28 Şubat 2018 01:18

21 yıl sonra 28 Şubat

21 yıl sonra 28 Şubat

Fotoğraf: Envato

Paylaş

28 Şubat 1997’de yapılan uzun Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında açıklanan kararlar, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan ve iktidardaki RP-DYP koalisyonu için sonun başlangıcı olmuştu. Generaller icraatlarını, ‘irtica ile mücadele’ ile gerekçelendirerek siyasal alanın dizaynına girişirken, medya, rektörler ve yargı da bu amaç etrafında harekete geçirilmişti.

4 Şubat’ta Sincan’da generallerin bir kararlılık ifadesi olarak tanklarla geçiş yapılmış, ancak, diğer askeri darbelerden farklı olarak bu süreçte askerler yönetime doğrudan el koymak yerine, amaçlarını ‘sivil’ enstrümanlarla hayata geçirmeye çalışmıştı. 28 Şubat’a ‘postmodern darbe’ denmesi de buradan kaynaklanıyordu.

O dönemi bugünden değerlendirdiğimizde, her iki dönemin hakim özellikleri arasında ilginç kesişmeler olduğunu görüyoruz.

Örneğin ‘andıç’, 28 Şubat müdahalesi ile en çok hatırlanan yöntemlerden biriydi. 24-25 Nisan 1998 tarihli bazı gazetelerde PKK yöneticilerinden Şemdin Sakık’a ait olduğu iddia edilen ifadeler yayınlandı. “Akın Birdal’ın PKK ile ilişki içinde olduğu, Apo ile defalarca telefonda görüştüğü, Apo’nun kendisine para gönderdiği ve ‘O benim Türkiye’deki tabancamdır’ dediği” manşetlerde yer alırken, Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar da hedefe konulan diğer isimler oldu.

Bu ifadeleri, ilk yayımlayanlar Kanal D, Hürriyet ve Sabah olurken, Hürriyet’in o dönemki başyazarı ve uzun süre Basın Konseyi Başkanı olarak görev yapmış olan Oktay Ekşi, bu andıçtan hareketle ‘Alçakları Tanıyalım’ diye yazı yazdı.

Kısa bir süre sonra, 12 Mayıs 1998’de İHD’nin Ankara’daki genel merkezine gelen iki kişi, dernek başkanı Akın Birdal’a kurşun yağdırmış ve vücuduna 6 kurşun isabet eden Birdal, ölümden dönmüştü.

Daha sonra Sakık’a atfedilen o ifadelere eklemeler yapıldığı ve bütün bu hedef göstermelerin bir kurgu ile gerçekleştirildiği ortaya çıktı. 

Bugün ise, darbe ile mücadele söylemini sık sık öne çıkaran ve 28 Şubatçıları da yargılayan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Ancak, ‘andıç’ yönteminin bu dönemde de çeşitli biçimlerde sürdüğünü görüyoruz. Örneğin, 5 Temmuz 2017 günü, Büyükada’da bir otelde toplantı halindeki hak savunucularının, yapılan polis baskınıyla gözaltına alınması ve iktidara yakın gazeteler tarafından ‘casusluk’ gibi ifadelerle bir isyan örgütleme hazırlığı içinde olmakla suçlanmaları aynı ‘andıç’ mantığının ürünüydü. O baskınla gözaltına alınan hak savunucularının tümü daha sonraki süreçte tahliye olurken, o karalama manşetlerine de ‘İşlevini yerine getirmiş’ dönemsel enstrümanlar muamelesi yapıldı. 

Aynı süreçte, Cumhuriyet davası kapsamında tutuklu olan meslektaşlarımızla dayanışma örgütlemek için bir grup gazeteci olarak oluşturduğumuz ‘24 Temmuz’da Birlikte Özgürüz’ Whatsap grubu da ‘24 Temmuz planı çöktü’ gibi başlıklarla iktidara yakın gazeteler tarafından manşetlere taşındı. Gruptaki gazeteciler hedef gösterilirken, bazı arkadaşlarımız da fotoğrafları basılarak ve kendileriyle ilgili itibarsızlaştırmaya yönelik başka ifadeler de eklenerek hedef gösterilmişti. Bu adı, hem Cumhuriyet davasının başlangıç tarihi, hem de Türkiye’de sansürün kaldırılış tarihi olarak ilan edilen gün olması nedeniyle seçtiğimizi bu karalama kampanyası sırasında da söylemiştik. Yalana dayalı bu andıç niteliğindeki haberleri yayınlayan gazeteler hakkında tek tek suç duyurusunda bulunduk. Savcılar da bize, o haberlerin ‘ifade özgürlüğü’ kapsamında olduğunu öne sürerek yanıt verdiler.

28 Şubat döneminde, varlığı demokratik teamüller açısından kabul edilemez olan Batı Çalışma Grubu vardı, bugün de, birebir aynı işlevi görmese de, yine demokrasilerde varlığı kabul edilemez olan SADAT var.

O dönem eylemlerini ‘Demokrasiye balans ayarı yaptık’ diye savunan generaller vardı, bugün de, ciddi usulsüzlükler nedeniyle sonuçlarına itiraz edilen referandum sonuçlarını ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ diye savunan bir cumhurbaşkanı var. Üstelik Üsküdar’ı da kaybetmiş olmasına rağmen.

O dönem siyasal alan, çeşitli siyaset dışı mekanizmalar kullanılarak dizayn edilmeye çalışılıyordu, bugün de Meclisin üçüncü partisinin eş genel başkanları ve milletvekilleri yargı mekanizması aracılığıyla tutuklandı. Son ittifak düzenlemesi bile, iktidar gücünü kullanarak siyasal alanın iktidar lehine dizaynının bir enstrümanı olarak devreye sokuldu.

Bugün Türkiye cezaevlerinde o dönemle kıyaslanamayacak kadar çok gazeteci ve siyasetçi var. Rekor düzeyde televizyon kanalı, gazete ve internet sitesi kapatıldı, mallarına el konuldu.

28 Şubat bir askeri darbe olduğu için, varlığı kısa sürmesi gereken bir dönem olarak görülüp eleştiriliyordu, bugün ise bir darbe döneminin özellikleri sivil bir iktidarın pratikleriyle devreye sokuluyor.

Daha sayalım mı?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa