27 Ağustos 2017 00:15

‘Tek-el’ diyalektiği ve karşıtını çoğaltmak!

‘Tek-el’ diyalektiği ve karşıtını çoğaltmak!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Daha Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası ilan edilmişti zaten, “parlamenter sistem bekleme odasına alınmıştır” diye... ‘Allahın lütfu’ işte; yerine düşünülen “Türk tipi Başkanlık” mimarisi, OHAL’le birlikte daha bir anlaşılır oldu. Gelecek, ‘şekilde görüldüğü gibi’ artık: “Şu OHAL bi kalksa da memleket normalleşse” beklentisinin de çoktan ‘bekleme odasına’ alınmış olması lazım! ‘Tek adam’ rejiminin memlekete biçtiği ‘normal’in meali OHAL’dir; kurumsallaştıkça olağanlaşan ve olağanlaştıran...

Evet, olağanlaştırılanlar listesine her gün yeni bir şey ekleniyor. Ana muhalefet liderinin tutuklanıp tutuklanmayacağı gayet normal bir seyirde tartışılabiliyor mesela. Kimse de “daha neler, bu kadarı da olmaz, bunu da yapamazlar” diyemiyor artık. “Tutuklanırsa bu işten kim kazanır, anketlere nasıl yansır?” vb. soruların gölgesinde yürüyen bir tartışma...

Özellikle gündem belirlemeyi Saray’ın elinden alabilmiş Adalet Yürüyüşünden sonra işaret fişeği atıldı bu tutuklama meselesinin. Havuz başlarında, “Kemal bey bu işleri devam ettirirse kimse kurtaramaz onu...” şeklindeki ‘racon’ kesmelere epeyce konu olduktan sonra, bizzat tartışmayı başlatan merkez tarafından şimdilik gündemden düşürüldü. Göze alınmadı ama sonuçta bir ‘olağanlaştırma’ seansı oldu. Çok değil iki ay önce bunları konuşanın aklıyla alay edilirdi herhalde. Şimdi? Nasıl HDP’den başlayarak milletvekillerinin, genel başkanların hapsedilmesi normalleştirildiyse(!), alınan mesafenin birikimleri ve izleri üzerinden Kılıçdaroğlu’nun tutuklanabileceği de ‘normal’ bir gündem kıvamına getirilebildi...

***

Ama bu bir sıkıntının da yansıması elbette. Biçimsel anlamıyla bile siyasetten tamamen yalıttıkları ama bir yandan da “siyaset yapmanın tek yeri” diye işaret ettikleri Meclis’in dışında muhalefete yönelme eğilimi sıkıntı yaratmakta. Meclis dışı siyasete müthiş alerjisi olduğu bilinen CHP merkezinin bile bugün (Adalet yürüyüşü ve kurultayı gibi) başka mecralar arıyor oluşu, ancak darbe rejimlerine özgü olabilecek böylesi ‘normalleştirme’ operasyonlarını ihtiyaç haline getirebiliyor. 

***

“Metal yorgunluğu” denilen de elbette öncesiyle birlikte bütün bu sürecin kaybettirdiği ‘ruh’la ilgilidir. Yeni rejim inşasına acil motivasyon aranmaktadır. Sıkıntı vardır. Cezbedici vaatler, kuşatıcı, etkileyici, iknâ edici sözler kalmamıştır. Eskiden geleceğe dair vaatler vardı mesela; AB’ye tam üye olmuş, akan kanı durdurmuş, iç barışını sağlamış, “demokrasi klasmanında çağ atlamış” bir ülke... Bu vaatle iktidar mesaisine başlanmıştı... Bugün? Gelecek vaadi yok artık, sadece mevcudu koruyalım ajitasyonu var; “düşman kuşatmasındayız, varlığımızı koruyalım”! Sadece bu. 

‘Yorgunluk’ denilen, rıza üretme yeteneğinin büyük irtifa kaybetmesindendir. Bir siyaset düşünün ki, sadece tek kişiyi iktidarda tutma odaklı olsun. Genişleme, iknâ etme kapasitesinin sonuna gelmiş böyle bir siyasetin, iktidarın korkutma, susturma olanakları dışında bir dayanağı kalır mı? Mevcudu korumak ve artık kazanılması neredeyse imkânsızlaşmış, bu yüzden de hesaptan düşülmüş yüzde elliyle arasına setler örme dışında bir de... 

Rıza üretme esaslı olmaktan çoktan çıkmış bu iktidar siyaseti; dili, üslubu, içeriği, tarzı, kapsamı, vs. her şeyiyle kutuplaştırmayı daha da derinleştirme esaslıdır. Bir fazlasıyla çoğunluğu sağlamanın yeterli bulunduğu bir siyasal paradigmadır bu. İktidarın tekelindeki kitle iletişim araçlarında açıkça gördüğümüz de budur. Küfür, karalama, korkutma, tehdit... İknâ etme kaygısı külliyen terkedilmiştir artık. Boş işlerle uğraşmıyorlar yani! Karşılıksız kalacağı belli mesailere zaman harcamıyorlar. 

***

“Hükümeti eleştiremezsiniz, devlet size papuç bırakmaz” parantezinden müteşekkil, muhalefetsiz bir ‘tek-el’ rejiminin inşa çabalarıdır gördüğümüz... Tek adam rejiminin doğasına uygun olarak siyasetin tek-el-leşme süreci ile muhalefeti sıfırlama çabası içiçe geçmiştir. Birbirini koşullayan boyutlardır bunlar ve bugün hiç olmadığı kadar açıktan yaşanmaktadır. 

Ama ekonomide olduğu gibi siyasette de, her ‘tek-el’ kendisinde merkezileştirmek üzere parçalayıp bölerken, kendi karşıtlarını da çoğaltmaktadır.

Tek adam rejiminin bizzat dayattığı ve giderek daha keskinleşmekte olan bu diyalektik, yeni mecraları, yeni dizilim ve hizalanmaları da zorunlu hale getirmektedir.

Olmaz denilenler olmak zorundadır...

OHAL’le normalleştirilmek istenen olağanüstülükler, hayatın dayattığı ihtiyaç ve zorunluluklar üzerinden şekillenecek bir başka normalleşme süreciyle yanıt bulacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...