04 Kasım 2018 01:40

Alıcı kuş ve bin köylü

Alıcı kuş ve bin köylü

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Süt beyaz bir bulutun içinden çıkıp süzülen kartalın gölgesi üzerlerine vurduğunda tarlanın ortasına çömelmiş konuşuyorlardı. Tam tepelerindeki kartalı elini güneşe siper ederek kısık gözlerle izledi Yusuf. İncirliova tarafına doğru dolana dolana uçuyordu kartal.

Drej Kıyas sabah beri dişlerinin arasında geveleyip durduğu karabiber dalını hırsla savurdu yere. Sigarayı bıraktığından bu yana, ki tam da bu sıralar yeniden başlamaktan korkuyordu, ağzına karanfil, karabiber, zeytin dalı alıp öyle dolaşıyordu hep. Kimlikte yazdığı biçimiyle Kıyasettin olan adını sadece işi düştüğünde resmi dairelerde duyardı. Bazen dalgınlığına gelip kendisine seslenildiğini anlamadığı bile olurdu. Uzun boyundan ötürü ‘Drej’ olan lakabı da (drej Kürtçe ‘uzun’ demek) “Karanfilli Drej Kıyas”ye çıkmıştı ne zamandır. Köylünün diline düşmeye gör bir kere, ölene kadar o lakap artık üzerine yapışır kalırdı.

Elini Drej Kıyas’ın omzuna koydu Yusuf, dostça sıktı. “Üzülme artık birader” dedi, “sağlık olsun”. Kendi derdini unutmuş bir saattir komşusunu teselli etmeye çalışıyordu. Az ötede parçalanıp önlerine atılan ölü koyuna iştahla yumulan köpeklere baktı. Hayvanlar ete doymuşlardı bir aydır.

“Kaç oldu bununla” diye sordu Yusuf. “Otuz yedi etti. Bir tanesi de öldü ölecek ağılda yatıpduru” dedi Drej Kıyas. Kürt şivesine Ege’li ağzı da karışıyordu arada. Bütün çocukluğu Aydın ovalarında geçmişti.

“Tekrar mı çağırsan İlçe Tarımdaki baytarı?” diye sordu Yusuf, ama sonra kendi söylediğine kendisi inanmaz bir edayla elini salladı. “Geldi de ne oldu değil mi? Uyduruyor bir hastalık. Jeotermale toz kondurmuyor hiç biri. Yaylıma gidip dereden su içen koyunlar birer ikişer ölürken, ahırdaki ineğe niye bir şey olmuyor diye hiç aklına getirmiyor, gereksiz!”. “Gereksiz” derdi kızdığında. Bir de ‘dinine yanar’dı. Ağzından çıkan en kötü sözler de bunlardı zaten.

“Bak bana, dört yüz zeytinim bir ayda kurudu. Atamdan dedemden kalan tek varlığım, çoluk çocuğumun rızkı, yüz, yüz elli yıllık zeytinlerim sararıp soldu gözlerimin önünde. İlçe tarımdan görevlileri alıp geldim. Bana ‘filizkıran girmiş bunlara’ demedi mi, gereksiz? Sanki biz bilmiyoruz filizkıranı!” diye söylendi. “Elimde üniversiteden aldığım ‘zeytinlerde herhangi bir hastalık tespit edilememiştir’ raporunu bile gösterdim. Kulağasmadılar bile! Kimi kime şikayet edelim ki Drej?” dedi ezgin ezgin.

Çömelmekten dizleri ağrıyınca ayağa kalktılar. Tam karşılarında, belki bir, bir buçuk kilometre ötede, kızgın soba üzerine konulmuş tencere gibi her tarafından buharlar çıkarıyordu jeotermal enerji santrali.

***

Çoban Nurullah kaynar suya düştüğünde zifiri bir karanlık vardı etrafta. Bulutlar tüm yıldızları örtmüşlerdi. Ne ay görünüyordu gökte ne çoban yıldızı. Eve gitmek için sabırsızlanan sürünün atladığı kanaldan tam atlayacakken ayağı kaydı Nurullah’ın. Kendini bir anda kanalının içinde buldu. Akşam serinliğinde üşümüş vücudunun kaynar suya değen yerleri anında haşlandı. Duyduğu acıdan neredeyse kendinden geçecekti ki çığlık çığlığa kanaldan çıkıp bir donla kalana kadar üzerindeki elbiseleri çıkardı. Feryat figan alıp yatırdı köye doğru. “Yandım anam!” diye bağırdıkça sesi karanlığın içinde yankılanıyordu. Vücudunun her geçen dakika kabardığını, kızardığını, alev alev yandığını hissediyordu. Yanında yöresindeki koyunlar ondan ürküp kaçarken, köpeği ayaklarının dibinde onunla birlikte koşuyordu.

Germencik Reis Köylü çoban Nurullah, tam üç ay yoğun bakımda tedavi gördü. Vücudunun yüzde atmışı haşlanmıştı. Gündüz kuru olan su kanalına gece kaynar suyu salan jeotermal şirketi hiçbir sorumluluk kabul etmedi bu olayla ilgili. Doktorlar Nurullah’ın yaşamasına dayanıklı yapısından kaynaklı bir ‘mucize’ gözüyle bakarken, sadece kaynar su değil aynı zamanda suyun içinde bulunan kimyasalların da vücuduna büyük zarar verdiğini söylediler. Dört çocuklu çoban Nurullah yanık vücudundaki izlerle, eskisi gibi asla olmayacak topal ayağıyla yaşamak zorundaydı artık Aydın ellerinde.

***

Çoban Nurullah’ın su kanalındaki kaynar suda haşlandığı yere beş on kilometre uzaklıkta Pınardereli Fadime Camuz da kendini yakmak istedi. JES şirketinin yaptığı ÇED toplantısına eşi Ahmet Camuz’la gelen Fadime Camuz, “Jeotermalden dolayı 450 kovan arımız öldü. Yetkililer kulak asmıyor” pankartını açtıktan sonra üzerine benzin dökerek kendini yakmaya çalıştı. Son anda kurtardılar Fadime’yi. Kuşadası’nda uzun tedavi günlerinin ardından köyüne dönebildi.

***

İmamköy’ün, Alangüllü’nün, Yılmazköy’ün üzerinden uçarken, aşağıda, zeytin ve incir bahçelerinin arasında yılan gibi kıvrılan boruları görüyordu kartal. Bütün ovayı dolaşıyordu borular. Girip çıkmadığı köşe kalmıyor, en son kızgın bir hayvan gibi homurdanarak tepesinden buhar fışkırtan demirden bir evin duvarından içeri giriyordu borular. Kartal, bu borulara yaklaşmamayı öğrenmişti uzun zaman önce. Hala ayağının altında yanık izi vardı.

Börülcenin arasına gizlenmiş tavşanın hareketlerine odaklanmış Dereağzı köyünün üzerinde dönüyordu. Keskin gözleri tavşanı kaybetmemeye çalışırken, kalabalığın içinden bir çift gözün kendisini izlediğinden habersizdi.

Kartalın şimşek gibi dalışa geçip pençeleri arasında tavşanla havalandığını gören Meryem, birden içinin ürperdiğini hissetti. Kendini tavşanın yerine koydu bir an, cız etti yüreği.

Yanı başında, elinde “ağaç yoksa hayat yoktur” yazılı bir dövizle oturan İsmihan teyzenin dizine dürtüp kartalı ve pençesinde kıvranıp duran tavşanı gösterdi. “Şu alıcı kuş gibi tepemizde dönüyor şirket İsmihan teyzem. Biz yıllardır gölgesi üzerimize vurdukça saklandık, kaçtık. Etrafımızdaki köylerin hepsine girdi şirket, biz sinnendik kovuğumuza. Şimdi sıra bize geldi. Tavşan olarak kalırsak cırnaklarına takıp götürecekler köyümüzü de” dedi. “Alıcı kuşların ömrü az olur, Meryem kızım. Bizi bilmiyor bu cavırın şirketi daha. Dur hele!..” dedi İsmihan teyze. Gözlerini belertmiş, yumruğunu sıkmıştı...

O gün Dereağzını dolduran köylüler kartal pençesinde kıvranan tavşan olmamak için dikildiler jeotermal şirketinin karşısına. Gazdan zehirlenen 450 kovan arısına hâlâ yanan Pınardere’li Fadime Camuz, kaynar su bırakılan kanalda haşlanan Reis Köylü çoban Nurullah, dereden su içen koyunları birer ikişer ölen Alangüllü Drej Kıyas, dört yüz zeytin ağacı bir ayda kuruyan Yusuf Kuzu, jeotermal şirketini köye sokmayıp sondaj alanına zafer bayrağını diken Tire Başköy’lüler, İmamköylü Çete Ayşe’nin torunu kadınlar, Kızılcaköylüler, Yılmazköylüler birleşip bin köylü oldular.

Artık alıcı kuşun gölgesinden saklanan, pençesinde kıvranan tavşan değillerdi...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...