18 Ekim 2018 00:10

S Raporu: CHP değil sadece sağ erezyonun önüne katıp sürüklediği

S Raporu:  CHP değil sadece sağ erezyonun önüne katıp sürüklediği

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hatırlar mısınız?

Deniz Baykal, CHP Genel Başkanı idi…

“Anadolu solu”nu icat etmişti…

Lafızda yine “sol” vardı…

Ama esası CHP’nin “sağ’a açılımının ifadesiydi…

Nişanesi Baykal’ın makam odasına asılmıştı…

Baykal, her sabah Şeyh Edebali’nin Osman Gazi Bey’e öğüdünü okuyarak, makam koltuğuna kuruluyordu…

CHP milletin inanç ve değerleriyle bütünleşme hamlesini başlatmıştı… (O vakitler de… Yine… Yeniden…)

Netice?

3 Kasım 2002 Seçimi yapıldı…

AKP tek başına iktidar oldu…

O gün bugündür Türkiye’yi halletmekle meşgul…

 HANGİ PARTİ, HANGİ COLA?

“Duayen siyasetçi” unvanını haybeye taşımadı ya…

“Baba” teşhisi koydu…

Süleyman Demirel, “Bir siyasi parti ile diğeri arasındaki fark, Pepsi Cola ile Coca Cola arasındaki farka inmiştir” dediğinde…

Yıl 2002 idi… (galiba…)

Ve…

“Benim milletim” her seçimde AKP büfesinde satılan kolayı içmeye devam etti…

Bayıldı valla…

CHP yılmadı…

“Umut sağda” arsızlığına devam etti…

İçtiğinizden bize de verin teşneleri, AKP büfesine koştu…

CHP HEP SAĞ GÖZ SEĞİRMESİNDEN MUSDARİP OLDU

CHP’nin gözü hep sağdan sağdan seğirmeye devam etti…

CHP Genel merkezinde “En güzel sağa açılma proje”si müsabakası düzenlenmiş olmalı ki…

O vakitler birinciliği şey almıştı…

Neydi adı?..

Bir ara CHP Genel sekterliği de yaptı...

Şimdilerde İstanbul Belediyesi reisliğine sulanıyor…

Hani giydiği fiyakalı mintanıyla haber olmuştu da…

Bir çırpıda hanlarını hamamlarını saymaya başlamıştı…

Şahsen benzin istasyonu sayısını ilk beşten sonra saymayı bırakmıştım…

İşte o kıymetli zat?

Ha evet… Gürsel Tekin…

Kılıçdaroğlu’nun ilk piyasaya sürümünde sağ kolu havalarında…

Sol hesabına Tekin’siz bir buluşa imza atmıştı…

SAĞ ELİN HÜRMETİNE NE YAPMADI Kİ…

CHP’yi milletin kucağına atma yarışmasından…

Siyasal İslamcılığın simgesi kara çarşaflı, peçeli kadınlara CHP rozeti takma şovu düzenlemişti…

Netice?

CHP’nin ön tekerlekleri sağa çektikçe, sağcılar sağcılığından daha bir emin olmaya başladı…

Özgüven patlamasıyla “gel gel” çekti ahaliye…

AKP büfesinin kola tüketimi arttı…

O kadar ki…

AKP’nin yüzde 40’ları görmesi, Kılıçdaroğlu nezdinde, CHP’nin başarı hanesine yazıldı…

SOL ÇANTADA KEKLİK AYMAZLIĞIYLA SAĞA AÇILMA ARSIZLIĞI BERDEVAM

CHP yönetimi zaferden zafere koşma hevesinden vazgeçmeye niyeti olmadığını gösterdi… Yine…

Yine… Bir kez daha sağa açılmaya karar verdi:

CHP önümüzdeki seçimlerde sağı dilini kullanacak!..

CHP’nin “sağ”ı taklitteki ısrarının sebebi ne olabilir?

Biliyorsunuz… Mesela…

Baykal’ın makam odasına astığı Şeyh Edebali’nin öğüdü, AKP reyizinin ağzından düşmez oldu…

Acep… CHP bundan kendine pay çıkarıyor olabilir mi?

Bizden öğrendi kibrine kapılarak…

Sağcılara sağılık taslamanın  işe yaradığını düşünmüş olabilir mi?..

Bilemeyiz…

Ama bildiğimiz var:

Sağ şeritte seyri...

AKP diktasını goygoycu tavırla seyretmesi…

Parlamento muhalefetinin daha baştan koktuğuna delalet ediyor…

CHP’NİN GOYGOYCU MUHALEFETİ DİKTAÖRLÜĞE DEMOKTRATİK TÜL İŞLEVİ Mİ GÖRÜYOR

O kadar ki… Bu ‘kokuşma’dan başka kötü kokular alanlar dahi var…

Misal. İlhan Uzgel(*)’in yazdıkları…

İlhan Hoca, gazeteduvar.com.tr’de, ‘Sorun Erdoğan’da mı, CHP’nin muhalefet yapma tarzında mı?’ sorusunu soruyor…

Yazısını ziyadesiyle mühimsediğim, bir “acaba” ile bağlıyor:

“CHP’nin şimdiye kadarki performansıyla giderek bir iktidar alternatifi olmaktan çok siyasal sistemin demokratik görüntüsünü meşrulaştıran bir muhalefet partisi olduğu algısı yerleşmeye başlıyor.”

CHP’lilere şapkayı önlerine koyup düşündürtür mü emin değilim ama…

Uzgel’in hayli ağır şu tespitini ilginize sunarım:

“…siyasal sistemin demokratik görüntüsünü meşrulaştıran bir muhalefet partisi olduğu algısı…”

Dikkat buyurun…

Hüsnüniyet sahibi her CHP’liyi yerinden zıplatması gereken bu tespiti yapan, müzmin muhalif addedilerek, sözü sükut suikastına uğratılacak bir radikal sol muhalif değil…

Sözünün nereye gittiğini bilecek birikim ve deneyime sahip bir akademisyene,  siyasi bir gözlemci olarak İlhan Uzgel’e bu cümle kurdurtuluyorsa…

Seçim arifesinde tüm solun/muhalefetin oyuna talip olacak CHP’nin kendini gözden geçirmesi gerekiyor

Fakat kanımca sorun bu kadarıyla sınırlı değil…

CHP’yi “sağ” müptelasına dönüşmesi üzerine hepimizin (yine) düşünmesi gerekiyor düşüncesindeyim…

ESAS SORUN TRANSFORMİZM(**)

Zira mesele salt CHP’nin reel politiğin pragmatizmine sıkışması ile izah edilecek gibi değil…

Daha derinlerde…

Ve esasen sorunun devrimci, sosyalist solu da kapsama alanına alan, sistemin, sağın en geniş anlamıyla muhalefeti soğurması/emmesi ile ilgili olduğunu sanıyorum…

CHP’yi sağın göbeğine doğru sürükleyen erezyonun, sistem karşıtı muhalefetin DNA’larını kurcalayıp mutasyona uğratmaya çalışmasından ayrı düşünmemek lazım…

Solu en geniş manasıyla (ideolojik politik radikallik anlamında) silahsızlandıran, nicedir süren saldırıdan bahsediyorum…

Fırsat buldukça biraz buradan devam edeceğim…

(*) İlhan Uzgel, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası Bölümü Başkanı iken Şubat 2017’de ihraç edildi.

(**) Birebir olmasa da Antonio Gramsci’den esinlenerek kullanıyorum. Transformizm, Gramsci’nin alet çantasındaki anahtar terimlerinden. Muhalefetin egemen elitler tarafından parça parça soğurulması olarak özetlenebilir. (bkz. Gramsci Kitabı, dipnot yayınları, s. 514).


SATIR ALTINDAN NOTLAR…

BELEDİYE ZABITASININ İDEOLOJİK AYGIT OLARAK KRİZLE MÜCADELEDEKİ FONKSİYONU…

İdeolojik aygıt olarak belediye zabıtası…

Durun…

Başımıza daha ne icatlar çıkaracak diye söylenmeyin…

Sakin… Lütfen…

Latife yapayım dedim… Hoş görün…

Fakaat… İkaz edeyim:

O kadar da israf değil hani “ideolojik aygıt” lafı…

Üzerine hayli söz edilegelen bu terime (“ideolojik aygıt”) müracaatımın sebebi, Saray rejiminin ekonomik krizle mücadelede belediye zabıtasına yüklediği temel fonksiyon…

Şahitsiniz:

Saray’ın perspektifi doğrultusunda, Saray medyası, “kriz yok” yayını yapıyor…

Ama bir realite olarak hayat pahalılığının da izahatı şart…

Öyleyse?

İşte bu noktada, haber bültenleri marketten yapılır hake geldi…

İletişim bilimcilerinin “çerçeveleme(*)” tabirini kullanırsak…

“Yok kriz”in sonucu olarak yaşanan fiyat artışlarının, hayat pahalılığının sebebi, fırsatçı market/fırın başta, esnaf olarak ‘çerçeveleniyor’…

Çerçevenin başrol oyuncuları olarak belediye zabıtalarını, mütemadiyen marketlerde fiyat kontrolü yaparken izliyoruz…

Medya krize yer vermiyor, eleştirilerini böylelikle savuşturmakla kalmıyor…

Esas işlevini de yerine getiriyor:

Hayat pahalılığının, fiyat artışlarının nedeni kapitalist sistem ve iktidarın yanlış tercihleri ve sakat ekonomi politikası değil…

Ne?

“Kriz var” iftirasını fırsata çeviren esnafın suni fiyat artışı…

Ve onlara baskın vererek vatandaşın hakkını koruyan iktidar ve en önde de belediye zabıtaları…

İktidar hem krizin faturasından sıyrılmaya çalışarak…

Hem de “benim milletim”in hakkını insafsız esnafa karşı koruyarak bir taşla….

Pardon bir zabıtayla iki, üç… kuş vurmaya çalışıyor…

Krize karşı keriz muamelesi gören biz oluyoruz, hasılı…

Krizin nedenine, kökenine bakış açımızı tanzim etme, çarpıtıp hizaya sokmadaki fonksiyonunu…

Krizi zabıta işi haline getirmedeki biçilen rolünü düşündüğümüzde…

Belediye zabıtalığının iktidarın inandırıcılığının inşasındaki mühim vazifesini vurgulamamak mümkün mü?

(*) Çerçeveleme, “… belirli olayları belirli şekillerde tanımlamak”tır. Buna göre medya, “… özelikle haberlerin, insanlara belirli konularda ne düşünmesi gerektiğini” söyler. (bkz. Burak Özçetin, Kitle İletişim Kuramları, Kavramlar…, İletişim Yay., s.121)


PERİNÇEK İCABINDA SARAY’A RAĞMEN SARAY’I SAVUNMAKTA ISRARLI

Onca afra tafraya rağmen…

Heyheylenip parmak sallanan ABD’nin dediği oldu…

Rahip Brunson, “go home” yaptı…

Saray bir kez daha, aparatlarını yüzüstü bıraktı… “Ajan rahip” ile yatıp kalkanların neredeyse gıkı çıkamaz hale geldi…

Doğu Perinçek hariç…

O, “Altın çağını yaşayan Türk yargısı” üzerinden iktidara kol kanat germeye devam ediyor…

Neredeyse herkes “Ver papazı al papazı” pazarlığından “verilen papazla avuç yalandığı hususunda hemfikir…

O kadar ki hani Saray’dan bile “Şartlar bunu icap ettirdi, verdik” açıklaması gelse şaşırmayacağız…

Zaten Trump “teşekkürler Erdoğan” dedi…

Rahibin ana babası “Allah razı olsun” kabilinde “Erdoğan’a duacıyız” müteşekkirliğini bildirdi…

Amma velakin…

Vatan Partisi Genel Başkanı Perinçek’ten peşpeşe açıklama geliyor:

“Brunson kararını Amerika’nın baskıları sonucu alınmış bir karar olarak yansıtmak çok yanlıştır. Burada Türk yargısı hiçbir baskıya boyun eğmemiştir. Amerika’nın baskısıyla bu karar alınmış değil.” (13 Ekim 2018, Basın açıklaması)

Ne diyelim; Allah kurtarsın…

Ve son Bunson haidisesinde sözü Solon (*) bağlasın:

“Kanunlar örümcek ağlarına benzer: Güçsüz ve hafif şeyler ona yakalanır; daha ağır olanlar ise onu parçalayıp geçer.”

(*) “Antik Yunan Uygarlığı’nın Yedi Bilgesi’nden biri sayılan Solon, Drakon Kanunları’nı olumsuzluklarını bertaraf etmek için hazırlanan Solon Anayasası’nın kurucusudur.”


TRUMP’A ‘MİSLİYLE’ CEVAP VEREN SUUDİ KRALI DA ANTİEMPERYALİST SAFLARA YAZILMIŞ OLABİLİR Mİ?

Suudi Arabistanlı gazetecinin kaybedilmesinden sonra başlayan muhtemel (“win win” eksenli) pazarlıkları belki hiç öğrenemeyeceğiz…

Fakat biraz da bu pazarlıkları örtmeye dönük, “kamuoyu”nu maniple etme maksatlı denilebilecek, diplomatik manevraları ifade eden beyanatları okuyoruz…

Söz düellosunun geçen günkü etabını dikkate değer buldum…

Ezcümle, dedi ki Trump, Kaşıkçı olayının arkasında Suudi Arabistan varsa ağır cezalar uygularız (13 Ekim 2018).

Riyad’dan bir gün sonra gelen cevap, “misliyle” tonunda oldu:

“Tehdit ve ekonomik yaptırım ya da politik baskı yoluyla verilen gözdağlarının” reddedildiği belirtildikten sonra, köşeli mi köşeli, okkalı ifade ile ABD’ye çemkirildi:

"Krallık, atılacak herhangi bir adıma daha fazlasıyla karşılık verecek."

Breh breh…

Bu atışmanın diğer veçhelerini ihmal edelim…

Çubuğu kendimize bükerek, kıssa çıkarmayı deneyelim…

Suudi benzeri, hani ara sıra bizden yükselen “misliyle” parmak sallayan açıklamalara bağlayalım meseleyi…

Öyleyse…

Şimdi soru şu:

Daha önce Trump’ı havaalanında karşılamaya gitmeyen Suudi Kralı’nın tavrını bir yana bırakalım…

Suudiler’den Trump’a (ABD’ye) karşı Kaşıkçı meselesinde yapılan bu “Misliyle karşılığını görürsünüz” içerikli çıkıştan sonra…

Suudi Hanedanı antiemperyalist duruş mu sergiliyor?

Suudiler’in konjonktürün (ya da emperyalizmin bi nevi fetret devrinin) ürünü bu tavır koyma marjını kullanmasını nasıl yorumlamalı?

RTE’nin ara sıra “Kıymetli dostum Trump” frekansından çıkarak ABD yönetimine cızırtılı tonda “Eyy”lenmesinden“ Antiemperyalist AKP/Erdoğan” sonucuna ulaşanların cevabını siz de merak etmez misiniz?

“Gördün mü bizim reyizi nasıl da laf çaktı Trump’a, ABD gâvuruna” diye kostaklanan garibanım, rahat ol, sualim seni teğet geçsin…

Sen keyfini çıkar ara ara…

Anlaşılır; angajmanını soylulaştırmaya senin de hakkın var neticede…

Avrasyacı jeopolitikçiler belki söz almak isterler…

Kim bilir belki Suudi Yarımadası da Atlantik’ten firar ediyor, kopuyordur…

Ne dersiniz?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...