18 Kasım 2018 00:45

CNN bile aktivist olmuşken...

CNN bile aktivist olmuşken...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

CNN’in Beyaz Ev muhabiri Jim Acosta 7 Kasım’daki basın toplantısında söz aldığında ağzından dökülenler sorudan çok suçlamaya yakındı. Orta Amerika’dan gelen karavanlar için “bu bir işgal değildir” diye meydan okudu. Zaten cevaplarla çok ilgilenmediği de belliydi. Acosta’nın tavrı Trump’a hiç hoşlanmadığı CNN hakkında düşündüklerini yeniden söyleme fırsatı verdi. Ardından Basın Sözcüsü Sarah Huckabee Sanders’ın yaydığı,üzerinde oynanıp daha dramatikleştirildiği iddia edilen görüntüler kanıt gösterilerek (Acosta’nın elinden mikofonu almaya gelen stajyere dokunduğu gerekçesiyle) muhabirin akreditasyonu iptal edildi. Acosta ve CNN geçen Salı Başkan Trump hakkında dava açtıklarını duyurdu. Bu satırları yazarken federal mahkeme Acosta’nın basın kartının iadesine karar vermişti, hukuk bazı ülkelerde,en azından bir süre,oksijen maskesi işlevi görüyor. ABD ulusal basını şimdilerde Trump’ın tuzağına düşmeden basın özgürlüğünün nasıl savunulacağını tartışıyor. FOX TV’nin Türkiye’de muhalif bir televizyon kanalı sayılması kadar ilginç CNN’in basın özgürlüğü savunusunda başı çekmesi.

Çok değil 90’ların başında, 24 saat haber yayıncılığının mucidi CNN’in, Körfez Savaşı’nı canlı yayınlamasının ardından 2003’te Irak’ın işgaline, Pentagon’un icadı, iliştirilmiş gazeteci olarak giderken böyle dertleri yoktu. Muhabirleri her türlü techizatla ordu yanından çekim yaparken, haber sunucuları atılan füzeleri adeta bir gol sevinciyle aktarıyordu. İşgali eleştiren gazetecilerin akreditasyonlarının iptali, 2003 Şubat’ında tankların, iliştirilmemiş gazetecilerin kaldığı, Filistin Oteli’ni vurması, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in o dönemin muhalifi Al Jazeera’yi bugün Trump’un sözlerinden arda kalmayacak suçlamalarla hedef göstermesiABD ana akımında basın özgürlüğütartışmalarına yol açmamıştı. Köprünün altından çok sular aktı, basın özgürlüğü sorunu Trump’la birlikte CNN’in kapısına dayandı.

Nedir ana akım medya, hani Türkiye’de bitirildiği için ah vah edilen? En çok okunan, en çok izlenen, kamuoyunu etkileme gücüne sahip, diğer yandan piyasada en fazla gelir elde eden gazeteler, televizyonlar… Bugünlerde “Ben de sizin için üzgünüm” kitabıyla son derece verimli bir tartışma açan Kadri Gürsel’in Halk TV’de Ayşenur Arslan’a ifade ettiği şekliyle “ekmek gibi bir ihtiyaç”. Ancak Oktay Akbal’a referansla “önce ekmekler bozuldu, sonra her şey…”

2000’de Ölüm Oruçları sürecinde devletin “Hayata Dönüş” adını verdiği 32 kişinin öldüğü operasyonunu “Sahte Oruç, kanlı iftar”, “Devlet Girdi” manşetiyle verenlerin, taş atan çocukları “terörist” diye yaftalayanların ya da buna sessiz kalanların, miâdı Doğan Grubu ile dolanların bugün basın özgürlüğünün bittiğine ilişkin veryansınları, ana akımın önemine ilişkin demeçleri kimi tepkilere neden oluyor haliyle. O kadar ileri gitmeyelim bir zamanlar sık sık duyardık ‘medya ekonomik olarak güçlü olduğu ölçüde bağımsız olur’ iddiasını. En büyük reklamveren Türk Telekom’un 2005’te Oger Telecom’a satışını ve sonrasındaki yolsuzlukları ana akımda kim eleştirebildi? Manşetleri ve bültenleri, üzerinde 6.5 milyon dolar yazan dev çek kartonu süslüyordu. Devletten alınan ihaleleri saymayalım ana akım medyanın en masum sürdürülebilir iş modeli bu, dünyada da bu.

Anglosakson gazetecilik bugün Türkiye için yeniden idealleştirilse de özündeki yapısal yanlılık çok uzun yıllardır eleştiriliyor. Liberal basının beşiği ABD’de bile nesnelliğin, tarafsızlığın esasen “mış gibi” yapmak dışında bir işlevi olmadığı tartışılıyor. Bir hükümetten bir de muhalefetten görüş alınınca tarafsız gazetecilik yapılmış olmuyor, Hürriyet’te de, Guardian’da da, New York Times’ta da.

Gürsel kitabının 99. Sayfasında diyor ki “Doğru görmek yetmiyor, doğruyu göstermek de gerekiyor; o halde kaçınamayacağımız entelektüel tutum, değişimi istemektir, bu da muhalif olmak anlamına gelir.”

Bunu yalnızca ifade ve basın özgürlüğü aktivizmi ile sınırlayıp kalana gazeteci mesafesinde bakmak bir tavır elbette ancak mesleğin içine işlemiş güçlüden yana olma hali de eskisi kadar kolay gizlenemiyor.

Gelelim bunların karşısına konumlananlara; taraflı, hatta aktivist, sosyal hareketlerin rüzgarında habercilik yapmanın sorunları yok mu? Kadri Gürsel’in biraz genellemeci sayılabilcek tavrını eleştirsek de, elbette var. İktidara muhalif olmak otomatik olarak iyi gazetecilik anlamına gelmiyor. Doğru bilgi verme, insan odaklı olma, taraflı olsa bile bağımsız hareket edebilme, olgulara dayanma, mümkün olduğu kadar farklı taraflara söz hakkı tanıma, hesap verebilme, şeffaflık gibi olmazsa olmaz ilkeler yerli yerinde duruyor. Tarafgir olup iyi gazetecilik yapan yalnızca Türkiye’de değil dünyada da nice örnek var. Şu durumda tartışmayı ‘iyi ana akım’dan çıkarıp ‘iyi gazetecilik nasıl yapılır’a çekmek, kişilerden ziyade yöntemi sorgulamak en doğrusu.

Gazetecilikle aktivizm sınırlarının en belirsizleştiği zaman Gezi süreciydi. Hemen sonrasında bu konu tartışmaya açılmış, kısmi bir iç hesaplaşma yaşanmıştı. Son dönemdeki tartışmalarda ise eski, güçlü günlere özlem ağır basıyor. Ana akım öldüyse meğer yaşamaya çok da hevesli değilmiş. CNN’le mi uğraşalım yoksa kendi yolumuzu mu çizelim? Gürsel’in “o kadın”a nasıl tahammül ettiğinden daha önemlisi o kadını/adamı yok sayıp yeniden ekmek gibi bir ihtiyaca dönüşebilmek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...