10 Haziran 2018

'Müktesebat solculuğu'na dair seçim notları...

Seçime iki hafta kaldı...

Tamamen kurumsallaşmak amacıyla baskın seçimi dayatan ‘Tek adam rejimi’ öngöremediği bir kriz ihtimaliyle karşı karşıya. En azından Meclis’te azınlığa düşme ihtimali giderek güçleniyor.

Saray mahfillerinde telaşlı bir savunma psikolojisi hakim. Ancak kara mizah konusu olabilecek tutarsızlıklarla durumu kurtarmaya çalışıyorlar. ‘Millet kıraathanelerinde ücretsiz çay ve kek’, en parlak vaat durumunda şimdilik! En az onun kadar ‘iknâ edici’ olan bir diğeri ise “Seçim sonrasında OHAL’in kalkması durumu söz konusu olabilir” açıklaması... Daha üç beş gün önceki seçim bildirgesinde OHAL’ın süreceğini vurgulayabilmiş o ‘özgüven’den eser kalmamış belli ki...

Kapıya dayanmış bu yenilgi ihtimalinden kurtulmanın tek yolu var:

HDP’nin baraj altında bırakılması!

Bunu herkes biliyor ama maalesef sol nüfusa kayıtlı (örgütlü-örgütsüz) bazıları bilmezlikten geliyor ya da açıkça ‘bizi ilgilendirmez’ diyebiliyor.

Onları ilgilendiren, ‘her ahval ve  şeraitte’ geçerli olan ‘müktesebat’ doğruları...

Üzerinde kuluçkaya yatıp korumaya alındığı var sayılan o ‘doğrular’ dışındaki siyasal bağlamlar, dolayımlar ilgilendirmiyor müktesebat solcusunu...

Türkiye’nin güncel siyasal haritasında, HDP’nin barajı geçmesinin ‘kilit’ haline gelmiş olması, hiç ihtimal verilmeyecek çevrelerde bile kabul görebiliyorken hem de...

Çokça türü var: “Diktatörler sandıkta yenilmez”, “Başkanlık rejimi de burjuva egemenlik biçimidir, farketmez”, “AKP gider bir diğeri gelir, sömürü düzeni değişmedikçe ne farkeder ki?​”, asıl önemli olanın ‘devrim ve sosyalizm’ olduğuna dair (ki devrim ve sosyalizm davasını karikatürize eden) o bilindik çağrıştırmalar, vb…

HDP’nin pozisyonuna mı vurgu yapıyorsun, CHP’nin Saray’ı zora sokan hamlelerini mi önemsiyorsun, Saadet’in AKP’ye itirazı küçümsenmemelidir mi diyorsun, yanıt hazırdır:

Bırakın bu parlamenterist hesapları!

Giderek irtifa kaybetse de öyle ya da böyle ülke solunda hep izleri olan ‘semptomlu’ bir eğilim bu.

Bu köşede hemen her seçim dönemi bu eğilimle tartışıldı. Kürt siyasetiyle yanyana gelmeyi, seçim ittifakı yapmayı ‘teoriye’ aykırı gören, ‘müktesebata’ uygun bulmayan, bir tür ‘sosyalistlerin kendi kaderlerini tayin hakkı esastır’ mottosundan ödün vermeyen bir çok çevre zamanla HDP listelerinde yer alabildi. Olgunlaşma sürecidir sonuçta, hayat öğretiyor. Ama bir tek oyun bile sonucu belirleyebileceği bugünkü hassas denge, irtifa kaybetse de hâlâ süren müktesebat solculuğunu konuşmayı gerektiriyor yine de.

Mesaisini, Erdoğan ile diğer adaylar arasında fark olmadığını, hepsinin de ‘burjuva siyasetçisi’ olduğunu ispat etmeye hasretmek mesela... Buradan hareket eden bir yaklaşımın, çok devrimci görünse de, ‘keskin sirke’ bile olamayacağı açık değil mi?

Bugün için Saray-MHP iktidarının geriletilmesi mi öne çıkarılmalı, yoksa ‘hepsi aynıdır’ ajitasyonu mu?

Neymiş?

AKP iktidarının seçimlerle yenilebileceğini söylemek  parlamentarizm”miş! Böylesi bir imkân ve olasılığın hiç olmadığında diretmek, apolitik bir pasifizmin kıyılarından nihilizme kadar savurmaz mı insanı?

Koşullar ve tarihin şekillendirip önümüze koyduğu imkân ve olasılıkları değerlendirmek dışında, sihirli kalıplara pek de ihtiyacı yoktur politik mücadelenin. “Yüklenelim, bu zalimleri geriletebiliriz, bunun için de HDP’nin barajı geçmesi gerekiyor” demenin neresi parlamentarizmdir? Kitleler devrim için ayağa kalkmış da parlamenter rüyalarla alıkonulmuyor herhalde.  

24 Haziran’da oylanan sömürü düzeni değildir ve ülkede devrimci durumdan da bahsedilemez. AKP iktidarının öylesine genel geçer bir burjuva iktidar olmadığı, özgünlüklerinin olduğu gerçeği bir yana, ‘hepsi aynı, fark etmez’ tavrı, nesnel olarak ‘Saray’ karşısında tarafsız kalmaktır.  

Faketmez mi? AKP-MHP’nin kaybetmesi; toplumun uzunca bir kabustan uyanmasını tetikleyecektir. Yılların AKP hegemonyası altında gözleri bağlanmış işçi ve emekçi kitlelerin çözülerek farklı arayışlara yönelmesi imkânını ortaya çıkaracaktır. Laiklik hedefi bakımından ve Kürt sorunu ve barış öncelikli siyasal mecra açısından farklı alternatif ve olanakların doğması mümkün olabilecektir. Yine, Kürt siyaseti ve Kürt seçmenler ile örneğin CHP ya da batının seküler kitleleri arasındaki yakınlaşma imkân ve olasılığı devrimci sınıf siyasetini nasıl ilgilendirmez?

Bunlar az şey değildir herhalde.

Ama kendisine sorulan “HDP barajı geçmeli midir?​” sorusuna, “Bu sorunun muhatabı ben olamam, HDP’liler ve ona yakın olanlara sorun” diye yanıt verebilen bir ‘komünist parti’ yöneticisinin böylesi ‘detaylarla’ ilgilenmesini bekleyemezsiniz tabii ki! Ona göre, “HDP’ye başka partilerin oy vermesi ahlaki değildir.” Zaten, “Kürt meselesinin çözümü de sosyalizmde bir anlık bir iştir...”!

Değil mi efendim, bu kadar basit işte!

Yeterince sıkıcı bir konu zaten, fazla da konuşmayalım...

Kurumsallaşma arayışındaki faşizm yöneliminin ortaya çıkardığı ‘özgünlükleri’ gözetmeyip sözüm ona ‘teoriye’ abanıp ‘geleceğe kaçan’ müktesebatçı doğmatizm yerinde saysın bakalım.

Biz ‘Tek adam rejimi’nin çarkına çomak sokmakla uğraşalım.

Hem öncesinde hem sonrasında, ortaya çıkan ve çıkacak olan sonuçların dünya görüşümüze, teorimize, ilkelerimize hiç de halel getirmeyeceğini bilerek...

Doğrularımıza güvenelim ama onları ‘korumak’ için üzerinde kuluçkaya yatmayalım...

Evrensel'i Takip Et