28 Kasım 2018 23:50

Travma

Travma

Fotoğraf: Envato

Paylaş

’68’lilerden sonra ’78’liler de yaşlanma emareleri göstermeye başladı. Yaşlanmanın önemli belirtilerinden biri hayatta yaşanmış olan kötü zamanların travmasının canlanmasıdır.

Ama travmadan önce yaşam içgüdüsü, hayata tutunma çabası ağır basar çoğunlukla. Yaşanan korkunç dönem bir kutuya alınır, yok sayılır, hatta unutulur. (Soykırımdan sağ kurtulanlar bunu yaşamıştır. Soykırım üstüne birinci kuşak konuşmaz, hatırlama üçüncü kuşağa sıçramıştır.)

Yaşanan bir şoktur ilkin, panik halidir. Çözülmeyi getiren de çoğu kez bu şok hali, iradenin paralize olmasıdır.

Direnme durumunda da, bir çeşit şok hali devam eder. İçe kapanıp konuşmama hali mesela. Dünyayı değiştireceğim motivasyonundan, aşırı güvenden, yapılan başarılı eylemliliklerin yarattığı öz güven, gurur, hatta üstün olma ruh halinden, yenilgi psikozuna geçilir.

Ölümüne güvenip yola koyulduğun arkadaşlarının, çözülmesi, direnenlere de “anlamı yok” yaklaşımında bulunması, sen dirensen bile, bir çeşit utanç, hesap soramama duygusuna da yol açabilir.

1980 de aslında bir “sol kırım”dı. Bir “kuşak mahvedildi ve hortlamasına izin verilmedi” devletin güvenlik mekanizmaları tarafından. Bu “solkırım”ın ve yarattığı travmaların hâlâ yetkin akademik bir çözümlemesi yapılmış değil. Türkiye’nin her yöresinde oluşturulan “toplama kamplarının” bir haritası bile yok. Diyarbakır, Mamak, Metris “toplama kamplarında “sol kimliğin ve Kürt kimliğinin” imhası için yapılan uygulamaların bilimsel, karşılaştırmalı bir akademik çözümlemesine de sahip değiliz.

Yunan ve İspanya iç savaşı üzerine bir çok kitap tercüme edildi. Belge Yayınları bunda başı çekti. Ama 1974-80 yılları arasında yaşanan de facto iç savaşın, herhangi ciddi/gayriciddi bir incelemesi de yapılmadı bugüne kadar. Belki bu da yaşanan travmanın bir başka yansıması. Hadi solu anladık. Peki, ya akademik dünya?

İnisiyatif hareketleri çok hızlı büyüdüğü gibi, eğer bir üst düzeye sıçrayıp kalıcılık sağlanamamış olduğunda, bir daha aynı kitlesel momenti yakalamak mümkün olmaz. Yığınsal bir hareketlilik çok hızlı ve çabuk sönümlenmese bile, asla aynı heyecan, kararlılık ve yaratıcılığı yakalayamaz.

Mahir Çayan’ın “kesintisiz devrim” yaklaşımının ’68 kuşağından çok ’78 kuşağını etkilediği söylenebilir. 1970 sonbaharında Mihri Belli öncülüğündeki MDD hareketi partileşme amacıyla Ankara’da düzenlenen kongreden tam tersine dağılarak çıktı. Parti Cephe yapılanması, sonuç olarak birkaç aylık yapılanma idi ve 12 Mart darbesi ile devlet üzerinden silindir gibi geçti.

Fakat onun külleri üzerinden, “kesintisiz devrim” e inanan yığınsal bir inisiyatif hareketi yükselebildi.

1984 yılında, Almanya’daki “dağılma” kararında da, hareketin inisiyatif özelliğine bağlanan bir umut söz konusuydu belki de. Bu dağılma kararına karşı, tabandan yükselen tek “inisiyatif”, dağılmama, “Devrimci İşçi” dergisi etrafında yola devam kararı oldu.

Türkiye’de üniversitelerde, kendini devrimci gençlik diye tanımlayan hareketlilik hâlâ sayıca önemsenmesi gereken bir eğilim olarak ’80’lerin ortasına kadar varlığını sürdürdü. Bu belki de “önderlik”in fiilen ortadan kalkması, inisiyatif koymak isteyenler için, en ağır koşullarda bile değişik biçimlerde direnme şansının hâlâ var olmasından dolayıydı.

O dönemdeki beklenti, hareketin yine kendi külleri üzerinde spontan olarak yükseleceği idi, 12 Mart darbesi sonrasında olduğu gibi. Ama tarih kendini asla yenilemez.

1980’lerin ortasından sonra tahliyelerin başlaması ile birlikte, hapisten her çıkan tarihin 1980’de durduğu, kendilerinin ise var olan “miras” üzerinde “önderlik” yaparak eski parlak günlere geri dönüleceği yaklaşımı ile davranmaya başladılar.

Ve her tahliye dalgasından sonra, var olan inisiyatiflerde bir dağılma yaşandı.

Öte yandan, direnemeyenlerin direnenlerden bilinçaltı bir rahatsızlık duyması da doğaldı.

Ancak 1980 sonrası hayatta kalan, varlığını sürdüren inisiyatifler de, Özal’ın “Yeni Türkiye”sinde, birbiri ile dayanışma, 1974 sonrası gibi bir sıçrama sağlayabilecek olanak ve yeteneğe sahip değildiler.

Hapistekiler de, ilk başlarda “inisiyatif” hareketinin ruhuna inanarak, “bize sormayın” mesajı yollamışlardı aslında. O zaman onları da fazla suçlamamak lazım, daha sonra “miras”a sahip çıktıkları için.

Demirel, “Ben tapulu arazime gecekondu yaptırmam” demişti ’80 sonrası kendi siyasal geleneği üstündeki oluşum çabalarına karşı. Halbuki kendisi bal gibi, DP’nin mirası üzerine düzey olarak rezalet bir gecekondu inşa etmişti. Kimi hareketlerde de “gecekondu” yapılmasına izin verilmeme ruh halinin oluşması doğal.

“Mahir Çayan”ın kesintisiz devrim teorisi üstüne, bir çok siyasal yapılanma kuruldu 1974 sonrası. Ve Devrimci Yol dergisi, 100 binlere ulaşan bir kitle desteği de sağladı. Hatta General Evren, darbeden kısa bir süre sonra Konya’da yaptığı konuşmada, “Biz müdahalede bulunmasak, DY erki ele geçirecekti” diyecekti. Merkezi yapılanmalardan çok, inisiyatif hareketlerinin devleti korkuttuğu anlaşılıyor.

Aslında diğer solun da dillendirmediği beklenti, DY etrafında cuntaya karşı bir direnişin yükselmesi, onun başı çekmesi idi.

Ancak, kitle tabanında “kesintisiz devrim” yaklaşımına tam inanç varken, üst düzey yazı kurulunda, Birikim dergisine sıcak bir bakış vardı.

Mehmet Karakurt’un, “THKP-C Devrimci Yol Geleneğinde Öncülük Olarak Politika/İki Bakış İki Devrimci Yol” adlı kitabı bir inisiyatif hareketinin yığınlaşmasının sırrını sorgulamaya çalışan önemsenecek, “gülerek karşılanmaması” gereken ciddi bir çalışma.

Sonuç olarak devrimci deneyimler “tapulu arazi” değil.

(*) Mehmet Karakurt , THKP-C Devrimci Yol Geleneğinde Öncülük Olarak Politika/İki Bakış İki Devrimci Yol, Belge Yayınları 2017.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...