28 Ekim 2017 23:24

Ana dilin yasaktır

Ana dilin yasaktır

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir bebek doğduğunda herhangi bir dili konuşmaya hazırdır. Onu karşılayan ev ortamında konuşulan dili edinmesi için herhangi bir özel çaba gerekmez. Eğer evde bir değil, iki-üç dil ile karşılaşırsa, bu dilleri zorlanmadan, özel bir çaba göstermeden edinebilir. Bebeklerin edindikleri ana dili veya dillerine karışan olmazsa çocuklar konuştukları dil yüzünden örselenmezler.

Ama dillerin yarıştırıldığı, bir dilin diğer dillere üstün kılınmak istendiği rejimlerde çocukların karşısına kocaman kurumsal duvarlar örülür. Bu duvarlara toslayan çocuklar derinden yaralanır ama bu korkunç deneyim milyonlarca çocuk tarafından yaşandığı için sıradanlaştırılır; okullarda yaşanan nice haksızlıktan biri olarak olağanlaştırılmak istenir.

Geçen hafta Şırnak’tan gelen bir haber okullarda yaşananları ışık tutuyor. Bir ilköğretim okulunda sınıfın duvarına, “Kürtçe konuşmayacağım” yazısı asılmış. Yazıyı asan bir öğretmen. Öğrencilerine engin ufuklar sunmakla görevli bir öğretmen, onların ana dillerini yasaklamaya kalkıyor. Bu, bir öğretmenin yapabileceği en derin haksızlıklardan biri. Ama var olan düzende bu gibi bir tutumun ortaya çıkması hiç garip değil.

Bir diğer deyişle, bu “münferit” bir olay değil. Tam tersine bu Türkiye’de yürürlükte olan ölüm siyasetinin bir parçası. Çocukların uyurken bile güvende olmadığı, panzer ile ezilerek öldürüldüğü bir düzende okulda Kürtçe konuşan öğrencilerin güvende olmaları beklenemez. Sokakta Kürtçe şarkı söyleyen gençlerin gözaltına alındığı bir dönemde her açıdan kuşatılmış bir kurumda, örneğin Şırnak’taki bir okulda Kürtçe konuşmak er ya da geç soruna dönüştürülecektir.

Yürürlükte olan ölüm siyaseti Türkiye’deki en aşırı, en keskin, en acımasız ideolojileri bir araya getirdi. Vurmayı, kırmayı, yıkmayı ve can acıtmayı baş tacı edenler bir mıknatısa yapışan iğneler gibi iktidara yapıştılar. Dokunduğu her yeri kanatan acımasız bir iktidar topu oluşturdular. Bu acımazlık özellikle çocuklara yönelik tutum ve uygulamalarda açığa çıkıyor. Şırnak’taki Kürtçe yasağı bunun göstergelerinden yalnızca biri.

Acımasızlık ve keskinlik artık bir seferberliğe dönüştü. Bu seferberliğe Türkiye’deki dilleri yarıştırma ve birinciliği her zaman Türkçeye verme işini gururla üstlenen Türk Dil Kurumu da, (TDK) 2017 yılını “Türk Dili Yılı” olarak ilan ederek katıldı. Bu başlık altında düzenlenen etkinliklerin çoğunda akıldan çok duygulara yüklenildiğini, bayraklar ve marşlar eşliğinde müthiş bir duygusal doldurmaca yapıldığını belki söylemeye bile gerek yok.

8. Uluslararası Türk Dili Kurultayı bünyesinde düzenlenen “Türkçe Aşkı, Vatan Aşkı Gösterisi” bu etkinliklerden biri. Gösteriyi sahneleyen grubun adı, “Biz Türkiyeyiz”. Etkinliğe katılanlar TDK web sitesinde “Türkçe sevdalıları” olarak adlandırılıyor. Peki, Türkçe ile bu “sevda” ilişkisine girenler acaba neleri dinlemişler? Ziya Gökalp, Mehmet Âkif, Necip Fazıl, Arif Nihat Asya gibi “Türkçeye can veren şahsiyetleri.” Bu kişilerin hangi ideolojiye can verdiklerini herhalde söylemeye gerek yok. 

Türk Dili Yılı etkinlikleri arasında “Kimliğimiz Türkçemiz Kısa Film ve Kamu Spotu Yarışması” var. Yarışmanın amaçlarının açıklandığı bölümde, “Milli birlik ve beraberliğimizin vazgeçilmez teminatı olan Türkçe” ibaresi var. Demek ki, Türkçe olmasa “birlik ve beraberlik” olmaz. Bu iddialar, 12 Eylül ile devlet ideolojisi yapılan Türk-İslam sentezinin nakaratları olmanın ötesinde ölüm siyasetine destek sağlama işlevi görüyor. Türkçe dışındaki tüm diller “birlik ve beraberlik” için birer tehdit. “Tehdit”, “vatan” ve “sevda” bir araya gelince insan yaşamının da, insan haklarının birer ayrıntı olarak görüldüğünü çok iyi biliyoruz.

Türk Dili Yılı etkinliklerinde sürekli olarak “dil kimliktir” anlayışı vurgulanıyor. Yarışmalara verilen adlara bakınız: “Kimliğimiz Türkçemiz”, “Dilimiz Kimliğimizdir”. Bu aslında şu anlama geliyor. Diğer diller kimliğimizi bulandırır, sulandırır, yok eder. (Arapça için bu kural geçerli değildir çünkü devreye din girer.) Türkiye’de var olan diğer diller bu nedenle ancak bir tehdit olarak görülebilir ve devlet tehditlere gereken yanıtı verecektir. “Türkçe sevdalıları”, “Dilimiz kimliğimizdir” diyebilirler. Ana dili Türkçe olmayanlar ise, “dilimiz kimliğimizdir” diyemezler. Böyle bakıldığında dil ve kültür bir savaş alanıdır. Devlet bu savaşı ve her tür savaşı iyi bilir.

Özetle, ölümden siyaset üretildiğinde, Türkçe dışındaki dillerin payına ancak ölmek düşebilir. Türkiye’de çocukların gelecekleri gibi, dillerin ve kültürlerin gelecekleri de ölüm siyasetinin yürürlükten kaldırılmasına ve barışa bağlı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...