapıldı. Farklı aşamalarda birileri ‘aklandı’, birileri ‘suçlandı’! Ama bütünlüklü gerçekten itinayla uzak duruldu. ‘Mutabakat’ sürüyor yani! Hrant’ın öldürülmesi emrinin hangi merkezden verildiği ya da nasıl alındığı, maddi gerçek olarak hâlâ bilinmiyor. Yargılanan devlet görevlileri, kritik ayrıntılar sorulduğunda “aradan uzun zaman geçti, hatırlamıyorum” diyor! Kontrgerilla hafızası böyle kolay “unutuyor” ama tabanı delik ayakkabısıyla Agos’un önünde yatan o ‘tedirgin güvercin’ unutulmuyor, unutulmayacak!
***
“Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görüyorum ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz” diye yazmıştı son yazısında Hrant.
Zerafetinden olsa gerek, ‘güvercin dokunulmazlığı’na inanmak istiyordu.
Ama güvercin bu; akla getirdiği şey sadece “dokunulmazlığı” değildi. Barışı çağrıştırmak gibi bir bela da vardı başında. Serde bu barış belası oldukça, hangi güvercinin dokunulmazlığı olabilirdi ki!?
Hrant’a da öyle dokunmuşlardı işte.
Birilerinin yıllardır küfür niyetine kullandığı ama Hrant’ın onurla kabul ettiği (onu sahiplenişimizde onurla haykırdığımız) gibi, Ermeni oğlu Ermeni’ydi...
Kimsenin kimseyi inkâr etmediği ama herkesin de kendisi olabildiği bir birliktelik diyordu...
‘Bu memleketli olmak’ dışında ayrıcalıklı, baskın kimliklere ihtiyaç yoktur diyordu...
‘İnkâr’ın, insanlıktan eksilmekten öte bir ‘ayrıcalık’ kazandırmadığının tanığıydı çünkü tarih. Öğrenmek gerekiyordu. Hrant, bıkmadan usanmadan öğretmeye çalıştı bunu.
Bir bilge olgunluğu ve ama bir öğrenci mütevazılığıyla...
***
Tarihten öğrenmesini bilenler için Hrant sadece “Ermenilerin, solcuların, demokratların...” değil, asıl memleketin kaybıdır. Gelecekten kaybı...
Agos Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan’ın Hrant’ın katlinin 11’inci yıldönümünde dediği gibi tam da: “Hrant’ın olmaması hep Agos’a soruluyor, ‘Sizin için ne ifade ediyor’ diye. Hrant’ın yokluğunu Türkiye’ye, Türkiye halklarına sormak lazım diye düşünüyorum. ‘Hrant yokken, 11 yıldır siz ne alemdesiniz?”
Yanıtını vermeye gerek yok herhalde!
Hem tarihten öğrenmekse mesele, yeni de değil, yüz yılı geçmiş bir eksikliktir aslında Hrant’ın yokluğu... Bu ülkenin şafağından, gününden, gecesinden koparılıp ölümün ve inkârın karanlıklarına sürülen, yüzlerini hiç göremediğimiz o axçigler, axbarigler, kirveler... gerilerinde kalan memleketi de ‘yüz yıllık’ bir yalnızlıkla, dipsiz bir yoksullukla başbaşa bırakmamışlar mıydı 1915’te?!
Milliyetçi hamasetin sefaletini geçelim; bugün üzüntü ve şaşkınlıkla sorulan “niye bu kadar geriyiz” sorusu, yüz yıl öncesinde memleketin yüreğinden koparılıp atılmış o uygarlık ve birikime de vurgu yapılmıyorsa eğer yanıtlanmış sayılabilir mi hiç?
***
Hatırlıyoruz; “Gavur bölücü, Ermeni devleti için topraklarımızda gözü var” vb çamurlarla ‘milli cinayet’in zemini hazırlanmıştı dört bir koldan. Bu çamurcu esnafının Dink’in şu sözlerindeki vatanseverliği anlayabilmesi mümkün mü:
“Evet, benim bu topraklarda gözüm var. Ama üstünde değil, toprağın altında gözüm var; ben bu topraklara gömülmek istiyorum!”
O, bu toprağı, alnının akıyla, sonuna kadar hak edenlerdendi...
Elinde, yüreğinde, aklında tuttuğu ‘halkların kardeşliği’ anahtarıyla geleceğin kapılarını aşındırıp duran, ölümüne çırpınırken ölüme de kanat çırpan, emekleri unutulmayacak Hrant Dink...
Cemal Süreya’nın şahane dizelerinin zamanıdır:
“Ne demiş uçurumda açan çiçek;
yurdumsun ey uçurum”
Hrant o çiçek için kanat çırpan bir güvercindi...
“Yurdumsun ey uçurum” diyenlerden...
Evrensel'i Takip Et