19 Mayıs 2018 23:16

Gazeteciler milletvekili olmalı mı?

Gazeteciler milletvekili olmalı mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Basın tarihimizde milletvekili olan çok sayıda gazeteci var. Nilgün Gürkan “Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın (1945-1950)” adlı kitabında Cumhuriyet’in ilk yıllarında hükümeti destekleyen kimi gazetecilerin milletvekilliği ile ödüllendirildiğini, sürgüne yollanan muhaliflerinse aç kalmamaları için çeşitli memuriyetlere atandıklarını yazar. Bugünle kıyaslayınca daha insaflı bir politika olduğu söylenebilir.

Gazetecilikten milletvekilliğine ya da siyasi danışmanlığa geçiş ve ardından geri dönüş oldukça tartışmalı bir konu. Gazeteciliğin olmazsa olmaz “temas-mesafe” kuralına aykırı. Hele ki gazeteci bunu bir “terfi” olarak görüyorsa durum daha da sakıncalı. Daha önceleri siyasi kariyer hedefinin Türkiye’de gazeteciliğin bir meslek olarak görülmemesinde önemli bir rol oynadığını belirten tespitler yapmıştım. Geçmişteki kimi örnekler üzerinden hâlâ bazı gazetecilere “aktaran” konumunda olmanın yetmediğini söyleyebilirim. Ancak son yıllarda yaşadığımız temelde demok-rasi özelde ifade ve basın özgürlüğü krizleri, tüm indekslerde dibe vurmamız fikrimi biraz değiştirdi. 25. dönemde yani 7 Haziran seçimlerinde HDP’den bir, CHP’den 6, AKP’den 8 gazeteci ve/veya köşe yazarı milletvekili seçildi. Maalesef herhangi bir faaliyette bulunamadılar, hükümet kurulamadı, bu arada çözüm süreci sonlandı, yeniden seçim kararı alındı. 1 Kasım seçimlerinde HDP’den dört, CHP’den altı, AKP’den 14 toplamda 24 gazeteci ve yazar milletvekili seçildiler. Sansürün “normalleştiği”, giderek artan sayıda gazetecinin cezaevine girdiği şu son üç yıllık süreçte CHP ve HDP’den milletvekili olan gazetecilerin bazılarının basın özgürlüğü mücadelesine verdiği destek yadsınamaz. Eylemlere katıldılar, davaları takip ettiler, gazetecileri cezaevinde yalnız bırakmadılar. Medya politikalarına ilişkin raporların hazırlanmasına ön ayak oldular, uluslararası kurumların desteği için aracı oldular.

İktidar partisi listelerinden milletvekili seçilen gazeteciler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Aralarındana yalnızca Mehmet Metiner’i bir kez Silivri’de Cumhuriyet davasını izlerken görmüştüm, yanlış hatırlamıyorsam çok uzun kalmadı. Çoğu milletvekili olduktan sonra da köşelerini bırakmamayı tercih ettiler. Basın özgürlüğündeki geriye gidişe dair tek kelam etmediler. Milletvekilliği ve köşe yazarlığını birlikte yürütmek ayrıca etik bir sorun, ülke yönetmeye talipseniz yeriniz Meclis. Enerjilerini en azından Meclis TV’nin kapanmaması için harcasalardı hepsinin fikirlerini duyma imkanı bulurduk.

YENİ BİR MEDYA DÜZENİNE, GERÇEKÇİ POLİTİKALARA İHTİYACIMIZ VAR

7 Haziran seçimlerine girerken HDP’nin barajı aşması çok önemliydi, tıpkı bugün olduğu gibi. O dönem Tuğrul Eryılmaz önderliğinde bir grup gazeteci YüzdeOn adlı haftalık bir internet gazetesi çıkarmaya başlamışlardı, üç yıl önce tam da bu günlerde. Nitelikli ve umut dolu bir mecmuaydı. Ben de bir-iki yazıyla katılmıştım. “Son yıllar medya üzerindeki baskılar açısından olduğu kadar medya içerikleri açısından da tanık olduğumuz en kötü dönem” demişim ilk yazımda, ki o sırada hapisteki gazeteci sayısı 24’müş yani daha bir şey görmemişiz. 1 Kasım seçimleri sonrasında sayı 31’e yükselmiş, Erdoğan’a hakaretten mahkum olan gazeteci sayısı bir önceki yıla oranla 10 kat artmış (Rakamlar Erol Önderoğlu’nun BİA Medya Gözlem Raporlarından).

Bugün hapisteki gazeteci sayısı en az 174, ülke dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönmüşken Cumhurbaşkanı halen onların gazeteci değil “terörist” olduğunu iddia ediyor. En büyük medya grubu ibretlik biçimde el değiştirdi, seçim dönemi haber yapmak yerine “Hangi gazeteciyi işten çıkardığı, hangi programı kaldırdığı” ile kendisi haber oluyor. Pozisyonlarını kaybedeceklerinden korkanlar her zaman olduğu gibi kraldan çok kralcı. Cumhur İttifakı dışındakilere televizyonda yer yok. TRT’ye vergilerimizi helal etmiyoruz ama unutmayalım diğerleri de vergilerimizle yaşıyor, kamu bankalarından o krediler, ihaleler boşuna verilmedi. Ve meydanlarda “Medya patronları cesur olsunlar” diye bağırınca medya patronlarına cesaret gelmiyor. Şu kısa süreç gösterdi ki Demirören’de Aydın Doğan’daki “mış gibi” yapacak acesaret dahi yok.

Medyada çeşitlilik, demokratik tartışma özgürlüğünün olmaması yaşadığımız krizlerin ve çözüme dair umutsuzluğun en önemli nedeni. Nasıl bir medya düzeni içinde yaşamamız gerektiği, RTÜK’ün yapısı, işleyişi, TRT’nin, Anadolu Ajansının birer propaganda aracına dönüşmesi, Basın İlan Kurumunun resmi ilan kayırmacılığı, Basın yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü eliyle “bahşedilen” ya da iptal edilen basın kartları, keyfi engellemeler, sendikasızlaştırma, güvencesiz çalıştırma… Hepsi aslında hepimize değen, haber alma, tartışma özgürlüğümüzü kısıtlayan sorunlar. Türkiye’nin basın özgürlüğü sorunu, en önemlisi o olsa da, hapisteki gazetecilerden ibaret değil. Mecliste sesimizi duyuracak, medyaya dair gerçekçi politikalar üretecek, bizi muhatap alacak vekillere ihtiyacımız var. Geçen hafta Ahmet Şık, Faruk Balıkçı, Murat Aksoy gibi gazetecilerin aday adayı olduğu haberini aldık. Kaçırdığım isimler varsa affetsinler ancak adı geçenler basın özgürlüğü adına ciddi bedeller ödediler, ödemeye devam ediyorlar. Başlıktaki soruya tek bir doğru cevabın olmadığı, gazetecileri basın özgürlüğü için politika üretmeye mecbur bırakan bir dönem bu. Risk alma cesareti gösterdiler, yolları açık olsun.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...