10 Kasım 2018 23:43

O sahada oyun kazanmak mümkün mü?

O sahada oyun kazanmak mümkün mü?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Referandumlar da dahil son birkaç yılda yapılan seçimlerin sonuçları hemen hemen aynı bazda seyrediyor ve yarı yarıya bölünmüş bir siyasal haritaya işaret ediyor. Bu fotoğraf, (MHP hariç!) muhalefet tarafından “halkın yüzde ellisini karşısına almış bir iktidar” şeklinde okunuyor genellikle. Doğrudur ama tespitteki ‘muhalif’ tonlamanın, muhatabınca çok dert edildiği de söylenemez. Hep söylendiği gibi, yüzde 50 +1’i yeterli görüyor ve onu da öyle ya da böyle ‘organize’ edebiliyor. Burada rejimin asıl dayanağının seçimlerde edinilen sonuçlar olduğunu söylemiyoruz elbette. O ayrı konu. Asıl dayanak, tepe tepe kullanılan devlet zoru da dahil, zaten iktidarda olmanın olanaklarıdır. Geçilmiş seçim ya da referandumlar meşruiyet aracı oluyor gerçekte. Çok önemli ama. Genel muhalif motivasyon ve enerjiyi akamete uğratmak, iktidarın seçimlerle yenilmeyeceği inancının ya da umutsuzluğunun derinleşmesini sağlamak gibi sonuçları oluyor. Bu, ‘soldan’ bazı yorumlardaki gibi pek de hayırlı bir anlam içermiyor ama. “Seçimlerle kazanmak mümkün değil” yargısı, halkın gücünü esas alan başka siyasal araç ve yöntemlerle kazanmak bilincine ya da pratiğine evrilmiyor maalesef. Tersine, apolitik bir içe gömülmeyi, geri çekilmeyi, inançsızlık ve umutsuzluğu tetikliyor. Bunlar gitmez deniyor, bunlar yenilmez!

Başta bahsettiğimiz siyasal harita veri olarak kaldığı sürece gerçekten de kolay kolay yenilmez!

Ama o haritanın aynı kalması için onu şekillendiren siyasal dinamiklerin de değişmeden aynı kalması gerekir. Aynı siyasal aktörler, aynı dizilimler, aynı koordinatlar, aynı siyasal başlıklar vb. aynı sonuçları verecektir. Erdoğan rejiminin en büyük yeteneği de işte bu ‘değişmezliği’, en azından seçimlerde, sağlayabilmesidir. Deyim yerindeyse, siyaset oyununu kendi sahasına taşıyıp oradaki ‘sosyolojik’ rezervlerini de kullanıp kazanmasıdır. Özgün zemini ve dinamikleriyle Kürt hareketini dışta tutarsak, seçim esaslı muhalefetin en büyük açmazı ve yeteneksizliği de oyunu Erdoğan’ın sahasında kazanmaya çalışıyor oluşudur. Epey zamandır o sahada birbirine bağlanmış bolca savaş, milliyetçilik, İslamcılık, devletin bekası vb. bohçalar var. Bu bohçalardaki esvapları kuşanarak AKP’nin karşısına çıkan her kimse oyunu daha baştan kaybetmiştir.  

Bugün için bu tabloyu değiştirecek başlıca alan, kriz ve sonuçlarıdır. Giderek toplumsallaşan tepki ve itirazların siyasal denkleme sokulabileceği ve dolayısıyla siyasal haritaya yeni rezervlerle müdahale edilebilecek kulvar orasıdır. Söz konusu seçimlerse ve niceliklerle konuşacaksak; Saray’ın yüzde ellisini eksiltmek ya da ona muhalif yüzde elliyi çoğaltmak da buradan geçiyor. Ama öncelikle belirleyici başlık olması gerekiyor.

Durumu en iyi bilen de iktidarın kendisi zaten. Yerel seçim öncesinde de ne yapıp edip kriz ve sonuçlarının konuşulmasını (Enflasyon rakamlarından dolayı TÜİK Başkan Yardımcısının görevden alınması mesela) engellemeye çalışıyor. Krizden bahsetmeyi adeta yasaklamak bunun bir yolu sadece ama halkın günlük yaşamında her an hissettiği bir şeyi ‘olmamış’ saymak pek mümkün değil. Geriye, bütün gücünü kullanarak başka tartışma gündemleri yaratmak seçimi belirli bir eksene sıkıştırıp maçı orada oynamak kalıyor ki her zaman yaptığı da bu oluyor zaten. İçerideki ‘Bölücülük’ kartı malum, zaten hep elde ve Suriye sahasıyla da tahkim edilmiş durumda şimdi! Mınbiç’e, ‘Fırat’ın doğusu’na sürekli olarak yöneltilen “Bir gece ansızın gelebiliriz” tehditlerinin böylesi bir anlamının olduğunu herkes de biliyor artık. Buradan devşirilen milliyetçilikle kim yarışabilir? Yarışmak isteyen ağzının payını hemen almaz mı: “Sen konuşuyorsun ama bak ben başlarına füze yağdırıyorum, otur yerine!”

Uzatmak gerekmiyor, dediğimiz gibi, oyunu ısrarla kendi sahasına çekmeye çalışıyor AKP. Son “Türkçe ezan” tartışması da öyle. Bir tv programında CHP’li bir aklı evvelin ağzından çıkan bir söze abanılarak gündem yaratılıyor. Adam atılmak üzere hemen disipline sevkediliyor ama malzeme bulunmuş ya, durmak ne mümkün, ‘Havuz’ başında geviş getirip duruluyor: “İşte CeHaPe zihniyeti, değişmiyor, güçlenirlerse Türkçe ezanı getirecekler...”

Kursağından et geçmeyen, bir yaz boyunca domatesi bile beş liradan aşağıya alamayan yurdum insanına başka ne denilecekti ki? Gerçi, “refah seviyeniz arttığından dolayı et yiyemiyorsunuz” gibi çok sarsıcı bir hatırlatma yapılıyor en üst akıldan ama yine de başka hikâyelere ihtiyaç var: “Harici ve dahili düşmanlara karşı devletin ve milletin bekası için gerekirse aç kalmak...” Krize dair anlatılabilecek en “efektif” hikâye bu herhalde! Sorun, anlatılan bu yalandan hikâyenin bütün boyutlarına cesurca karşı çıkabilmekte. Ağız tadıyla domates bile yiyememenin acı gerçekliğinin milliyetçilik, müminlik, beka vb. tezgahlarda öğütülerek ilaç niyetine yutturulmasının önüne geçebilmekte...

Mesele seçim kazanmaksa eğer, Saray defterine yazılmış yüzde 50+1’i yüzde 50-1’e çevirmenin de başka yolu yok gibi!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...