Hayatın ‘huysuzluğundan’ öğrenip ‘huysuz’ olabilmek!

24 Haziran seçimiyle, epeydir süren çelişkili bir durumun sonuna gelindi. Çelişki, rejimin anayasal biçimi ile fiili işleyişi arasındaydı. Eksikli gedikli parlamenter biçim, ‘tek adamcı’ işleyişin yarattığı fiili durumla zorlanıyordu. Bu çelişki çözüldü, ‘tek adam’ rejimi ‘hukuken’ de tamamlanmış oldu!

Adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen ama devlet yapılanmasında tepeden tırnağa değişiklikler öngören düzenlemelerle, her şeyin ‘Reis’e bağlandığı bir mekanizmaya ‘hukuki’ hüviyet kazandırılmış oluyor!

Erdoğan’ın yemin içmesiyle şefçi rejimin ‘resmen’ başladığı gün, ironi bu ya, Saatli Maarif Takvimi’nin 9 Temmuz sayfasında yer aldığı belirtilen Rousseau’nun şu sözü gündem oluyordu sosyal medyada:

“Yasama, yürütme, yargı iç içe geçmişse, özgürlükler garantide değilse anayasa yok demektir. Kuvvet kimdeyse o hakimdir.”

Teşbihte hata olmaz; 1700’lerden günümüz Türkiye’sine dair “Subliminal mesaj” mı veriyordu Rousseau abimiz?!

Üç yüzyıl sonra Türkiye pratiğiyle bir kez daha karşılık bulan Rousseau’nun denklemindeki sonuç, yani yasama, yürütme ve yargının ‘Şef’in şahsında iç içe geçmiş olması, iki yıldır süren OHAL’in artık kaldırılacağı “müjdesiyle” ambalajlanıyor bir de! Yarattığı fiili durumlara ‘hukuki’ kılıflar giydirerek yol alan iktidar, 15 Temmuz sonrası baş vurduğu OHAL’i de daha üstten ve elbette olağan (!) bir ‘hukuki’ zırhla konumlandırıyor. OHAL, ‘yeni’ rejimin içine sindirilerek olağanlaştırıldıktan sonra kalkıyor!

“Allahın bir lütfu” denilmişti, 15 Temmuz darbe girişimi için. Lütuflardan biri OHAL’in meşrulaştırılmasıydı. Şimdi Olağan OHAL (OOHAL) ile yol almaya devam...

‘Olağanüstü’nün olağanlaştığı bir dönemde herşey ‘normal’ artık!

13’üncü Cumhurbaşkanı’nın bir anda 1’inci Cumhurbaşkanı olması mesela...

Sıfırdan başlamış oluyorlar yani... Öncesi sıfır!

Bunun bir “kuruculuk” misyonu olduğunu anlıyoruz elbette.

Yeni bir tarih yazma gayreti...

Ama öncesini ‘temize çekme’ ihtiyacı da var.

Bagajda artık taşınamayacak o kadar çok şey birikti ki...

Her şey değişti, yeni başlıyoruz yolculuğa, uçmaya hazır mısın Türkiye?!

Değişen var, değişmeyen var oysa.

O taşınamaz haldeki bagajlar n’olacak peki?

Türkiye, üzerine çullanmış, omuzlarına bindirilmiş o enkaz yüküyle nasıl uçacak?

Hadi beşer şaşar, biz unuttuk diyelim, hayatın da yaşayan bir hafızası yok mudur; en unuttuk dediklerimizi döne döne hatırlatan...

Defolar üzerine inşa edilen her neyse, hayatın kendi mantığı içerisinde eninde sonunda kusulur, en olmadık zamanlarda gerçeğin kırbacı girer devreye...

“Yeni Cumhuriyetle şahlanmaya hazır ol” türünden ajitasyonlarla sunulan Saray’daki ‘yeni kuruluş’ töreninin hemen öncesinde Çorlu’da yaşanan “tren faciası” da böyledir işte.

“Yollar, köprüler yaptık, tüneller açtık, havaalanımızı dünya kıskanıyor...” diye diye pazarlama yapanların, raylarda yürütemedikleri trenlerde insanları ölüme ‘uçurmaları’, öyle tesadüfi falan değildir.

“Hiç övünmeyin, siz busunuz aslında” diyor hayat!

Mühendisliğiyle değil de müteahitliğiyle çalım satan bir sistemin defosu, 24 kişinin ölümü, yüzlerce insanın yaralanmasıyla kendisini faş etmiştir maalesef.

‘Değişen Türkiye’nin değişmeyen yüzü!

Elbette, canları sıkılmıştır bir an, ‘Yeni Türkiye’ müteahitlerinin!

Sonra da “olsun ama” demişlerdir içlerinden; “trenleri yürütemiyoruz ama atların canı sağ olsun!”

Öyle ya, “atı alanın Üsküdarı geçtiği” bir devri zamanda, trenler de varsın böyle ‘huysuzluklar’ yapsın artık, olacak o kadar!

O “huysuzluklar” hiç bitmeyecek oysa...

“Yeni” de denilse, bilmem kaç durulama suyundan da geçirilse, defolar bakidir, daha da birikmektedir.

Hayat da hep ‘huysuzluk’ yapmaya devam edecektir.

Mesele, bu ülkenin emekçilerinin, yoksullarının, ezilenlerinin hayatın o ‘çağıran’ dilini anlayabilmeleridir.

Hayatın huysuzluklarından öğrenip ‘huysuz’ olabilmeleri, “kuvvet bizde” diyebilmeleridir!

Evrensel'i Takip Et