Ümmettendir, 'gereğini' yapar elbet!
Daha birkaç gün önce “Erdoğan, ümmetin lideridir” diyerek yağla balla kutsamıştı. İşte o ‘ümmet lideri’ kendisine “senin orda oylar düştü, demek ki sen de metal yorgunusun, yeter, çekil artık” mealinde ültimatomu verince kara kara düşünmeye başladı, Melih Gökçek. Üzerine fallar açılıyordu artık; üç vakte kadar “gereği” yapılmalıydı!
Bu yazı yazılırken Gökçek’ten hâlâ ses seda yoktu, düşünmeye devam ediyordu. Haşa huzurdan, “ben o ümmetin içinde miyim, değil miyim?” diye kendi kendisine tartışıyor olamazdı herhalde. O halde ‘ümmet lideri’ne (birkaç günlük de olsa) böylesine racon kesmek de neyin nesiydi? Sürecin ruhuna uygun düşüyor muydu bu tavır?
Derdimiz Gökçek ya da beklenen istifası değil, paşa gönlü bilir, istifa eder ya da etmez, nezdimizdeki değeri bir gram değişmez. Meselenin “millet iradesi”, “seçilmişlerin hukuku” vb. gibi artık Türkiye’de çoktan şehir efsanesi haline getirilmiş demokratik standartlar açısından işaret ettiği garabete de hiç girmeyelim. Çünkü tek standart var artık: “Ben getirdim, ben götürürüm”!
Etkisiyle-tepkisiyle bu bağlamda yaşananlar, ‘Türk tipi Başkanlık rejimi’nin nasıl bir kırılganlık üzerinde inşa edilmeye çalışıldığını da göstermekte. Tek adamı iktidarda tutma odaklı ve rıza üretme, iknâ etme yeteneğini tüketmiş bir siyasetin korkutma, susturma, sindirme dışında bir dayanağı yoktur. Gökçek gibi ‘aynı kumaştan’ ve de ‘damardan’ biri bile iknâ edilemiyorsa ve hemen “istifa etmezse bedeli ağır olur” tehdidine başvuruluyorsa, razı etme marjının nasıl sıfırı tükettiğini varın düşünün artık.
Razı edemeyen ne yapar peki? Ne yapacak, kırıp döküyor işte! Yükselmek için fazlalıkları, ağırlıkları kırıp atıyor. Kırdıkça, üzerinde yükselmeye çalıştığı zemin daha da kırılganlaşıyor ama. ‘Dava’ diye efsaneleştirilmeye çalışılanın, ‘beka’ diye tartışılmaz kılınanın, herkesin diken üzerinde oturduğu böylesi bir kırılgan zemin üzerinde ne ölçüde kalıcı olacağını hep birlikte göreceğiz. Ama şunu görmek için beklemeye de gerek yok herhalde: Tek adam rejiminin içerde ya da dışarda uzun vadeli, stratejik birlik ya da ittifaklar kurarak ilerleme imkânları çok kısıtlıdır. Günü kurtarma dışında bir gelecek içermeyen, ordan oraya salınıp duran, yirmi dört saat aleme ayar vermeye kalkan, kendi merkezinde bile rıza üretemeyen bir yamalı bohça siyasetiyle tabi ki ‘yorgun’ düşülür! Asıl ‘yorgunluk’ nedeni de bu değil midir zaten?
***
ABD ile Rusya arasındaki dengelere göre yer tutma çabası az mı yorucu mesela? Batı’dan ‘ihraç’ sinyalleri, “güvenilir müttefik olmaktan çıktı” tespitleri...
Bozulan bu ayarlar Rusya’ya yanaşarak ikâme edilebilir mi peki? Günübirlik olabilir ama Rusya’nın stratejik ortağı olmak mümkün mü? Bölgede birlikte atılabilecek yarım adım ötesinde hemen farklılaşan çıkarlar, gelecek stratejileri...
İran’la ‘bölgesel stratejik ittifak’ peki?
Kürt karşıtlığı üzerinden bile mümkün değil. Son örnek ortada işte. Barzani’ye lanet okumakta başı Ankara çekti de Kürtlerle de anlaşarak “bir gece ansızın” Kerkük’te divan kuran İran oldu! Şimdi ‘zalim Kürtlerden’ kurtarılan Kerkük’te, Türkiye merkezli bir sünni Türkmen siyasal-askeri gücüne izin verilecek mi sanılıyor yoksa? Haşdi Şabi’ye anlatsınlar bakalım bu kara mizahı!
Yine, Türkiye’nin dış ticaret hacminde Almanya’dan sonra ikinci büyük yeri tutan Kürdistan pazarı şimdi hızla İran’ın egemenliğine açılacak.
Güzel ortaklık ama değil mi?
Afra tafra, gürültü, esip gürleme Türkiye’den, iş bitiricilik İran’dan!
Suriye’yle de eski ilişkiler mümkün değil artık. O köprülerin altından çok sular aktı. En son, Suriye hükümetinin Türkiye’yi Suriye topraklarından çekilmeye çağırması ve İdlip operasyonuna karşı itirazını dillendirmesi... Görünen o ki, “katil Esed”in, yeniden “kardeşim Esad”a dönüşmesi de pek öyle kolay olmayacak...
Velhasıl, dikiş tutmayan bir kumaş var ortada ve elindeki kırık dökük makasla kesip biçen bir terzi... Elbise yapmaya çalışıyor, ama olmuyor işte.
Sonuç? Yorgunluk!
İ. Melih Gökçek n’etsin peki?
Ümmettendir sonuçta, ‘gereğini’ yapar elbet!
Fazla takmayın!
Evrensel'i Takip Et