03 Ocak 2019 00:20

Sadakat

Sadakat

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tarih bazen önünüze fırsatlar koyar. Bu bir momentin, bir anın yakalanması şansıdır. O momenti kaçırdıktan sonra birden her şey ters yürümeye başlar.

Örneğin 2015 haziran seçimleri önemli bir momentti, T.C. tarihinde ilk kez Kürt solu ile Türkiye solunun bir kesimi arasında kurulan ittifak 80 kişilik bir sol grubun parlamentoya girmesine yol açmış, 12 yıllık AKP iktidarının dizi kırılmış parlamentoda çoğunluğu yitirmişti.

Bu bir momentti. Kaçırıldı. İlk kez RTE inisiyatifi yitirmişti. 1 hafta ses çıkmadı ondan. Ve ona inisiyatif alma şansı tanındıktan sonra bunu kullanmasından dolayı kimsenin şikayetçi olmaması gerek.

Gezi direnişi bundan önceki kaçırılan bir başka momentti. Yurt dışında bekledi sonucunu.

Her ikisinde de, momentin kaçmasında sözde barış sürecinin önemli bir rolü olduğunu belirtmek durumundayız.

Dünyadaki barış süreçlerinde iki taraf arasında aşılması gereken en önemli sorun, karşılıklı güven sorunudur.

Bizdeki barış sürecinde bunun sağlanabildiği söylenemez.

Bir taraf sınır ötesine geri çekilmeyi ağırdan alırken, öteki taraf da yeni karakol yapımlarını sürdürüyordu.

Barış sürecinin en önemli kazanımının, bölgede fiili bir özerkliğin sağlanması olduğu söylenebilir.

Peki, o zaman gerek 2011 gerekse 2015 seçimlerinden sonra “özerklik” ilanının anlamı neydi. Bu seçim başarısını sağlayan BDP siyasi kadrolarını ve daha sonra HDP siyasi kadrolarını hedef haline getirme dışında.

Bir yanda “barış süreci”, bir yanda biçimsel radikallik.

Benzeri yanlış 2015 seçimlerinden sonra da yapıldı.

RTE, bu barış sürecinden ne çıkarım oldu deyip masayı deviriverdi. AKP içinde barış sürecini yürüten siyasi kadroyu tasfiye edip, siyasi sorumluluğu onlara bırakıverdi.

RTE’nin bu süreçteki beklentisi, başkanlık ihtirasına Kürtlerin destek vermesi idi. Aslında Kürt cephesinden buna destek veren sesler de gelmedi değil. Başkanlık sistemine güzellemeler yazan siyasetçiler bile çıktı.

Öyle ya, bir tarafta da fiili başkanlık olgusu varken?

Fakat, Demirtaş’ın “Seni başkan yapmayacağız” sloganı ile başkanlık seçimine katılması (asıl bu nedenle hapiste), RTE tarafından sözde barış sürecine “ihanet” olarak algılandı. Çünkü Aşil’in zayıf noktasını, topuğunu göstermişti.

Fakat, Kürt tarafının genel olarak barış sürecine “sadık” kaldığı kabul edilmeli.

Gezi direnişi sırasında, Türkiye geneline protestoların yaygınlaştırılması olanağı varken, ilk başta Sırrı Süreyya Önder sembolik eylemi ile yıkım makineleri önüne dikilirken (belki asıl bu nedenle hapiste), başka bir yerlerde frene basılıverdi, Kürt kentleri sessiz kaldı.

2015 Haziranında da barış sürecine “sadık” kalındı, aman süreç zarara görür denilip, hiçbir kitlesel barışçıl eylemlilik, sivil itaatsizlik başlatılmadı. Pekala, “Türkiye’de sivil muhalefetin başarısından sonra artık silahları gömüyoruz, Gandhi yoluna geçiyoruz” da denebilirdi. ’70’lerin ruh hali aşılamadı.

Saçma bir ilk kurşunu kim sıktı tartışmasına saplanıldı.

Herkes RTE’nin “devleti” ele geçirmesinden söz ediyor, aslında RTE’yi ele geçiren “devlet” oldu ve T.C’nin bilinen bütün klasik paranoik politikalarına geri dönüldü.

RTE’ye artık iniş sürecinde gözüyle bakılıp, birkaç yerde çatapatlı havai fişek gösterisi ile devrik masaya dönüşü sağlanacağı beklenirken, tam tersine onun yukarı çıkış sürecine katkıda bulunuldu.

“Öncelik” Suriye’deki bölge iken, birden ikinci cephe açılma durumunda kalındı. Teker teker kentler orantısız bir şiddetle yüz yüze bırakıldı. Çok naif bir açıklama geldi buna, “Bu kadar şiddetli tepki beklemiyorduk.”

Dolayısıyla başkanlık sistemine dolaylı başka bir açıdan fiili destek sağlanmış oldu.

Suriye’de Rojava’da oluşan kantonal sistem, kadınların direnişte oynadığı rol dünyada Kürtlere bir sempatinin yaygınlaşmasına neden oldu. Kobanê’de DAEŞ’e karşı direniş, Sincar Dağı’nda Êzidîlere yönelik kıyımın engellenerek belli noktada kalmasının sağlanması bu sempatiyi yaygınlaştırdı.

2015 yılında Türkiye’de yapılan siyasal yanlış, sonuçta Suriye Kürtlerini de zora soktu.

Esat rejimi birkaç cephede çarpışamayacağı için bu bölgeden zaten gönüllü olarak çekilmiş ağırlığı başka cephelere vermişti.

Afrin tam bir kırılma noktası oldu. Dünya Kobanê’deki gibi bir direniş beklerken, daha sonra Mümbiç’te gösterilecek inisiyatif gösterilemedi. Bu büyük bir moral bozukluğuna yol açtı.

RTE, Washington ile Moskova arasında dans ederken, Kürtler ittifaklarında “ilkeli” davranmış oldu, Afrin, Kürt dağının aşağısındaki bu kadim Kürt yerleşimi terk edilerek. Oysa “emaneti sizden aldık, size teslim ediyoruz” denilebilirdi, Şam’a.

Kolay değil, Ortadoğu’nun globalleşme sürecinde, dört parçada yaşayan bir halk olmak. Mahabat Cumhuriyeti, kurulmakta olan yeni bir dünya dengesinin kurbanı olmuştu. Keza 1975’te neredeyse özerkliği sağlamış olan Kürtler, tepe taklak olmuştu bir anda, bölgenin geleneksel ihanet siyaseti sonucu. (*)

Birbiri ile dalgalı çatışma halinde olan Arap, Türk, Pers milliyetçilikleri, Kürt mevzubahis oldu mu birleşiverir, birbirlerini sık sık sırttan hançerledikleri halde.

Ayrıca düşmana gerek de kalmaz bazen, Kürt’ün (Hadi düşmanı demeyelim, ağır olur) karşıtı Kürt iken.

(*) Tarihsel arka planı da kapsayan Ahmet Mücek’in “Orta Doğu’nun Globalleşmesi / Yeni Amerikan Yüzyılında ABD-Türkiye İlişkileri Ekseninde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın  Küreselleşme Süreci”, bölgede yaşananları anlamada önemli bir  kaynak (Belge Yayınları, 2014). İsveç’te yaşayan araştırmacı Ahmet Mücek’in son dönemde yoğunlaştığı konulardan biri de dünyadaki barış süreçleri. Bunlardan Sri Lanka üzerine olanı yayınlandı: “Sri Lanka’da Barış Süreci Nasıl Gelişti Neden Yürütülemedi?” (Belge Yayınları 2016). Filipinler Barış Süreci Deneyimi (Ki Türkiye’de kısmi rol oynamıştı) üzerine olan çalışması ise yayımlanmak için sıra bekliyor.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa