‘Dikensiz gül’ meselesi!
Fotoğraf: Envato
Tek adam rejimi böyle bir şey işte. Dikensiz gül bahçesi olsun derken, hep bir diken üzerinde oturma hali. Şöyle huzur içinde karşısına geçip görmek istediği o ‘çöl manzarasını’ ağız tadıyla seyredebilmek, ‘ohh ya, işte bu’ deyip rahatlamak ne mümkün! Tam bir ‘baskın basanındır’ fırsatçılığıyla karar verilmiş ve ‘çantada keklik’ gözüyle bakılan ‘kuşluk vakti seçim’ arefesinde de aynı durum...
CHP’nin ’15 vekil’ çalımıyla İyi Parti’yi seçime dahil etmesinin şoku yetmedi, üzerine ‘ev içinde’ nüksetmiş ‘Gül’ evhamıyla uğraşmak da eklendi. Gerçi yeterince uysal ve korkaktı, epeyce de örselenmişti ama yine de Allah muhafaza, mahalleden üç beş puan gitmesi bile işleri berbat edebilirdi. Dikenleri çoktan sökülmüş ‘dikensiz Gül’ bile can sıkıcıydı!
Teyakkuza geçildi. ‘Tek adamlık’ yolunda, tüketim tarihi geçmiş olup da sağa sola fırlatılmış ‘eskiler’ hatırlandı. Huzura çağrıldı, kendi ağızlarından kamuoyuna yansıtılan sözler alındı, mesajlar verildi. Hatırlananlar ise hatırlandıkları için epeydir unuttukları o sırıtan yüz ifadelerini kuşanıp ‘evde huzur berkemal’ fotoğrafı verdiler. ‘Reise bağlıyız, başka tarafa bakmayız’ diye tekrardan biatlarını bildirdiler. İçleri kan ağlıyordu belki ama el mahkumdu; hem siyasal hem bireysel kimliklerini emanet ettikleri o çarkta böyle yamuk yumuk ucubelere dönüşmekten başka bir akıbet yoktu çünkü. Ağır deformasyon, sefalet ve trajedileri sürüyordu yani...
***
Hatırlıyoruz değil mi, Bülent Arınç’ın ünlü repliğini; “ben bu partinin kurucusuyum, benim bir özgül ağırlığım vardır...”
Çoktan yerçekimsiz bırakılmış o ‘özgül ağırlık’tan geriye, Saray’ın kapısından çıkarken kameralara sırıtan bir ‘algı oluşturma-değiştirme’ nesnesi kalmıştı sadece! Gül de durumdan vazife çıkarsın görüntüsünden ibaret bir ‘yeniden tüketim’ nesnesi...
Bir diğeri ise malûm ‘derinliğiyle’ ünlüydü ve ama çoktan derinliklere gömülmüştü! Evet, onun trajedisi daha derindi! Hikâyesini hep hatırlayıp hatırlatmak lazım ki kulaklara küpe olsun:
Bir Başbakan düşünün ki, yüzde 49 buçuk oy aldıktan hemen beş ay sonra, çantası eline verilip evine gönderilsin! “Hamdolsun ki milletimiz istikrarı seçti” diye çalım satıp duruyorken 1 Kasım seçimleri sonrası, beş ayda gayet ‘istikrarlı’ bir şekilde siyasetten el çektirilsin!
Gerekçe neydi peki? ‘Düşük profilli’ bir başbakan gerekiyormuş denildi! Yani yüksek profilliymiş de ondan kıymışlardı “derin Hoca”ya? Elli kişilik parti yönetiminde 48 kişinin kapıyı gösterdiği, kovulduğu kapının önünde, “ah şu refikler olmasaydı” diye ağlayan ama “Reisimin onuru onurumdur, laf etmem” diye kem küm eden Davutoğlu’nun ‘profilini’ biz zaten biliyorduk da o farkında değildi herhalde. “Stratejik derinlik” ustası diye tedavüle sokulup ‘pelikan’ kanadıyla siyaset dışına süpürülen ‘Hoca’, kaç zaman sonra hatırlanıp da “Erdoğan benim de adayımdır” diyerek kendisini hatırlattığında, ‘profilsizliğin’ nasıl bir şey olduğuna bir kez daha tanık oluyorduk biz faniler...
Tıpkı, “Çok mutlu ve çok huzurluyum, son başbakan ben oldum” sözleriyle teselli arayan ‘son Başbakan’ gibi... Referandumda “evet deyin ki bu abidik kubidik başbakanlar olmasın bi daha” diye meydan meydan dolaşıp oy isteyen Başbakan...
Şimdi çok mutlu ve huzurlu olmasının nedeni yeterince anlaşılıyor olsa gerek!
***
Dönelim ‘Dikensiz Gül’e yeniden...
27 Nisan Muhtırası’nın yıldönümünde, “havuz başı”nda yeşerip ekranlara tünemiş akademisyen sıfatlı bir yeni yetme, “27 Nisan e-Muhtırasını lanetleyerek konuşmama başlamak istiyorum” diyordu. İroni bu ya; tam da o gün Genelkurmay Başkanı’nın Saray sözcüsüyle birlikte Abdullah Gül’ü ziyaret ettikleri haberi konuşuluyordu! Bir gün sonra, Gül’ün “geniş mutabakat oluşmadı, adaylık tartışmam bitmiştir” mealli açıklamasında bu konuya hiç değinmemesi, söz konusu görüşmenin doğru olduğunu özellikle teyit etmekten başka bir şey değil. Genelkurmay Başkanının bu oldukça manidâr görüşmesi, dediğimiz gibi zaten dikenleri yeterince “purtlanmış” Gül’ün aday olup olmamasından çok daha önemlidir aslında. e-Muhtıra kadar skandaldır, ibretliktir ama burası ‘tek adam’ Türkiyesi!
Gül’ün payına ne düştüğünü az çok tahmin edebileceğimiz bu ‘ziyaretten’, başkalarının payına düşen dersler de olmalıdır. Dar parti çıkarlarının ötesinde bir seçim formülü için gerçekten çırpınan Kılıçdaroğlu mesela... Afrin harekâtını değerlendirirken, “TSK, siyasetin yanlışlarını düzeltiyor” demişti ya kendisi. Yeterince anlaşılıyor olsa gerek; TSK’nın “düzeltmeye çalıştığı” başka “yanlışlıklar” da varmış demek ki!
“Dikensiz gül bahçesi” arayanların o bitimsiz huzursuzluğundan kendisine vazife çıkaranları biraz daha tanımak gerekiyormuş!
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53