10 Kasım 2018 23:42

Greenpeace’in ‘devlet sırrı’ gibi gizlenen raporu

Greenpeace’in ‘devlet sırrı’ gibi gizlenen raporu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Greenpeace’nin Söke’nin Kisir köyünde Haziran 2017 tarihinde yaptığı incelemelerle ilgili raporuna birkaç gün önce ulaştım. Bir yılı aşkın bir süredir peşinde olduğum, ulaşmak için resmi- özel kurum ve kişilere defalarca başvurduğum rapor hiç ummadığım bir kaynaktan bana ulaştırıldı.

Meslektaşım, nükleer enerji konusunda Türkiye’deki en yetkin gazetecilerden birisi olan Yeşil Gazete editörü Pınar Demircan, büyük bir özveri ile eline geçen raporu kendisi haberleştirmeyip bana göndermişti. “Kisir’deki durumu senin yaptığın haberler ortaya çıkardı. Bu konuya dair kitap yazdın. Fikri takibini hiç bırakmadın. Haberi senin yapman gerektiğini düşünüyorum” dedi Pınar. Başka gazetecilerin de istediği raporu ne onlara göndermiş ne de kendisi haberleştirmişti.

Kisir Köyünde yaklaşık 40 yıl önce yapılan uranyum sondajlarının yol açtığı çevre ve sağlık sorunlarını Şubat 2014 tarihinde ilk kez haberleştiren, konuya dair onlarca haber ve televizyon programı yapıp, birçok panel-söyleşiye katılan, Eylül 2017 yılında Yeni İnsan Yayınlarından çıkan “Uranyum Uğruna/Dilsiz Çocukları Ege’nin” kitabının yarısını da Kisir köyünün dramına ayıran bir gazeteci olarak, hazırlık sürecinde bilgi-belge, iletişim desteği sunduğum Greenpeace’nin raporuna başka bir gazeteci arkadaşımın kadirşinaslık örneği tutumu sonrası ulaşmamalıydım!

Greenpeace’nin Kisir’de incelemelerde bulunduğu Haziran 2017 tarihinden bu yana raporun peşinde idim. O zamanlar bu kurumda çalışan gazeteci arkadaşım Özgür Gürbüz’ün başını aylarca ağrıttım. Özgür’ün “raporu gönderdik” dediği Aydın Valiliği, Aydın Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Söke Belediyesi’ne defalarca Bilgi Edinme Kanunu gereği başvurdum. Araya hatırlı, gönüllü tanıdıkları bile koydum. “Ne demek, derhal alırım” diyen bu kişilerden bir süre sonra ses seda çıkmaz oldu. Sorduğumda ise mahcup bir şekilde “Evet, rapor ellerinde ama korkuyorlar, veremeyiz diyorlar” yanıtını aldım.

Raporun Aydın Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanlığında olduğuna dair çok sayıda tanığa rağmen rapor, kamuoyundan ve en son CHP’nin Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca’dan da gizlendi. Aydın Büyükşehir Belediyesi nedenini tam da anlamadığım bir şekilde, apaçık yalan söylüyor! Eğer bu yalanında ısrar ederse raporu belediyede gören, ‘evet bizde ama açıklayamayız’ diye geri çevrilen kişi ve kurum temsilcilerini de açıklayacağım.

Greenpeace Haziran ayında yaptığı ölçümleri Eylül 2017 tarihinde rapor haline getirmiş olmasına rağmen ne bu raporu kamuoyuna açıkladı, ne de defalarca istememe rağmen bana ulaştırdı. En son mail attığım Greenpeace Akdeniz Ofisi “ ...bu ölçümün sonuçlarını hem köyde yaşayanlarla hem de kamu görevlileriyle paylaştık. Bu noktada sonuçları kamuoyuyla paylaşmak Kisir halkının iradesindedir, kendilerine ulaşabilirsiniz” diye son derece ciddiyetsiz bir yanıtla geri döndü. Oysa edindiğimiz bilgilere göre köy muhtarı “sahtekarlık” dediği raporu açmadan geri göndermişti Greenpeace’e. Yani rapor sonuçları hakkında köy halkının hiçbir bilgisi yoktu.

Öyle anlaşılıyordu ki Greenpeace bu raporu hazırladığı için bin pişman olmuş durumda! Belki de şu sıralar nükleer meselesine girmek istemiyorlar, AKP hükümetiyle bu konuda bir gerilim yaşamayı göze alamıyorlar. Şu sıralar yürüttükleri kampanyalar kömürlü termik santraller, palm yağı ve arılarla ilgili çoğunluklu. Türkçe resmi sitelerinde nükleerle ilgili paylaştıkları en son haber Nisan 2017 tarihli Çernobil’i anma haberi. Yine aynı sitede yer alan “neden nükleere karşıyız?” başlıklı makalenin yayınlanma tarihi ise 2009. Daha önceleri olduğu gibi ilerde tekrar nükleer meselesine girip kampanyalar düzenlemeye başladıklarında (ki her kampanyanın aynı zamanda Greenpeace için bağış kampanyası şekline de büründüğünü ve harcanan paranın onlarca katı bu bağışlardan elde edildiğini de yeri gelmişken ekleyelim) Kisir Raporunu tedavüle sokabilirler. 2014 yılında Manisa Köprübaşı’ndaki uranyum maden alanlarında yaptıkları ölçümlere dair raporu açıklamakta bir çekince görmeyen Greenpeace’in benzer içerikli Kisir Raporunu ‘sır’ gibi saklamasının başka nedeni ne olabilirdi ki?

Kisir yöresinde uranyum sondajlarının halk sağlığı yönünden yarattığı riskler devlet kurumları ve yerel yönetimler tarafından hep reddedildi. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) haberlerin ardından köyde birkaç kere yaptığı ölçümlerde durumun ‘normal’ olduğunu, hiçbir sağlık sorununun bulunmadığını ileri süren açıklamalar yaptı. Şimdi, dünyaca tanınan bir ‘çevre örgütü’ tarafından, akredite kişiler ve laboratuarlarda hazırlanan yeni bir rapor var elimizde. Rapora göre Kisir köyünün musluklarından akan içme suyunda limit değerlerin 24 katı fazla radyoaktif radon-222 gazı var! Maden sondajlarının yapıldığı, köye 2.5 km uzaklıktaki yaylada ölçülen radyasyon değeri ise limitlerin 35-40 katı!

Nükleer fizik uzmanı Prof. Dr. Hayrettin Kılıç bu son veriler ışığında çok net olarak şunları söylüyor; “Kisir köyündeki kanser olayları direk olarak, bu bölgede yapılan uranyum madeni arama çalışmalarında terk edilen, açık bırakılan kuyulardan atmosfere ve yeraltı sularına sızan radyoaktif izotopların neticesidir”

Kisir’in içme suyunda tespit edilen radon-222 gazının kanser yaptığına dair çok sayıda bilimsel araştırma da var.

Şimdi, bu son rapordaki bilgiler ortadayken devlet kurumları adı ‘Kanser Köy’e çıkan Kisir köyündeki onlarca kanserden ölümün, hâlâ tedavisi devam eden hastaların sorumluluğunu alacak mı dersiniz? Yoksa TAEK şimdiye kadar buna benzer durumlarda yaptığı gibi göstermelik bir araştırma yapıp, ‘burası doğal uranyum yatağı, olur böyle şeyler. Sağlık açısından sorun yok” diye bir açıklama ile olayın üstünü örtmeyi mi yeğleyecek?

Ya Greenpeace, Ekim 2017’de hazırladığı rapordaki bu kadar önemli bilgileri neden 1 yılı aşkın bir süredir kamuoyu ile paylaşmaktan geri durdu? Neden çekindi? Açıklamayacağı raporu neden hazırladı?

Bu raporu bilenler, en azından bu gerçekleri öğrendikleri günden bu yana o köyün çeşmelerinden akan sularda radon-222 bulunduğunu bile bile susabilmeyi nasıl vicdanlarına yedirebildiler?! O sulardan içen bebeklerin, çocukların, köylülerin yarın bir gün kanser olmalarına yol açabilecek bu bilgiyi gizleyerek, ya da üç maymunu oynayarak başlarını nasıl rahatça yastığa koyabiliyorlar?

Bir yıl önce raporun ulaştırıldığı resmi kurumlar ve belediyeler köyün içme suyunun değiştirilmesi için bir çalışma yaptı mı? Yoksa, onlarda vicdanlarını, bütün etik ve hukuksal kuralları bir yana asıp, Kisir’lilerin an be an zehirlenmelerine seyirci kalmayı mı yeğlediler? Düzinelerce soru sorulabilir bu duruma dair. Yanıtları bilip suskun kalmayı yeğleyenler, er geç bu hukuksuzluklarının, vicdansızlıklarının hesabını verecekler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa