22 Ağustos 2017 23:36

Savaş ile müzakere arasında kritik 10 yıl

Savaş ile müzakere arasında kritik 10 yıl

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Meslektaşım ve arkadaşım Amed Dicle, PKK ile Türkiye arasında, kritik bir on yıllık dönemi, “2005-2015 Türkiye-PKK Görüşmeleri: Kürt sorununun çözümüne ‘çözüm süreci operasyonu” adıyla kitaplaştırmış.

Mezopotamya Yayınları’ndan çıkan 253 sayfalık kitapta Oslo süreci detaylı olarak anlatılırken, şu ana kadar kamuoyuna yansımayan pek çok yeni bilgi yer alıyor.

Amed Dicle, kitabının ön sözünde şöyle diyor: “Türk Devleti ve Kürt hareketi arasındaki Oslo görüşmeleri bugüne kadar hep parçalı anlatıldı. İlk kez perde arkasına bu kadar detaylı ve bütünlüklü bir şekilde ışık tutmaya çalıştık. Birçok görüşmenin mutabakat metinlerini kitapta bulabilirsiniz. (...) Bir puzzle gibi bir araya getirdiğimiz parçalar, bu görüşmelerin arkasındaki gerçeği resmediyor.  Çalışma kapsamında Türk tarafı dışında bu görüşmelerde yer alan çok sayıda kişiyle konuştuk. Edindiğimiz bilgiler, diğer tanıklar ve belgelere bakılarak teyit edildi. Bu görüşmelerin tümü ilgili taraflarca arşivlenmiştir.” (s.9)

Amed Dicle, Oslo sürecindeki uluslararası ara bulucularına ise isimlerini anmadan işaret ediyor.

Kürt sorununun, “Sorun yok derseniz yoktur” denilerek ya da baskı yoluyla çözülemediğini bugüne kadarki deneyimlerimizle öğrendiğimize göre, sorunun tüm süreçleriyle doğru anlaşılmasına ışık tutacak bilgilerin paylaşılması önemli.

Bu bilgilerin resmi bir korku duvarıyla perdelenmesine izin vermemek gerekiyor.

Artık kitaba girebiliriz. 2005 yılı, bir grup aydının Kürt sorununda çözüm umuduyla Ankara’da dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğü yıldır. Erdoğan o görüşmeden sonra Diyarbakır’a giderek “Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorudur. Benim de sorunumdur” dediği konuşmayı yapar.

AYDINLAR, KARAYILAN, ERDOĞAN

Peki o konuşmadan önce neler yaşanmıştı?
Kitapta bu sorunun yanıtı şöyle veriliyor:
“Temmuz 2005.
Ankara’da bir araya gelen 10 aydın, birkaç gün sonra Erdoğan’la görüşeceklerdi. Aydınların bir araya gelmesini sağlayanlardan Orhan Doğan da toplantıda hazır bulunuyordu. Birazdan bir telefon bağlantısı kurulacaktı. Telefonun diğer ucunda Murat Karayılan vardı. Karayılan katılımcıları selamladı, katılımcılar da onu. Görüşme kısa sürdü.
Karayılan, bir kez daha demokratik çözümden yana olduklarını ve bunun için karşılıklı adım atmaya hazır olduklarını, Başbakan’a bunun aktarılmasını istediklerini talep etti. Erdoğan ile görüşecek 10 kişilik aydın ekibi PKK’den çözüm için destek almıştı. Birkaç gün sonra 10 kişilik heyet Erdoğan ile bir araya geldi. Erdoğan, heyetin Murat Karayılan ile telefonla görüştüğünü biliyordu. Toplantı olumlu geçti. Erdoğan, heyet aracılığıyla PKK’ye ‘Yakın bir zamanda Diyarbakır’a gideceğim, orada konuşacağım. Beni izlesinler’ mesajı gönderdi.” (s.23)

NORVEÇLİ VE İNGİLİZ ARACILAR

Kitabın ele aldığı 10 yıllık dönemde, Kürt hareketi ile Türkiye arasındaki aracılı görüşmeler bazen 3 koldan da yürüyor, anacak temel olarak Norveçli ve İngiliz aracıların, birbirlerinden habersiz olarak sürdürdükleri aracılık sürecine tanıklık ediyoruz.

Kitaptan devam edelim: “2005 yılının ortaları. Avrupa’daki uluslararası bir toplantıda Başbakan Erdoğan ile bir araya gelen eski bir Norveç Başbakanı (onayı alınmadığı için ismi yazmadık), Kürt hareketi ve Türkiye arasındaki sorunun çözümü için inisiyatif almak istediklerini söyledi ve kendilerinin bu konuda ne düşündüğünü sordu. Erdoğan, önceki girişimlerden söz etmeyerek, böyle bir girişimin olumlu olacağını belirtti. Erdoğan, daha sonra Norveç Dışişleri Bakanlığı ve Meclis Başkanlığı da yapan muhatabını dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’e yönlendirdi. (...) Bunun üzerine Norveçli aracılar Kandil’e giderek Murat Karayılan ve Duran Kalkan ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmeler daha çok ‘tarafları yoklamak, neler düşündüğünü anlamak’ şeklinde sürdü.” (s.26)

Oslo görüşmelerinin alt yapısını hazırlayan süreç ise, 2005 yılının aralık ayında iki İngiliz temsilcinin Brüksel’de, Kürt hareketinin temsilcileri ile kurdukları ilişki ve kendileriyle merkezi Cenevre’de olan bir kurum adına görüştüklerini belirtmeleriyle başlıyor. PKK ile Türkiye devleti arasında ‘barış görüşmeleri için ara buluculuk’ yapmak istediklerini belirten İngiliz temsilciler, Türkiye devletiyle görüştüklerini ve Kandil’e giderek PKK yönetimiyle de görüşmek istediklerini belirtiyorlar.

3 yıl sürecek olan Oslo görüşmelerinin ön görüşmesi, 3 Temmuz 2008’de İsviçre’nin başkenti Cenevre’de gerçekleşiyor. Oslo görüşmelerini organize eden, BM, AB, İngiltere, İsviçre, Norveç gibi ülkelerin desteklediği aracı kurumun merkezi burada. Kürt tarafından Remzi Kartal ile Zübeyir Aydar bulunuyor. Yanlarında ise bir tercüman var. Türk tarafından ise daha önce Emre Taner’in ‘Yardımcım Ayla Hanım’ dediği MİT Müsteşar Yardımcısı ve iki kişi. Aracıların ‘Bayan Güneş’ diye hitap ettikleri kişi, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş. Türk heyetinde iki MİT görevlisi daha yer alıyor.

Kitapta 10 Oslo görüşmesinin tutanakları yer alıyor ve bu görüşmelere PKK tarafını temsilen Mustafa Karasu ve Türk heyetini temsilen daha sonra MİT Müsteşarı olacak olan Hakan Fidan da katılıyor. Oslo görüşmelerinin tutanaklarına kitapta ayrıntılı olarak yer veriliyor. Taraflar, Kürt sorunun çatışmasız çözümü için Oslo sürecinin önemini teyit eden bu tutanakları imzalıyorlar. Bu arada, İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan da bu sürece MİT tarafından getirip götürüldüğü belirtilen mektuplarla katılıyor. Toplantıya Kandil’den katılan PKK yöneticilerinin ulaşımını Norveçli yetkililer sağlıyor ve resmi evrakları da onlar hallediyorlar.

OSLO GÖRÜŞMELERİ SÜRERKEN SUİKAST GİRİŞİMİ

Oslo görüşmeleri sürerken PKK yönetimine yönelik bir suikast girişimi gerçekleşiyor. Oslo-1 toplantısından sonra aracı kurumun yetkilileri Ankara’ya giderek durum değerlendirmesi yapıyorlar ve ardından da 4 Aralık 2008 günü de Kandil’e gelerek PKK yöneticileriyle görüşüyorlar.

“PKK tarafından KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Başkan Yardımcısı Bozan Tekin ve Oslo Heyeti Üyeleri Mustafa Karasu ile Sozdar Avesta toplantıda hazır bulunuyor. Aracı kurumu heyeti ise 4 İngiliz vatandaşı ve bir tercümandan oluşuyor. PKK bu toplantıda, daha önce hazırlamış olduğu ‘Güven artırıcı adımlar’ paketini sunuyor. Fiilen ateşkes ilan ettiğini bu pakette belirtiliyor ve bunu aracılara aktarıyor. Devlet de bu ateşkese uyacağını aracı kuruma iletmiştir. Toplantı akşam saatlerinde sona eriyor ve aracılar Kandil’den ayrılıyor.” (s.89)

Sonraki gün Karayılan, Sozdar Avesta başka görüşme ve işleri nedeniyle oradan ayrılıyorlar. Sonrası da kitapta şöyle anlatılıyor: “Karayılan ve Avesta, 200 metre ötede, gelen misafirin yanına vardıkları an çok sayıda F-16 savaşı uçağı çevreyi bombardımana tutuyor. Uçakların vurduğu yer, aracı kurumla toplantının yapıldığı noktadır. Karasu, Tekin ve korumaları şıkeftın içerisinde bombaların hedefi durumundalar. F-16 uçakları ilk kazan bombasını mağaranın önünde bulunan ve Karayılan’ın çalıştığı çadıra bırakır. Bir önceki gün o çadırın altında aracı kurum yetkilileriyle yemek yenilmiş, Karayılan yarım saat önce oradan ayrılmıştır.” (s.91)

Bu saldırıda Karasu’nun güvenliğinden sorumlu gerillalar yaşamını yitirir.

Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in, İrlanda meselesinin çözümünde önemli rol oynayan eski danışmanı ve PKK ile T.C. görüşmelerinin aktif destekleyicisi Jonathan Powell, 2014 yılında yazılan ‘Teröristle Konuşma’ adlı kitabının ‘Beşinci Bölüm’,‘Üçüncü Taraf’ başlığında, 5 Aralık 2008 tarihindeki saldırıya ilişkin şu bilgi ve değerlendirmelere yer verir: “Hükümetler kolaylaştırıcıların kendi taraflarında yer almasını ister. Fakat kolaylaştırıcı tarafsız kalmalıdır. Verilen bilgilerin istihbarat amaçlarıyla kullanılacağı korkusuyla lojistik düzenlemeler, kiminle, nerede buluştukları konusunda hükümetlere bilgi veremezler. Eğer bir kolaylaştırıcı hükümet yetkililerine nerede buluştuklarını söyleyecek olursa, muhataplarının yakalaması, hatta öldürmesi tehlikesi vardır. Bir defasında bir grup kolaylaştırıcı Kuzey Irak’ta, Kandil Dağları’nda PKK liderliğini ziyaret ederken, konvoyları havadan keşifle takip edildi. Onlar kampta bulunduğu süre içinde bir şey olmadı, fakat ayrılmalarının ardından kamp bombalandı ve ev sahiplerinden altısı öldürüldü.” (s.93-94)

FİDAN-OK DİYALOĞU

Kitaptaki önemli bir bölüm de, PKK yöneticilerinden Sabri Ok ile Hakan Fidan arasında geçen diyalogdan oluşuyor.

2011 yılı, PKK ve Türkiye temsilcileri arasında Norveç’in başkenti Oslo’da yapılan son toplantıların bir yemek molası. Artık MİT Müsteşarı olmuş Hakan Fidan, PKK’nin görüşmelerden sorumlu yetkilisi Sabri Ok’a dönerek, “Sabri Bey, biliyor musunuz, 300-400 kişiyle Avrupa’da neler yapılmaz ki” dedi. Fidan’ın kullandığı bu cümle etrafta bulunan iki heyetin üyelerine de tuhaf gitmişti. Çünkü görüştükleri konularla hiç ilgisi olmayan bir cümleydi. Ama bu sözler Sabri Ok’a yabancı değildi. Ok, 2009 yılında Avrupa’daki PKK çalışmalarından sorumluyken, Fransa’da Avrupa’daki Kürt kurum ve kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla bir toplantı düzenlemiş ve bu toplantıda 400’e yakın kişiye hitaben, ‘Avrupa’da 300-400 kişiyle neler yapılmaz ki, bu kadar gücümüz var, iyi çalışmalıyız’ şeklinde bir konuşma yapmıştı. Fidan, ne demek istediğini soran Ok’u, ‘Fransa’daki konuşmanızda böyle diyorsunuz ya. Çok haklısınız’ diye yanıtlar. Ok: Evet, öyle bir konuşmam oldu, siz de bunu duydunuz... Fidan: Evet, hepsini dinledim. Hükümetler arasında siyasi sorunlar olsa da istihbaratlar arasında hiçbir zaman ilişki kesilmez. Fransa’da yaptığınız o toplantının tüm görüntü ve ses kayıtları bizde.” (s.169-170)

Oslo görüşmeleri ve Türkiye ile PKK arasında, Öcalan’ın da dahil olduğu görüşmeler sürerken binlerce siyasinin tutuklandığı KCK operasyonlarının da dahil olduğu birçok gelişme yaşanıyor. Görüşmeler sırasında Türkiye heyeti tarafının PKK’den sürekli olarak ‘ateşkes’, ‘silahlı güçlerin Türkiye dışına çekilmesi’, ‘şehirlerdeki eylemlerin durdurulması’ gibi taleplerde bulundukları, ancak çözüm açısından Kürt tarafından gelen talepler karşısında ise, Hükümetin ya da devletin içindeki bazı güçlerin ikna edilmesinin zaman alacağı anlamına gelen gerekçelerle karşılaştıklarını görüyoruz.

Bilindiği gibi bu süreç, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dolmabahçe Protokolü’nü de tanımadığını ifade eden açıklamalarıyla sonlanıyor. Kitabın sonunda PKK yöneticileriyle yapılan röportajlarda da, bu süreçte Türkiye tarafının tavrını oyalama ve beklentiye sokma biçiminde özetlediklerini görüyoruz. Tam da bu nedenle, bu süreci bir ‘müzakere’ olarak değil, savaş ile müzakere arasındaki bir süreç olarak tanımladıklarını belirtiyorlar. Amed Dicle’nin kitabının adında da ifade ettiği “Kürt sorununun çözümüne ‘çözüm süreci operasyonu” cümlesi aslında, Kürt tarafının bu süreçten çıkardığı sonuçların da özeti sayılabilir.

Ve yine bu kitaptan hareketle söyleyebiliriz ki, taraflar en sert süreçlerde dahi -kuşkusuz kendileri açısından farklı anlam, beklenti ve taktiklerle- bir diyalog içinde de oluyorlar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...