03 Aralık 2017 00:15

Kazım...

Kazım...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir Çerkes atasözüdür: “Atı kaybolanın kulağından at sesi gitmez!..” 

Yanımızda, yakınımızda olup da alışıp kanıksadığımız bazı şeylerin nasıl da hayatımızın değerli parçaları olduğunu yitirdiğimizde anlıyoruz çoğu kez. Onlar sonsuza kadar öyle hemen şuracığımızda duracaklarmış gibi gelir insana. Kaybedince, insanın böğrüne çöken o boşluk, acı bir farkındalık da yaratıyor aynı zamanda. Gerçekte neyi kaybettiğimizi, kaybettiğimizde anlıyoruz! Hayatın bir ironisi olsa gerek bu. Nasıl bir değerden ya da güzellikten yoksun kaldığımızın tam anlamıyla ayırdına varabilmek, onu yitirmekle mümkün olabiliyor!

Kazım Ünlü de onu tanıyan herkesin hayatına katılmış bir değer ve güzellikti. Soyadı gibi öyle ‘ünlü’ falan da değildi. Zamansız koptuğu hayatının son deminde, “ihraç edilmiş” sendika yöneticisi bir devrimci öğretmendi Çorlu’da... Öncesinde, sendikal faaliyetlerden dolayı sürgün gelmiş ama hemen ‘nerde kalmıştık’ deyip sendika yöneticiliğini devralmış bir devrimci öğretmendi Bartın’da... Daha öncesinde, 90’lı yılların Dersim’inde ateş çemberi içinde sendika yöneticiliği ve devrimcilik... Daha daha öncesinde, üniversite yıllarında devrimci bir öğrenci... ’80 öncesinde Elazığ’daki liseli yıllarında şöyle bir tanıştığı ‘siyasal çevresini’ üniversite okumak için geldiği İstanbul’da arayan ve ilk bulduğuna “ya  ciğerim, sana ulaşmak için bi tünel kazmadığım kaldı” deyip espriyi patlatan tıfıl delikanlı... 

İnişleri çıkışları, acıları sevinçleri, krizleri coşkularıyla geçen 54 yıllık kısacık ömür. Ki bazı insanlar için yüz yıl bile kısadır, hep yaşasa denir ya, öyle biri işte... Gülen güldüren, coşan coşturan, konuşan (bazen çok konuşan!) konuşturan (kafaya taktıklarını fazla konuşturmayan!), içen (iyi içen, hoş içen!) içiren muhabbet ustası Kazım... Arkadaşlığı da yoldaşlığı da mücadeleyi de daha eğlenceli hale getiren bir keskin mizahçı... Dersim’in asiliğini Elazığ’ın o kendine özgü ironik eleğinden geçirip sentezleyen, “yaw he he”ci Kazım... Siyaset konuşurken de günlük sıkıntılarını anlatırken de güldüren, Kürtçe-Türkçe bir dilbaz... Şimdi yokluğunda, acı ve özlemle hatırlanırken bile gülümseten ‘omuzbaşımızdaki boşluk’...

Onu tanıyanların ardından yazdıklarını, paylaştıklarını duysa, muhtemelen “yaw he he, ben neymişim  böyle, bırakın dalga geçmeyi” diyecek olan bu “filim adam” haklıdır aslında. Nereden bilecek kendisinin nasıl bir boşluk bırakıp gittiğini? Biz onun dostları arkadaşları da bilmezdik ki Kazım’ın hayatımızdaki yerini; kanıksadığımız, farkında ol(a)madığımız güzelliğini?...

Şimdi ondan yoksunuz ya artık, sağdan soldan sökün eden anılar, anlatılar nasıl eksildiğimizi yüzümüze çarpıp duruyor işte:

“Canım öğretmenim ilk dersimize girdiğiniz gün dünmüş gibi aklımda. Hani klasiktir, öğrenciler ilk tanıştıkları öğretmene nerelisiniz diye sorarlar ya... Biz size sorduğumuzda ‘dünyalıyım’ demiştiniz. O gün ilk dersimizde, bu tek kelimeyle bize hayat dersi vermiştiniz ve ben sonraları ilk tanıştığım kişilere hiçbir zaman ilk olarak bu soruyu yöneltmedim...”

“Sevgili hocam, gelemedim bugün seni uğurlamaya, vedalaşmak istemedim... 4 yıl öğretmenliğimi yaparken, senden sadece coğrafya öğrenmedim. Lisede dergi dağıtmayı, ilk sokak eylemine seninle gidişimizi, Emek Gençliği okulda nasıl çalışma yürütmeli... senden öğrendim. Devrimci öğretmenimdin yoldaşım oldun, can abim oldun...”

“Biriyle konuşurken, ‘tamam öyledir ama öyle değil, biraz konuşalım’ diye başlarsa, herkes bilirdi ki Kazım Hoca bu konuda karşısındakini iknâ etmeden bırakmayacak. Görüşü ne olursa olsun herkesle bir şekilde temas kurardı. Ölümünün arkasında okulda bir Türk Eğitim Sen’li ülkücü öğretmen, ‘Çok güzel bir insandı. Sabaha kadar uyuyamadım. Onlar FETÖ’’yle cilvelesirken, Kazım hoca FETÖ’yle mücadele ediyordu’ dedi.” 

“Sevgili dostum, seninle ilgili ne yazayım ne söyleyeyim ki? Sendikacılık bilgini mi? Hatipliğini mi? Mücadelemizde yeri doldurulamaz katkını mı? İşyerlerini aralıksız gezmelerini mi? Eylemleri mi? Ya da sendikal atışmalarımızı mı, küslüklerimizi mi... İyisi mi acemi hoşgin oyunculuğunu yazayım. İçtikten sonra halaylarımızı, senin halaybaşılığını... Şimdi ben ne yazayım? Öldün mü diyeyim, ne diyeyim?...”

“İhraçtan sonra kendisine yapılmak istenen ekonomik yardımları ‘ayrımcılık’ diye kabul etmeyen, sendikanın dayanışma fonuna katkı yapmamızı isteyen bir yoldaştı...”

“Kazan dairesinde bile sendikal faaliyet yürütmeye giderdi... Ben iyi eğlendim onunla. Kavga dövüş...”

“En son okul ziyaretleri yaptığımızda onun okuluna da gitmiştik. Öğrencileri sarılmış, ‘ne zaman döneceksiniz hocam?’ demişlerdi. Bugün okulundan Elazığ’a toprak gönderildi...” 

“Gitmişsin sen de...En berbat durumlarda bile ağız dolusu gülebilen, güldürebilen canım arkadaşım, yoldaşım... ‘Bişe olmaz, bişe olmaz ciğerim’ diyordun, ama bak öyle bir şey oldu ki ciğerim, yoksun sen...”

“Mücadeleye kattığın her şey için teşekkürler Kazım Hocam, seni hiç unutmayacağız. Sadece seni değil, kalbini durduracak kadar yoranları da unutmayacağız...”

Son söz Kazım’ın, partisi EMEP’in Elazığ kongresindeki, son konuşmasından olsun: “Bizi kamudan ihraç edebilirler ama mücadelemizden asla ihraç edemezler. ‘Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek, yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek’...” 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...