30 Eylül 2018 00:41

Örgütlü yalan!

Örgütlü yalan!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu da böyle bir “şans” işte, bize nasip olmuş, şanslı kullarız vesselam! En uçuk, en akla gelmez, en pervasız,... hallerle yüzyüze gelmek de bize özgü bir ‘şans’ sayılmalı! İnsanın anlayıp kavrama sınırlarına ‘level’ atlatan türden... Şaşırma duygumuzun ayarlarını bozan ve nitekim bu duyguyu hepten silip süpüren...

Ömrü hayatımızda tanık olduğumuz bütün iktidarların, en özet ifadeyle, ‘gerçeklik’ ile sorunlu oluşlarıdır bu ‘şansı’ bize bahşeden! Ama hakkını teslim edelim ki, mevcut iktidar bu konuda kıyas bile kabul etmez derecede ‘başarılı’. İktidar mahfilleri (biraz akademik bir tonajla ifade edersek) ‘imal bir gerçeklik’ düzleminden hareket ediyorlar. ‘Külliyen yalan’ da diyebiliriz bu ‘imal gerçek’ denilene. Doğrusu da budur aslında. Öncekilerinden farkı ise yalanın ölçekleri, sunulmasındaki cürret, sınırsızlık, rahatlık...

Bir de öyle söylendiği yerde durmuyor; örgütlenip dayatılan ‘örgütlü yalanlar’ bunlar. Her yalan, devasa bir örgüt çarkından geçirilerek tedavüle giriyor ve toplumsal gerçekliğin yerine ikâme edilerek herkesin durumdan vazife çıkarması bekleniyor. 

“Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” demiş ya bir peygamber. Dese ne olur? O ahlaki kriter çoktan aşılıp geçildi. Yalan, ahlaki muhtevasını çoktan yitirdi! Hem koca devlet yönetiliyor, duygusu mu olurmuş devletin?! Mesele utanıp utanmamak değil yani, zorunluluk... Gerçeği yadsıma, gizleme zorunluluğu... İşte her gün her saat yeniden sorduğumuz ve şaşırma duygumuzu yitirdikçe giderek sormaktan vazgeçtiğimiz, “nasıl bu kadar yalan, bu kadar kolayca söylenebiliyor?” sorusu da sözkonusu ‘zorunluluğun’ çengelinde yanıtını buluyor zaten.

‘Örgütlü yalan’ çarkının her bir dişlisinin tek görevi vardır:

İnanmaya mecbur kılmak!

Zorunlu yalan, örgütlenince, inanmaya mecbur bırakmak zorundadır! ‘Örgütlü yalan’ın özgünlüğü de buradadır. Kendi başına bırakılmaz, inanıp inanmamak insanların tercihlerine, inisiyatiflerine bırakılmaz. Zorunlu olarak söylenmiş yalana inanılması da zorunlu olmalıdır!

Tam da 7 lirayı aştığı gecenin sabahında, “Dolar imparatorluğu yıkılıyor” manşetleri, nasıl atılabilir yoksa?

Sokaktaki pazardaki insanların günlük yaşamda iliklerine kadar hissettikleri, bizzat yaşadıkları ekonomik krizden bahsetmeyi neredeyse yasaklayacak ölçüde bu kasılmışlık nasıl açıklanabilir ki başka?

Ekonomik sıkıntılar altında ezilerek intihar eden bir babayı haberleştiren gazeteci nasıl soruşturmalık olabilir? Yine, kriz tartışmasına vesile olduğu için, intihar eden babayı “oğlunu düşünmeyip hayattan kaçtığı” ithamıyla neredeyse komplocu ilan edecek derecede yandaşlık olmasa bu çark nasıl dönebilir?

“Ankara’daki dolu yağışını yerel seçim öncesi İstanbul’da da deneyebilirler” diyerek, dolu yağışını bile ‘dış güçlere’ bağlayan, “AKP iktidarını zorda bırakmak için taş bile yağdırabilirler” diyebilecek ölçüde yüksek promil ‘akil’lere ihtiyaç duyan bu ‘yalan’ çarkını varın düşünün artık.

En asgari merhamet duygusuna bile yer yok bu çarkta; kimse yoksulum, geçinemiyorum, halim kötü demeyecek...

Tahtakurularından bezmiş inşaat işçileri için, “birileri bu itlerin bitlerini ayıklayıp içeri tıkmalı” diye çemkireni de; “Yatılı okulda da tahtakurusu vardı, ne var bunda!” diye yazarak, işçilerin tahtakurusu komplosunu ‘deşifre’ edeni de koşullayan, hep o aynı zorunluluktur:

Çekinmeden yalan söyle, yalana inan, yalanı dayat!

Bekasını yalana bağlamış, hayatın yalandan ibaret olduğunu salık veren bu örgütlü yalan militanlarını ikna etmeye çalışmak nafile elbette. Ne demişler; uyuyan birini uyandırabilirsiniz ama uyuma numarası yapan birini asla uyandıramazsınız!

Bile bile yalan söyleyeni yalanından vazgeçirmek ne mümkün.

Ama yine de özellikle işçilere dair şu kemiksiz hakaretler karşısında iç soğutacak bir şeyler söylemekten kendisini alamıyor insan. Öyle bitirelim:

Çocukluk yıllarımızda tepki gösterdiğimiz bazılarına olur olmaz yerde ‘yavşak’ der çıkardık! Anlamını da bilmezdik doğrusu, sonradan öğrendik, bit yavrusuymuş meğer. Bilseydik bu kadar ‘hafif’ mealli olduğunu, kullanmazdık bile.

Şimdi adam akıllı öğrenmiş bulunuyoruz ki, tahtakurusu ne kadar ‘sıradan, olağan, katlanılabilir’ bir şeymişse, ‘yavşaklık’ da o kadar sıradan, o kadar olağanmış!

Yine de katlanılır gibi değil ama...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...