10 Temmuz 2018 00:20

İfademdir

İfademdir

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sayın Mahkeme Üyeleri,

30 Temmuz’da 70. yaşımı dolduracağım. Tam bunun öncesinde mahkemenizin hakkımda önce yakalama emri, cuma günü de kırmızı bülten çıkarma kararı aldığını öğrenmiş bulunuyorum. Bunun benim için iyi bir doğum günü hediyesi olduğu pek söylenemez.

Umarım bu doğru çıkmaz.

Tam da yeni parlamentonun toplandığı, “yeni” bir sisteme geçildiğinin ilan edildiği günlerde.

Kırmızı bülten talebinin gerekçesi “bana ulaşılamaması”.

28. 10. 2011 tarihinde akşam vakti, kaldığım apartmanın kapısında adeta kaçırılıyormuşçasına gözaltına alınıp, Terörle mücadele şubesinin hücrelerine konulduktan sonra, çıkarıldığım savcılıkta ifade verip, yöneltilen suçlamaya gerekli yanıt vermiştim.

Yapılan suçlama o kadar saçma ve mesnetsizdi ki, daha önceki heyet tutukluluğumun 5. ayında daha mahkeme başlamadan yargı tahliyeme karar verdi, üstelik beni mahkemeden vareste tuttu.

Torba niteliğindeki, 200’den fazla kişinin salt yasal bir partinin akademisindeki konferanslara katıldığı için hocasından talebesine suçlandığı bu davanın diğer sanıklarının tümü de daha sonra serbest kaldı. Bu davanın soruşturmasını yürüten polis komiserlerinin, savcı ve hakimlerinin daha sonra, tutuklandığını ve şu anda hapiste olduğunu öğrendim. Sevinmedim. Ama hukukun bir gün herkese gerekli olacağını gösteren bundan iyi bir ders olabilir mi? Savcılık ifadesi  sizin için yeterli olabilirdi. Yeterli bulmayıp, hakkımda önce yakalama, sonra da Interpol’e yönelik bir çağrıda bulunduğunuz için, halen tutuklu olan savcıların yönelttiği ve sizin devraldığınız  suçlamaya, kamu önünde basın aracılığı ile yanıt vereceğim.

Hakkımdaki suçlama şu: “Bir terör örgütü ile bağlantısı olduğunu bilmem gerektiği”, yasal bir partinin akademisinin açılış resepsiyonuna katılarak ve kısa bir konuşma yaparak ‘uluslararası prestijim’ nedeniyle, terör örgütüne “yardım ve yataklıkta bulunmak”.

Bu kısa konuşmada, dünyada önemli siyasal partilerin kadrolarını eğitmek için akademiler kurduğunu, örneğin Almanya’da Sosyal Demokrat Partinin daha 20. yy. başında böyle bir parti okulunu kurduğunu, örneğin Rosa Luxemburg gibi büyük düşünürlerin ders verdiğini söylemiş, Hıristiyan Demokrat Partinin de böyle bir akademiye sahip olduğunu söylemiştim. Bu arada iktidar partisi AKP’nin de böyle bir akademisi olduğunu hatırlatalım. Öte yandan bizlerin tutuklanmasından sonra da BDP akademisi kapatılmadı, çalışmalarını sürdürdü, akademide dersler verildi. Bu dava, tamamen siyasal amaçla, seçmece olarak hazırlanmış, cunta dönemlerindeki “torba”, yani ilgili ilgisiz bir sürü insanın toparlanıp suçlandığı dava örneklerinden biri idi. Özellikle hazırlayanların ve yürütenlerin tutuklanmasından sonra düşmesi gerekirken, “ne olur ne olmaz” gerekçesi ile dosya kapatılmadı, el altında tutuldu ve bu günlere geldik. Bir gazeteci ve insan hakları savunucusu olarak benim de hayatım yargılamalarla geçti. Bu Türkiye’de basının kaderidir. Emniyetin Basın Masası memurları ile neredeyse yüz göz olunur. Davalar tutuklama olmadan sürer giderdi. Ama o günler bile aranır oldu.

Gazeteciliğe 1969 yılında, haftalık ANT dergisinde başladım. Daha o yıl “milli” oldum. İlk davam açıldı, 21 yaşında. O zamanın belalı maddesi, TCK. 142 idi. Ve 70. yaşıma devam eden davalarla giriyorum.

TCK 141-142 maddeleri, 1991 yılında, benzer biçimde İslami çevrelerin belası olan 163. madde ile birlikte kaldırıldı. TCK 141-142. Maddenin kaldırılmasına, 1974 affında 163 madde mahkumlarının affına evet deyip, 141-142. maddenin af kapsamı dışında bırakılmasını sağlayan koalisyon üyesi MSP lideri Necmettin Erbakan, 1991 yılında bu maddelerin birlikte kalkmasına evet demişti. Çünkü demokrasiye, sivil haklara herkesin ihtiyacı olduğunu 1980 darbesinden, siyasal hakları kısıtlandıktan sonra farketmişti.

Mahkemelerdeki savunmalarımda, sorunun antidemokratik yasalardan kaynaklandığını, hakim ve savcıların iradesinin kısıtlandığını, ancak hakim ve savcıların elinde Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası belgeler olduğunu ve bunların da “kanun hükmünde oldukları için” ulusal hukukun bir parçası olması gerektiğini hatırlatmışımdır.

Yargının ideolojik ve siyasal kaygılar ile hareket etmemesi gerektiğini , hukuk mesleğinin ilkeleri çerçevesinde davranması gerektiğini ifade etmiştim.

Hatta Uluslararası Hakimler Birliğinin, 28 Şubat günlerinde hazırlattığı, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Hakim ve Avukatların Bağımsızlığı” adlı raporu 2001 yılında, elinizdeki dosyada birlikte sanık olduğumuz oğlum Deniz’e tercüme ettirip yayınlamıştım. Aradan geçen 17 yıl sonra aynı konunun tartışma mevzuu olması acı verici.  “Özgür Gündem” gazetesinin, hiçbir zaman toplanmayan “Danışma Kurulu”nda adım yer aldığı için açılan ve “müebbet hapis” talebi ile yargılandığım davada mahkeme, geçtiğimiz haftalar içinde  hakkımdaki  yakalama emrini kaldırmış ve suçlamalara İsveç’ten yanıt vermemi kabul etmiştir. Bunun belgelerini avukatım iletecektir.

Müebbet talebi ile yargılandığım davadan yakalama emri kaldırılıyor, 5 yıl istenen bir davadan bırakın yargılamayı, kırmızı bülten talep ediliyor. Yaklaşık 5 yıldır İsveç’te yaşamaktayım. 5 aylık haksız  ve gerekçesiz tutuklanmanın sağlığımdaki tahribatını sağaltmak 2 yılı aldı. Benzeri muameleyle karşılaşan Özgür Gündem davasından birlikte yargılandığımız Aslı Erdoğan hâlâ ciddi sağlık sorunları ile uğraşıyor.  Sağlık nedeniyle, gelmem mümkün değil. Kusura bakmayın.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...